Annemin koynunda saklanıp askerlerden kaçıyorduk
Şerif Karataş
Dahiliye Vekaleti, Mülkiye Müfettişi Hadi Bey 1926’ın başında böyle demişti.
Dönemin Başbakanı İsmet İnönü Mecliste yaptığı konuşmasında “...Oradaki vatandaşların işitmelerini isterim ki, cumhuriyet hükümeti oraya ıslah programını süs olarak, heves olarak götürmedi. Zorluklara uğrasa da, yaz ve kış bu programı biz orada uygulayacağız!” demişti. (*)
Ve Dersim’e “gereken ameliyat” yapılmıştı. Bir katliama dönüşen “ameliyat”ın açtığı yara ise hâlâ kapanmadı. Katliam sırasında çocuk olup da kurtulanlar bugün ömürlerinin son demlerini yaşıyorlar.Onların hafızalarında kalan en belirgin olay ise yaşadıkları katliam. Birçok olayı unutmaya başlamalarına karşın katliamda kendilerine yaşatılan o vahşeti unutmaları mümkün değil! Katliamda yaşananları tarihlerini karıştırsalar da yaşanan vahşet anları ise hafızalarının derinliklerindeki yerleri kendileriyle birlikte yaşıyor.
KATLİAM HAFIZALARINDA
Elazığ Esentepe Mahallesi’nde ikamet eden ve çocuklarının yanında olan Süleyman ve Selvi Eğri de katliam sırasında çocuklardı. Katliama ilişkin yaşadıklarını anlatmak üzere misafir oluyoruz. Sıcak karşılanmadan sonra yaşadıklarını anlatmak üzere onları dinliyoruz.
Selvi Eğri, katliama ilişkin yaşadıklarını anlatmasını istediğimizde Zazaca konuşmaya başlıyor. Tabi katliamın korkusuyla ve yaşının ilerlemiş olmasının etkisiyle, cümleleri tamamlayamadan konuşuyor. Katliam sarısında Xaçeldi (Haçeldi) köyünde olan Selvi, katliama ilişkin hatırladıklarını şöyle anlatıyor: “Annem koynunda saklayıp askerlerden kaçıyorduk. Bizi koynunda saklayıp geziyorduk. Uçaklar geziyordu. Bombalar atıyordu. Bombalar atılıyordu.. Bize değmesin diye, annem bizi taşın altında yer varsa, oraya atıyordu.” Bu söylediklerini sürekli tekrarlıyordu. Hasta olduğu için Onu çok da yormak istemiyoruz.
Süleyman Eğri, yaşadığı bütün acılara karşın neşeli. Kılamlar söylüyor. Eşine takılarak şakalaşıyor. Katliam sırasında Tornoba tarafından bulunan Çayüstü köyünde olan Süleyman Eğri, katliama ilişkin yaşadıklarını zaman olarak karıştırsa da yaşanan vahşeti ortaya koyuyor. Aç bırakıldıklarını sürekli anlatan Eğri yarı Türkçe yarı Zazaca olarak anlatıyor. “38 hareketinde kimse dil bilmiyordu. Zeranik’te karakol vardı. Biz Türkçe de bilmiyorduk. Okumamıştık. Atatürk’ü de tanımıyorduk. Subaylar geliyordu. Selam veriyordu. Kimse anlamıyordu. Gidin mahallede dolaşın, her mahalleden bir kişi karakola gelsin. Subaylar buradalar gelsinler, sizi istiyorlar. Hepimiz bir mahalleye gittik” diyen Eğri, katliam için başlatılan harekat hakkında bilgi veriyor.
100 KİŞİYİ SÜNGÜYLE ÖLDÜRDÜLER
Harekat başladıktan sonra askerin köye geldiğini ve üç gün içinde köyü boşaltmalarının istendiğini anlatan Eğri, askeri komutanın muhtara, “Acele etmeyin kaçın sizi öldürürler” dediğini söylüyor. Sonrasında yaşananları ise Eğri şöyle anlatıyor: “Biz kaçtık. Dağda ekmek yok bazı yerlerde su yok. Demenuşağında bir yerde 4-5 kişi gittik, belki yüz kişi var. Uçaklar geziyor. Uçaklar bombalar atıyor. Yer derin. Bombalar yetişirse adam ölüyordu. Yarısı öldü. Yarısı da kaçtı.” Bir ay dağlarda saklanarak gezmek zorunda kaldıklarını anlatan Eğri, tanık olduğu bir katliam anını da şöyle anlatıyor: “Karakol vardı Laç Deresi’nin üstünde. Biz de karşıda yüksek bir kayalıktaydık. Halbori’nin altından oradaki karakola götürdüler. Karakolun önünde su var, arkası ise düz yer. 100 insan vardı. Silah sesi çıkmıyor. Komutan. süngü ile öldürün atın diyor suyun içine. 100 yakın insanı orada suya attılar. Oradan iki kişi kurtardık. Biri Demenan’lardan biri de Loluş’du.”
Dağlarda gezdiği sıra içinde, ayaklarını artık hissedemez duruma geldiğini söyleyen Eğri, ayak tırnaklarının çürüdüğünü anlatarak, kurşun yediği kalçasını gösteriyor.
Amcasıyla Elazığ’a gelip teslim olduklarını ifade eden Eğri, “Beni ta Denizli’ye gönderdiler. Denizli’de çoğu 9 yıl kalırken, ben bir yıl kaldım” diyor. Sonrasında köye döndüklerini anlatan Eğri, “Evlerimiz yoktu. Devlet de yardım etti, köylüler de kendi imkanlarıyla evlerini yaptı” diyor.
ÇİLE VE AÇLIK GÖRDÜK
Askeri harekatta Mikükseyi (Tepsili) köyünde olan Hüseyin Artut, 1994’te köylerinin boşaltılmasından dolayı şimdi Ovacık merkezde kalıyor. Yaşının ilerlemiş olmasına rağmen, iş yaparken görüştüğümüz Hüseyin Artut, “38’i burayı haydut mıntıkası gibi kaldırmak istiyordu. Bahane buluyordu, vay siz haydutsunuz Alevisiniz sonrasına 38 oldu” diyor.
Askeri harekat olduğunda 15 yaşında olduğunu anlatan Artut. “Köydeydim. Hanuşağına gittik. Birkaç gün dolaştık, tekrar dönüş yaptık. 40 gün dağda kaldık. Aç kaldık, toprak yiyorduk. Sırtımızda ne çanta ne ekmek vardı. Hayvanımız yok. Zaten hayvan olsa da bize bela olur. Bizim orda 12 kişi vuruldu. Askerler ormanda kurşuna dizip öldürüyorlardı. Ben köydeydim Kırgınan’ın içindeydim. Bizim o mevkide kimse yoktu. Büyükköylü Haydar vardı ve çevre köylerde birkaç kişi vardı. 12 gün kaldık. Kırgınan’ın içinde emmi ile orada kaldık. Babam burada kalmıştı. Öldürenleri kaldırıyorlardı. 40 gün ormanda kaldık. Baraka gibi yaptık. Kar yağdı kaldık” diyor.
40 gün sonra askeri alayın geri çekildiğini anlatan Artut, sürgün kararının kalkmasıyla birlikte babasının da Ovacık’a geldiğini söyleyerek, “Bizi sürgün ettiler. 7 sene sürgünde kaldık. Gelen geldi. Gelmeyen orada kaldı. Biz çileden ve açlıktan başka bir şey göremedik” şeklinde anlatıyor. Artut, 1994’te yaşanan köy boşaltmalarının ise ‘38’den beter olduğunu ifade ediyor.
* 1931 ve ‘35 Kütahya Milletvekilliği yapan ve gazeteci- yazar olan Naşit Hakkı Uluğ “Tunceli Medeniyete Açılıyor Kaynak Yayınları
YARIN: 12 Eylül ve 1994 köy boşaltmaları
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et