'Mantıklı bir normalleşmeyi yönetecek kapasite yok'
Gazeteci Fehim Taştekin hükümetin İsrail ve Rusya ile anlaşmasını ve IŞİD saldırısını Evrensel'e değerlendirdi
Serpil İLGÜN
“Dostlarımızın sayısını artıracağız, düşmanlarımızın sayısını azaltacağız!” Binali Yıldırım tarafından Başbakan seçildikten sonraki ilk grup toplantısında sarf edilen bu söz, AKP’nin sıkışan dış politikada nasıl bir revizyona giderek “dost kazanacağı” sorularını gündeme getirmiş; hemen her vesileyle Ey Esad, Ey Putin, Ey Sisi, Ey Merkel, Ey Obama… seslenişlerinin sürdüğü bir ortamda, “düşmanların gönlünün nasıl kazanılacağı” merak edilir olmuştu. Geçtiğimiz hafta, “düşmanlar” listesinin ilk sıralarında yer alan İsrail ve Rusya ile barış mutabakatı yapıldı. Özürler dilenerek, “yeni bir sayfa açıyoruz” denildi ve sırada Mısır, Irak ve Suriye’nin olduğu müjdelendi.
Türkiye siyaset gündemi özellikle de İsrail’le yapılan anlaşmayı tartışırken, Salı akşamı İstanbul Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’ne IŞİD tarafından canlı bomba saldırısı düzenledi. Meclis, saldırıya rağmen yüksek yargının yeniden yapılandırılacağı tasarıyı görüşmeyi sürdürdü. Türkiye halkı olayın üzüntüsü ve şokunu yaşarken, 45 kişinin hayatını kaybettiği saldırıdan iki gün sonra (bağlantı yolları tamamlanmayan) Osmangazi Köprüsü, “bayram havası yaşıyoruz” denilerek ihtişamlı bir törenle ulaşıma açıldı.
AKP “normalleşmeye” neden ihtiyaç duydu? Türkiye’nin dış politikası değişiyor mu? Bu değişim, AKP’nin sıkışmışlığına çare olacak mı? Dışarıda barış politikası güden AKP, içerde de barış yoluna gidecek mi? Tüm bu dost kazanma, düşman azaltma” hikayesinde IŞİD saldırısı nereye oturuyor?
Türkiye’nin Suriye, Ortadoğu, IŞİD başlıklarına hakim sayılı gazetecilerinden Fehim Taştekin yanıtladı.
“Dış politikada normalleşme” başlığından önce, bu başlıkla da ilintili olan IŞİD’in İstanbul Havaalanı saldırısıyla başlayalım. IŞİD, neden İstanbul Havalimanı gibi Türkiye’nin en stratejik noktalarından birini hedef seçti? Saldırının, iddia edildiği gibi İsrail’le anlaşmayla ilgisi var mı?
Bu konuda “zamanlama manidar” şeklinde değerlendirmeler yapılıyor. Zamanlamanın manidar olduğu yerler var tabii ki. Ben İsrail-Türkiye ya da Türkiye-Rusya barışını saldırıyla bağlantılandırmıyorum. Bu olayın en az 1-1.5 aylık bir geçmişi olması lazım. Zaten saldırganların 32 gün önce Türkiye’ye giriş yaptıkları, Fatih’te ev tutup hazırlık yaptıkları anlaşılıyor.
Elbette Rusya ile yeniden el sıkışmak, Türkiye’nin Suriye politikasında bir takım değişikliklere yol açabilir. Putin’in, Türkiye’nin Suriye’de yapıp ettikleriyle ilgili illaki bir takım talepleri vardır. Haliyle politikada değişiklik IŞİD ve Türkiye destekli diğer grupları yakından ilgilendirir. Beklenen değişiklik gerçekleşirse, Suriye’de hikaye değişecektir ve Türkiye sınırlarından beslenen grupların Ankara’nın bu tercihinden rahatsız olması muhtemeldir. Beri tarafta İsrail-Türkiye barışıyla IŞİD’in ilgilendiğini sanmıyorum.
Ağırlıklı görüşlerin tersi bir şey söylüyorsunuz. IŞİD neden ilgilenmez?
Suriye yönetimine savaş açanlar İsrail’in en önemli düşmanının ellerini kollarını kırmış oldular. İsrail bu kirli savaşı keyifle izleyen ülkedir. Bu gruplar İsrail’e karşı düşmanca bir plan içerisine de girmedi. Tersine Nusra dahil bazı örgütler İsrail’den yardım gördü. İsrail’in işine gelen bir çatışma düzeninin baş aktörü Türkiye’dir. Haliyle burada Türk-İsrail yakınlaşmasının beklenen sonucu Türk-Rus yakınlaşmasının tam tersi olmalıdır. Fakat normalleşme sürecinde Suriye’nin önkoşul olduğu yer Türk-Rus ilişkileridir. Sonuçta Ruslarla ilişkiler Suriye bağlamında bozuldu.
Havaalanı saldırısı sonrasında, IŞİD’in adının yine genel bir “Türkiye’yi hedef alan eli kanlı terör örgütleri” hamaseti içinde eritildiği görülüyor. Siz, saldırının AKP’nin IŞİD’e yaklaşımında radikal bir değişiklik yaratacağını düşünüyor musunuz?
IŞİD’le ilişkili Türkiye’nin izlediği politikanın kafa karıştırıcı ve bulanık tarafları hâlâ devam etmekle birlikte hükümet oluşan baskıları bertaraf etmek için bazı değişikliklere gitmek zorunda kaldı. O yüzden “IŞİD, Türkiye bazı önlemler aldığı için mi saldırdı?” sorusu önem kazanıyor. Bir kere Türkiye, “YPG, Fırat’ın batına geçerse vururuz” diyerek tayin ettiği kırmızı çizgilerden geri adım attı. Bu kırmızı çizgi IŞİD’e Cerablus-El Rai arasında 98 kilometrelik şeritte korunaklı alan sağladı ve bu örgütün Fırat hattından sökülüp atılmasını geciktirdi. YPG, Suriye Demokratik Güçleri şemsiyesi altında Menbic’e ilerlerken, Türkiye bu gelişmeyi sindirmek zorunda kaldı. IŞİD’i kızdıran bir başka olay, ABD “madem Kürtleri istemiyorsun o halde IŞİD’i sen temizle” diye bastırınca, Türkiye desteklediği grupları IŞİD’e yöneltti. IŞİD, bunu açık düşmanlık olarak gördü. Ayrıca son altı ayda 1000 kadar IŞİD zanlısı gözaltına alındı. IŞİD’in Türkiye’yi doğrudan hedef almamasının nedeni militan geçişlerinde Türkiye’ye ihtiyacı olması ve militanların eşleri ve çocuklarının Türkiye’de sorunsuz barınıyor olmasıydı. Hem güzergah garantisi, hem ailelerin güvencesi kalktı. O yüzden Türkiye’ye yönelen saldırılara başladı. Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırılarında hedef alınanlar, Erdoğan’ın hasımlarıydı. Sonra yabancılar hedef alındı. Sonra Gaziantep ve Atatürk Havaalanı’ndaki saldırılarla Türkiye doğrudan hedef alınmış oldu. Elbette bundan IŞİD ile ilgili çelişkili ve ikiyüzlü siyasetin terk edildiği sonucu çıkmaz. Unutmayalım IŞİD, Irak’ta Maliki yönetimine karşı savaştığında Ankara için bunlar öfkeli çocuklardı. IŞİD Suriye yönetimiyle savaşırken de makbuldü. Rojava’ya savaş açtığında da Türkiye devleti için desteklenmesi gereken bir örgüttü. IŞİD’in düşman telakki edildiği yer, Türkiye destekli gruplara saldırdığı noktada başlıyordu. Dört boyutlu bu siyaset bugüne kadar devamlılık arz etti.
Diğer yandan, havaalanı saldırısı hilafet ilanının ikinci yıl dönümüne geldi ve bütün dünyaya ayaktayım mesajı verilmiş oldu.
Öncekilerde olduğu gibi IŞİD’in havaalanı saldırısını da üstlenmiyor olmasını nasıl okumak lazım?
Çünkü hâlâ Türkiye sınırlarını kullanmayı, lojistik hattın işlemesini istiyor. Türkiye’deki hücrelerinin sayısının artmasını umuyor, bunun için Türk halkını doğrudan karşısına almaktan kaçınıyor. Yoksa IŞİD için Erdoğan da Müslüman değildir, Türkiye yönetimi de İslami değildir. Türkiye de hedef alınabilir ama şimdi değil. Çünkü saldırıyı üstlendiği takdirde, Türkiye’yi açıktan yanıt vermeye mecbur bırakacaktır. Bu da IŞİD’in sahadaki varlığına yönelik tehdidi büyüten tetikleyici bir neden olabilir. O nedenle IŞİD’in Türkiye’deki saldırıları üstlenmediğini düşünüyorum.
REVİZYONA GİDERKEN BİLE O BİLDİK TÜCCAR POLİTİKASININ TEZAHÜRLERİNİ GÖRÜYORUZ
AKP’nin “dış politikada normalleşme” olarak sunduğu, “dostları arttırıp, düşmanları azaltma” siyaseti hızla hayata geçirildi ve aynı hafta içinde İsrail ve Rusya’yla mutabakat adımları geldi. AKP neden böylesi bir dönüşe ihtiyaç duydu? Onca efelenme kulaklarımızda hâlâ çınlıyorken, “biz artık dostuz” demek, yeni Osmanlıcı, yayılmacı, mezhepçi dış politikadan vazgeçildiği anlamına mı geliyor?
Çok büyük bir sıkışmışlık var ve buradan çıkış yok. Tek yol taviz vermek ya da geçmişle bir şekilde hesaplaşmak. Komşusu kalmayan, AB ile ABD ile de kavgalı hale gelen bir iktidar var. Erdoğan’ın gidebileceği ülke sayısı azalıyor. Vukuatları, agresif dış politikası, tutarsızlıkları nedeniyle birçok ülke Erdoğan’ı istemiyor.
Rusya ile kavga Türkiye’nin Suriye’de tamamen oyun dışı kalmasıyla sonuçlandı. Diğer yandan ticari olarak müthiş bir daralma yaşandı. Yani turizm, inşaat ve tarım sektörü bundan etkilendi. Ekonomi verileri bu tekerleğin kısa bir süre sonra çukura düşeceğini gösteriyor. Özetle, bu kavga siyaseti yönetilebilir olmaktan çıktı. Bundan sonuç alamayacaklarını gördüler. Tabii mantalite çok önemli. Mantıklı bir normalleşme, yönetme kapasitesini gerektiriyor. Bu kapasite yok. Şu anda yapabildikleri tek şey özür dilemek ve en kötü koşulları kabul etmek. Buradan bir medet umuyorlar. İsrail’le yaptıkları budur. İsrail’le yapılan anlaşma sanki saldırgan taraf Türkiye imiş gibi İsrail’in lehine maddelerle sonuçlandı. Gazze’deki ablukayı meşrulaştırmış oldu Türkiye. İsrail’in istediği de buydu zaten. Türkiye’nin yardımları İsrail’in uygun gördüğü zaman ve miktar çerçevesinde Aşdot Liman’na gidecek. Öyleyse Mavi Marmara da Aşdod Limanı’na çekilebilir ve insanlar ölmeyebilirdi.
Erdoğan’ın, anlaşmaya tepki gösteren İHH’ye “Mavi Marmara için bana mı sordunuz” şeklindeki sert çıkışını nasıl değerlendirdiniz?
Satış başladı! Bu net bir şekilde satıştır.
“Manevra, kabiliyet ve yönetme kapasitesini gerektiriyor” dediniz. Erdoğan’ın “Bana mı sordunuz” çarkı, sözünü ettiğiniz kabiliyet ve kapasitenin olmadığının göstergesi sayılabilir mi?
Kuşkusuz. Daha onurlu bir revizyona gidebilirlerdi. Ama revizyona giderken bile o bildik eski politikanın, yani tüccar politikasının tezahürlerini tekrar görüyoruz. Bu sağlıklı değil tabii ki. Örneğin Putin bölge politikası veya Suriye politikasında Türkiye’ye bir takım şartlar kabul ettirecektir.
Zaten Rus yetkililer, özrün yeterli olmadığını, Türkiye’nin Suriye politikasında da değişikliğe giderek, cihatçı grupları desteklemekten vazgeçmesi gerektiğini açıkça söylediler.
Evet, bunun olumlu yansımaları olacak belki. Ancak beri tarafta da bu işi o kadar kötü yönetiyorlar ki, kendi yol arkadaşlarını, dava arkadaşlarını feda edeceklerdir.
Mesela?
Mesela İHH’nın feda edilebilecek örgütlerin başında geldiğini gördük.
MISIR’LA İLGİLİ DE ÇARK EDİLECEKTİR, ÇÜNKÜ TEK ÇIKIŞ YOLU GERİ ADIM ATMAK
Hiçbir şey olmamış gibi dış politikada 180 derece değişikliğe gitmeyi, hiçbir şekilde hesap vermemeyi nasıl karşılıyorsunuz?
Evet, taktik bu. Kendi hataları olmadığı izlenimini vererek bu manevraları yapacaklar. Tabii bunu abartırlarsa, çok dar bir çerçevede ve daha militan bir kadroyla baş başa kalacaklardır. Yani AKP’nin ilk kadrolarındaki çeşitliliği düşünürsek, bunun daha da daralması hakikaten çok daha büyük sıkıntılar anlamına geliyor. Erdoğan bütün bu manevralarla kendi istikbalini kurtarma derdinde. Yoksa normal koşullarda bir sürü şey çıkarılır önüne. Mavi Marmara’ya nasıl sahip çıktığını, İsrail’e nasıl deklarasyonlar yayınladığını, Suriye’de yapıp ettiklerini, Rusya’ya “Uçağı düşürdük yine düşürürüz” diye efelendiğini ve diğer retorikleri unutmadık. Kimse “sen bunu demiştin” demiyor. Mısır’la ilgili de çark edilecektir. Çünkü dediğim gibi artık bu araba manevra yapamayacak bir sokağa girdi. Tek çıkış yolu, geri yürümek. Onu yaparken sağı solu kırıp dökecekler.
ERDOĞAN MEDYAYI LÜMPENLEŞTİRDİ, ÜRKÜTÜCÜ BİR İŞBİRLİĞİ YAPILIYOR
Bu geri adımın temel itkisinin iç politika olduğu, bütün o efelenmelerle aslında iç kamuoyuna seslenildiği, ancak şimdi “komşularla barışıyoruz, Türkiye’yi büyütüyoruz” propagandasının kolay “satılamayacağı” değerlendirmelerine katılır mısınız? Dış politikadaki bu dönüşün Erdoğan’a bir maliyeti olur mu?
İkna etmesi gereken kesim oy potansiyeli anlamında çok büyük bir kesim değil. AKP, daha lümpen bir seçmen kitlesini arkasında topladı ve bu toplanan kitlenin ideolojik olarak herhangi bir mihenk taşı yok. O yüzden de ilgilenmeyeceklerdir o kesimler. “Mavi Marmara cemaati”nin siyasal karşılığı ise Türkiye’de çok büyük değil. Bu kesimin argümanları Erdoğan’a Arap dünyasında artistlik yapma imkanı veriyordu. Ama şimdi o sayfanın artık Erdoğan’a getireceği bir şey yok. Onu gördüğü için meseleyi başka bir düzleme çekip, barış söylemiyle bu daralmışlığı atlatmanın derdinde.
Erdoğan tam da iç politikada yolsuzluk, rüşvet, Gezi olaylarıyla köşeye sıkışmışken, içerde konsilidasyon sağlayabilmek için Rabia meselesini, Filistin meselesini kullandı. Ama bu dönem bitti. Unutmayalım ki, hâlâ çok büyük bir medya gücü var. Türk toplumu televizyonları, radyoları açtığı zaman Erdoğan’ın bütün manevralarını kutsal bir işmiş gibi sunan bir medya ağıyla karşı karşıya kalıyor. Yani lümpen kitleleri kendi etrafında nasıl bir araya getirdiyse, medyayı da lümpenleştirdi. Zaten ilkeli yayıncılık yapan medya sayısı çok azdı, geri kalanında da ürkütücü bir iş birliği yapılıyor. Erdoğan ne yapsa savunmaya, gerekçelendirmeye hazır bir çalışma tarzı var. O yüzden Erdoğan’ın işi o kadar zor değil.
ERDOĞAN BAŞKANLIK ELDE EDENE KADAR İÇERDE KIRIP DÖKMEYE DEVAM EDECEK
Yanıtı aranan bir diğer soru da, “Dışarıda normalleşmek, komşularla barışmak, içeride de barışı tetikler mi?” Ne dersiniz?
Bu normalleşme süreci dışarıda Türkiye’yi biraz rahatlatırsa, Erdoğan başkanlık hesaplarına ulaşana kadar içeride kırıp dökmeye devam edecektir. Çünkü dışarıdaki ilişkilerin bozulması, özellikle de AB ve ABD ile bozulması AKP üzerinde farklı bir baskı üretiyor. O baskı da içeride demokratikleşme, temel insan hakları ve basın fikir hürriyetine saygıyı gerektiriyordu. İsrail ya da Rusya ile barışmanın bu anlamda bir baskı getirmesi çok beklenemez. Bu baskı daha çok AB süreçlerinden gelen baskılar. Türkiye’nin komşularla ilişkilerde belli ölçüde rahatlama sağlayıp, içeride baskıyı arttırma yolunda devam edeceğini düşünüyorum. Çünkü bütün bu şiddet ve baskı siyasetinin altında Erdoğan’ın istikbalinin tehlikeye girmiş olması yatıyor. Başkanlık için sağcı, milliyetçi muhafazakar kanatlara olan ihtiyacı devam ediyor. Bu kanatların tatmin edilmesi ekonominin de çok iyi takviye edilmesine bağlı. Dışarıdaki iyileşmenin ya da barış havasının tetikleyici unsuru, ekonomideki artan daralmadır. Yani ekonomideki daralmışlık hali bir takım adımlar atmayı zorunlu kıldı. Ben Erdoğan’ın şu anda bir bisikletçi gibi, durduğu an düşeceğini düşünüyorum. O yüzden durmayacak, içerideki baskıyı arttıracaktır.
Bu sürdürülebilir bir baskı mıdır peki?
Şu anda öyle. Düşünün, Sur’u yıkmanın getirdiği bir kamuoyu desteği var. Sur’dan sonra kendine ne kadar güvendiyse, “Gezi’de Topçu Kışlası yapacağım” diyebildi. Bu, içerdeki çatışma siyaseti Erdoğan’a güven verdi demektir. Bunu gördüyse, bu siyasetin hâlâ sürdürülebilir olduğu anlamına geliyor Erdoğan açısından.
TÜRKİYE’NİN İRAN’I BLOKE ETME ŞANSI YOK
İsrail ve Rusya anlaşmalarının, Suriye’de Kürtlerin ilerleyişini durdurabilmek, İran’ın alanını daraltmak ve içeride de başkanlıkla ilişkili boyutları için ne söylersiniz?
İran’la ilgili siyaset yeni değil. Zaten Türkiye’nin birçok yerde, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da çok müdahaleci hale gelmesinin nedenlerinden bir tanesi, İran’ı bloke etmek. Bu yüzden de çok mezhepçi bir dış politika yürütüldü. Ama Türkiye’nin İran’ı bloke etmesi mümkün değil. Türkiye Irak’ta kaybetti, Suriye’de kaybetti, Lübnan’da esamesi okunmuyor. Yemen’de mesela İran’ı bloke etme adına Suudi Arabistan’ın akıl almaz saldırılarına destek çıkıldı. Bu, Yemen’i de kaybetmesine yol açtı. İran’ın güttüğü siyasetin başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Unutmayalım İran, Suriye yönetimine çok net bir şekilde destek vererek Batıyı, Körfezi karşısına aldığı bir dönemde nükleer anlaşmayı kotardı. Bu büyük bir diplomasi. Haliyle İran’ı bloke etme şansı olmayan bir Türkiye ancak İran’la yeniden birlikte çalışarak bölgesel olaylara etki edebilir.
ŞAM YÖNETİMİYLE BARIŞMANIN BEDELİ KÜRTLERE ÇIKARTILABİLİR
Peki, ya Kürtler boyutu?
Kürtler mevzusu çok karışık. Kürtler mevzusu hem hükümetin, hem devletin ortak reflekslerinin buluştuğu bir yerde duruyor. O yüzden de buradaki manevra iç politikadaki birçok dengeyle de alakalı. Cemaatle savaş/ tasfiye operasyonu ve Kürtlerle savaş askerin çok arzu ettiği ve şimdiye kadar yapamadığı bir şeydi. Bu iktidar bunu yapıyorsa burada bir ittifak şekillenmiş demektir. Bu ittifak geçici olabilir ancak içerdeki dengeler, Kürt meselesini biraz daha ayrı tutmayı gerektiriyor. Türkiye Rojava’da da geri adım atmak zorunda kalacak. Türkiye komşularla tekrar barışma ya da daha fazla komşu edinme siyasetini Suriye’ye taşımak isterse, bu durumda farklı arayışlar içerisine girebilir. Mesela Şam yönetimiyle barışmanın bedeli Kürtlere çıkartılabilir. Böyle bir taktik ya da böyle bir stratejiyi pişirebilirler.
Açar mısınız?
Yani eğer Kürtler Esad’la anlaşmazlarsa ve ABD ile ittifaklarını derinleştirirlerse, günün sonunda bizimkiler de Esad’a “Gel Kürtlere karşı birlikte ortaklık kuralım, buradaki Kürtlerin bu özerklik faaliyetlerine son verelim” diyebilirler mi? Derler. Ama buna Suriye yönetimi hazır mıdır? Değildir. Suriye yönetiminin de, Kürtlerin de kendi hesapları var. Kürtler de iki gücün kendisine karşı birleşmesine karşı fırsat vermemek için farklı ve daha esnek bir takım yaklaşımlar içine girebilir. Çünkü Kürtlerin de kullanabileceği bir takım denge unsurları oluştu. ABD ve Fransa ile kurdukları ittifak, ha keza Rusya’nın Kürtleri yanında tutma çabası, Kürtlerin de elinin çok boş olmadığı anlamına geliyor. Dış politikadaki bu açılım siyaseti şaşırtıcı bir şekilde belli yerlere kadar gidecektir ama hiçbir şey de eskisi gibi olmayacaktır.
NE RUSYA, NE İRAN, NE MISIR, NE DE SURİYE YAPILANLARI UNUTMAYACAK
Yani gerçek bir normalleşme olamayacak?
Evet. Ben ne Mısır’ın, ne Rusya’nın, ne İran’ın ne de bir barış olacaksa Suriye’nin bu hükümetin yapıp ettiklerini unutacağını sanmıyorum. Türkiye bir bedel ödeme sürecine girebilir. Bunlar her şeyi düzelttiklerini düşünüyorlar ancak ne Mısır bundan sonra Türkiye’nin Mısır siyasetiyle ilgili olarak el altından ayarlamalar yapmasına izin verir, ne Suriye yapılan bütün bu operasyonları unutup sıfırdan bembeyaz bir sayfa açar. Tabii ki kendi istikballeri için bir takım değişikliklere onlar da gideceklerdir. İran için de bu geçerli. Güven bunalımı var. Türkiye “biz hata ettik” diyerek bu güven bunalımını kaldıramaz. Çünkü aynı irade, aynı tarzla işleyiş devam ediyor. Yani bozarken de aynı kafa ve aynı mantaliteyle, yaparken de aynı mantaliteyle hareket ediyorlar. O yüzden Rusya bu saatten sonra uçakla ilgili belki misilleme yapmaz ancak onu unutacağını sanmıyorum. Uçak düşürmeyle ilgili soğuk bir intikam almak için fırsat kollayabilir. Diğer yandan Obama yönetimi de artık Erdoğan’a iyilik yapmayacak. AB içerisinde de Erdoğan karşıtlığı inanılmaz boyutlara ulaştı ve Türkiye aslında hiçbir gerçek değişim gerçekleştirmeden, insan hakları, temel hukuk, özgürlükler alanında bu kadar geri vites söz konusuyken, “Gel bakalım kaldığımız yerden devam edelim” demeyecekler. Mümkün değil!
SAHANIN REALİTELERİNİ ATLAYARAK KIRMIZI ÇİZGİ YÜRÜTEBİLECEKLERİNİ SANIYORLAR
IŞİD’in havaalanı saldırısının, Türkiye’nin Menbic operasyonuna karşı çıkamaması, ABD’nin Ankara’ya ‘Artık Kürtlerle çalışmalısınız” mesajını daha açık iletmesi gibi yansımaları olacağı söyleniyor. Katılır mısınız ve sizce iktidar bu mesajı alır mı?
Bunun etkisini sadece İstanbul saldırısıyla değil, Paris ve Brüksel’deki saldırılardan sonra da sahada gördük. Yani Kürtlere yönelik o kırmızı çizgilerin flulaşmasının, morarmasının bir nedeni de, IŞİD’ın batıyı vuran saldırılarıydı. Türkiye bu kırmızı çizgilerini yavaş yavaş değiştirebilir çünkü artık savunabileceği, tutunabileceği hiçbir şey kalmadı. Biraz önce değindiğimiz gibi, Türkiye’nin Rojava’daki politikasına karşı çıkan Kürtler, sol kesimler IŞİD’in önceki saldırılarının hedefi olmuş, iktidar da bunu çok dert etmemişti. Hatta bu saldırıları neredeyse meşrulaştıran çıkışlar sergilenmişti medyalarında. Ama bu saatten sonra kendi toplumuna da anlatamaz. Çünkü IŞİD artık her şeyi açık açık hedef almaya başlamıştır. Türkiye bu nedenle kendi argümanlarının gücünü kaybetti. İşte, Menbic’e zaten bir şey diyemiyor, Erdoğan, “Menbic’e Kürtler girmeyecek, sadece yardım edecekler” dedi kamuoyuna. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Operasyonu yürüten asıl vurucu timler YPG vs. iken bu realiteleri atlayarak bir kırmızı çizgi yürütebileceğini sanıyorlar ama olmaz. Yürütemezler. Bu saldırılardan sonra bu daha da zorlaşacaktır.
HESAP VERMEDEN ‘DÜN HAKLIYDIK, BUGÜN ÇARK EDERKEN DE HAKLIYIZ’ DİYEMEZLER
AKP medyası, yazar ve yorumcuları özellikle İsrail’e yapılan anlaşmayı eleştirenlere karşı şöyle bir savunma yapıyor; ‘Bunlar da küsüyoruz kızıyorlar, barışıyoruz yine kızıyorlar!’ Ne dersiniz, mesele bu kadar basit mi?
Büyük bir hezimeti büyük bir zafer gibi sunuyor olmaları eleştiriliyor. Yoksa barışmaları eleştirilmiyor. Yani “Rusya ile ya da İsrail’le niye barıştın?” demiyorlar. Ne yaptıysan, nasıl anlaştıysan açıkça, dürüstçe bu topluma anlat. Şeffaf ol. Mesela Gazze’ye abluka kalkmadığı halde kalkmış gibi davranma. “Hamas’la ilgili madde yok” deyip, arkasından Hamas liderlerinin kullandıkları diplomatik pasaportları bir anda geçersiz hale getiriyorsun. Mesele, bu ikiyüzlülük. Yoksa kavga da edilebilir. Onursuz olacak halimiz yok. Ülkenin çıkarlarının söz konusu olduğu yerlerde tavır almamız elbette ki gerekir. Ama İsrail’le küs olduğun dönemde bile ticareti beş katı artıracaksın, İsrail’e senin çocukların da gidecek gemilerini yanaştıracaklar ama bir taraftan Gazzecilik oyunu oynayacaksın, bir taraftan da İsrail’e her türlü kolaylığı sağlayacaksın.
Ben ABD ile Türkiye ittifakının çok onurlu bir ittifak olduğunu düşünmüyorum ama ittifak ilişkisinin de bir mantığı var. Eğer “Ben bu evlilikten vazgeçtim” diyorsanız, bunu net olarak ortaya koyarsanız, yönünüzü, ekseninizi ortaya koyarsınız. Ama böyle bir şey yok. Hem ABD’ye İncirlik’i açacaksın, birçok alanda ortaklığı sürdüreceksin hem de ha bire ABD’ye çatacaksın.
Mesela Mısır politikasında Mursi’ye “çık, seçim tarihi ilan et ve bu darbeyi önle” dendi. Türkiye ne yaptı, bunu istemediği için Mursi’ye “diren” diyerek dayattı. Yanlış yönlendirdi. Herkesin gördüğü darbe kaçınılmaz olarak geldi ve her şey alt üst oldu. Çok kanlı bir darbe gerçekleşti Mısır’da. Türkiye bundan sorumlu. Açıkça bunun hesabını vermek zorundalar. Hiçbir şey olmamış gibi olamaz. Nasıl Rusya’ya “Evet, iki ülke arasında olmaması gereken bir şey oldu” dedilerse, açık bir şekilde her yerde ne yaptılarsa hesabını vermek zorundalar. Hesap vermeden, “Dün haklıydık ama bu çarkı yaparken de haklıyız” diyemezler. Bizi aptal yerine koymasınlar!