05 Mayıs 2012 11:49

Neoliberal kentleşmenin öyküsü: Ekümenopolis

Her şey Dünya Bankasının Türkiye’den birkaç kenti metropolleştirmesini istemesiyle başladı. Ve İstanbul bu emre karşılık verilen ilk kurban kentimiz oldu. Önce gökdelenlerden oluşan ticaret merkezleri ardından, 2. köprü derken, hızla yüz değiştiren asude İstanbul, artan nüfusuyla da varoşlarını yarattı. Taşı toprağı al

Neoliberal kentleşmenin öyküsü: Ekümenopolis
Paylaş
Sevda Aydın

Özellikle son 10 yılda, Dünya Bankası’nın raporlarında İstanbul, finans ve hizmet kenti olarak görülüyor, diğer dünya kentleri ile yarışa soyunuyor. Bu yarış yabancı sermayeyi çekme yarışı. Buna son örnek geçtiğimiz günlerde İstanbul’da açılan Trump Towers’ın alışveriş merkezi Trump Towers Mall oldu. “Yatırım için en karlı kent burası” diye pazarlanıyor İstanbul. Buna bağlı olarak da sermayenin önüne engel olarak çıkabilecek hukuksal ve kamusal tüm denetimler yasa ve yetki değişiklikleriyle ortadan kaldırılıyor. Bu aynı zamanda kentin kullanıcılarında da bir değişimi öngörmekte. İşte ‘kentsel dönüşüm’ denen olgu da tam burada devreye giriyor. TOKİ ve belediyeler, özel yatırımcılarla işbirliği içinde ‘çılgın’ dönüşümler gerçekleştiriyor. Bu ‘vizyon’un oluşturduğu iş birliği, uyumsuz görünecek gecekondu halkını şehrin dışında kurulan yerleşimlere sürerek umutsuzluk ve çaresizlikle baş başa bırakıyor. Mahallelerimize giren buldozerlerin neden çıkmadıklarını son 10 yıldır sürekli sorguluyoruz. Bu sorulara biraz da olsa cevap olabilecek bir belgesel film önceki gün vizyona girdi. ‘Ekümenopolis’ neoliberal kentleşmenin hayatımıza yansımalarını, neden olduğu yıkımları ve bunların sonuçlarını ele alıyor. Ekümenopolis, 1967 yılında Yunan şehir plancısı Constantinos Doxiadis tarafından ortaya atılan, günümüzün kentleşme ve nüfus artışı hızları gözönüne alındığında, gelecekte dünyadaki bütün kentleşmiş alanların ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı fikrini temsil eden bir terim. 29 Nisan’da Taksim Gezi Parkı’nda sokak galası yapan belgesel, Beyoğlu Majestik ve Ankara’da Kızılırmak Sineması’nda gösterimde.
Ekümenopolis’in Yönetmeni İmre Azem kendisinin değil sadece filminden fotoğraf kareleri  paylaşmamızı arzu etti.

İstanbul’un ana sorunları; şehircilik, mimarlık, sosyoloji, ekonomi, ulaşım sürekli tartışılıyor. Bütün bunları bir belgeselle anlattınız. Nasıl gelişti bu proje?
Kentsel dokunun tahribatı, kentsel dönüşümle tehdit altındaki mahalleler, trafik sorunu… bunları ben sorun olarak görmüyorum. Bunlar aslında kent üzerinden dışa vuran sonuçlar. Sorunlar ise sistemsel olarak daha derinde duruyor. Ben böyle baktığım için filmi yaparken maksadım sistemsel bir eleştiri getirmek ve bunu kent üzerinden yapmak. Çünkü kent, hepimizin yaşadığı bir yer ve sistem içindeki bozuklukları, saydığımız dışa vurumlar sayesinde net ve fiziksel olarak gözümüzün önüne seren yerlerdir. Uzun süredir kentlerin üzerindeki tahribatı gözlemliyordum ama bunların altında yatan dinamikleri ortaya çıkarma isteği beni filmi yapmaya motive etti.     

NEOLİBERAL KENTLEŞME MAHALLE KAVRAMINI YOK EDİYOR

İstanbul varoşlarındaki gecekondu yıkımları ve geleneksel mahalleden sınıfsal farklılıkları öne çıkaran mahalleleşmeye geçiş hızla yayılıyor. Bu sizce nasıl okunmalı?
Yaşadığımız neoliberal kentleşme süreci mahalle kavramını yok eden bir süreç. Mahalle bakkalıyla, manavıyla, kasabıyla, sokakta oynayan çocuklarıyla oluşan ilişkiler mekanıdır. Siz o mahalleyi yıkıp, TOKİ konutlarına taşıdığınız zaman bu ilişkileri koparmış oluyorsunuz. Yaşanan deneylerde de gördük bunu. Sulukule örneğin, bin yıllık geçmişi olan bir mahalle. Dünyanın neresinde bu kadar eski bir mahalle var! İnsanları bu geçmişten koparıp, dikilen binalarla ilişki kurmaya zorlayamazsınız. Neoliberal kentleşme sınıfsal ayrılıkları, mekansal ayrılıklara da çevriyor. Yani kenti mekansal olarak sınıflara bölüyor. Şehir planlamasına aykırı olarak yapılan bir gökdelenler eninde sonunda yıkılır. Bunu Çin’de, Avrupa’nın bazı kentlerinde görüyoruz. Bizim ülkemizde de kesinlikle olacak bu.  10-20 sene sonra gökdelen yıkmak büyük bir endüstri olacak. Gökdelen yıkımı üzerine uzmanlaşmış şirketler olacak.

ÜNİVERSİTELER DE MEDYA GİBİ BU SÜRECİN ORTAĞI

Filmden bir ayrıntıda; kentin bir çok noktasında araba hurdalıkları görülüyor. Araba reklamları ve araba satışlarındaki patlamalar nihayetinde, kentin büyük araba hurdalıkları ile dolma  tehlikesinden bahsetmek için çok erken diyemeyiz o halde…
Bu artan araba sayısını işaret ediyor. İlk başta dediğim gibi, bunlar temel nedenlerin dışa vurdukları. Bu hurdalıklar neyin dışa vurumu? Başbakanımız övünerek meclis kürsüsünden rakamlar veriyor. ‘bizim dönemimizde günde 700 araç trafiğe çıktı.’ Bunu bir gelişmişlik göstergesi olarak söylüyor. Esas problem burada. Çarpık ve ilkel gelişmişlik anlayışında. Yapılan konut sayısını, satılan araç sayısını gelişmişlik göstergesi, hatta tek gelişmişlik kıstası olarak görürseniz, o zaman şehirler de hurdalığa döner. Buradaki bağlantı çok net. Çağdaş gelişmişlik anlayışı ülkedeki gelirin eşit bölünmesi üzerinedir. Ancak eşit ve adil bir gelir dağılımıyla daha yaşanılabilinir kentler inşa edebilirsiniz. TV ve gazetelerde her gün boy boy konut ve araba reklamı yer alıyor. Medyanın reklamdan geçindiği bir ortamda bu kentleşmeyi kim, nasıl eleştirebilir?

Medyanın tam manasıyla bir eleştirisi yok, mimarlar ya da akademisyenler içerikli bir eleştiri getiremediler...
Evet. Akademisyenler, üniversiteler bile kentsel dönüşüm konusunda belediyelerle ortak proje üretiyorlar. Üniversite çatısı altında bu sürecin bir parçası haline geldiler.


İMECE USULÜ BİR FİLM OLDU

Belgesel birçok festivalden ödül aldı. Neden vizyona bu kadar geç girdi?
Birinci neden Türkiye’deki sinema sektörünün tekelleşmesi. Büyük filmlerin şansı daha fazla Türkiye’de. İkinci olarak, belgesele olan önyargı etken. Türkiye’de belgesel; hayvan, börtü, böcek gibi algılanıyor. Belgeselin de seyredilebilir olduğu, geniş kitlelere hitap edebileceği pek kabul edilmiyor. Biz biraz bunu da yıkmaya çalışıyoruz. ‘İki dil bir bavul’ belki bunu biraz yıkmıştır. Bir de tabii maddi sebepler var. Sinemaya çıkmak karlı bir iş değil. Zaten biz maddi bir gelir bekleyerek yapmadık bu filmi. Ama bir çok insan destek oldu. İmece usulü bir film oldu diyebiliriz. Sadece sinemaya çıkabilmesi için kitlesel fonlama yöntemiyle bir fon oluşturduk. Masrafları da oradan karşıladık, ancak o zaman çıkabildi vizyona. 2 dijital kopya giriyor. Beyoğlu Majestik, Ankara Kızılırmak Sineması. Bizim için önemli olan bağımsız sinemalarda girmesi. AVM veya zincir sinema salonlarında girmek istemedik.


KİM POLİTİKACI, KİM SERMAYEDAR BELLİ DEĞİL

Ayazma’da ‘yaptım oldu’ diyen Ağaoğlu’yla bugün yıkım ekiplerini mahallelere götüren belediyelerin ‘yaptım oldu’ demeleri bir niyet birlikteliğini mi gösteriyor?
Bizim için önemliydi Ağaoğlu’nun belgeselde olması. Ayazma ve İstanbul özelinde yaptığı projelerle bu konun bir parçası durumunda. Küçükçekmece Belediyesi bize röportaj vermedi. Bizde en azından Ağaoğlu’nun görüşlerini almak istedik. Zaten protokolü beraber yaptıkları için sermaye ve politikacıları birbirinden ayırt etmiyoruz. Beraber hareket ediyorlar, bir ittifak var. Çizgiler de belli değil; kim politikacı? Kim sermayedar? Nişantaşı’nda yeni yapılan rezidans projesine baktığımız zaman ortaklarının tamamı milletvekili. Böyle içiçe geçmişlik var siyasetçilerle sermayeciler arasında.


AKM VE EMEK SİNEMASI MİSYONLARINA KAVUŞACAK

AKM, Emek sineması, Beyoğlu’nun eski binaları yıkım tehdidiyle birlikte yaşıyor. Kent hafızası bu yıkımlardan nasıl etkilenir?
AKM ve Emek sinemasında gördüğümüz şey, Türkiye’deki genel özelleştirme eğiliminin sanata yansıması, yani sanatın özelleştirilmesi. AKM ve Emek sineması kamusal bir mekan ve kamusal görevleri var. Buraları ticarileştirdiğiniz zaman işlevlerinden tamamen kopartmış oluyorsunuz. Demirören’in yanında bir AVM sinemasına dönüşecek Emek Sineması. Bütün tarihi değeri kaybolacak. AKM’e de X şirketinin toplantılarına salon olacak. Aslında bu salonların sanat üretmesi lazım. Ben bütün bunların geri dönüşü olacağına inanıyorum. Eninde sonunda bu misyonlarına tekrar kavuşacaklar.

ÖNCEKİ HABER

Yargılasak da mı aklasak yargılamasak da mı aklasak?

SONRAKİ HABER

Genç tiyatroculardan tam porsiyon tepki

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa