10 Temmuz 2016 01:15

Mahmut ÇINAR

“Suriyeliler” meselesi, sahte Türk misafirperverliğinin de turnusolu. Bugün, olmayan iyi niyetlerden, kucaklayıcı ve kalender Türk milletinden, paylaşmayı seven mütevazı insanların cennet vatanından falan bahsedebilecek yüze sahip olan var mı aramızda bilmiyorum; ben buna zaten hiç inanmadım.
Bu ülkenin insanları, vicdanlarını günbegün kaybediyor. Saldırgan, küfürbaz, faşizm nüvesi giderek güçlenen bir dil, sıradan “Türk” insanının gündelik dili oluyor. Savaş zamanında, kriz zamanındayız evet; ve kriz zamanlarının, toplumun köklerine aşılanmış nefretin filizlendiği, dikenlerini göğe uzattığı zamanlar olduğunun da farkındayım. Milliyetçiliğin, toplumsal muhafazakârlığın, ötekine tahammülsüzlüğün hep hâkim olduğu bir toplumda, Suriyeli mültecilerin karşılaştığı muameleye de şaşırmıyorum. Bu kez şaşırdığım, nefretin bu denli aşikâr, bu denli utanmazca ve bu denli kamusal biçimde dile getiriliyor, getirilebiliyor olması.
Son dalga, geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kilis’te katıldığı iftar davetinde Suriyeli mültecilere vatandaşlık verileceğine dair konuşmasıyla patlak verdi. Sosyal medya, sokak sohbetleri, gündelik politik tartışma alanları bir kez daha Suriyeli nefretiyle doldu, taşıyor. #suriyelileriistemiyoruz ve benzeri etiketlerin altında akla hayale gelmez bir nefret dalgası büyüdükçe büyüyor. Argümanlar, toplumca beynimizi kullanmayı ikinci plana atmış olmamızın ne kadar ciddi sonuçlar doğurduğunun da kanıtı: “Çalışmadan yan gelip yatıyorlar”, “Vergi ödemiyor, sınavsız üniversiteye giriyor, bizim vergilerimizle yaşıyorlar”, “Sağlıktan bedava yararlanıyorlar”, “Türkler iş bulamazken bütün işleri kapıyorlar”... Ancak en kötüsü sanırım, “Vatanlarına sahip çıkmayan, ülkelerini satan Suriyeliler...” algısı. Unutmayın, savaştan, zulümden, ölüm ve tecavüzden kaçan bir halktan bahsediyor milli gurur dolu yurttaşlarımız.

HENÜZ MÜLTECİLİK STATÜSÜ VERİLMEDİ

Vatandaşlık meselesi, Cumhurbaşkanı’nın strateji oyununun bir parçası olarak tartışılmalı elbette. Henüz mültecilik statüsü verilmemiş, mültecilik haklarından bile yararlandırılamamış milyonlarca insana neden vatandaşlık verilir? Ülkede sağlık, eğitim, barınma gibi temel insani ihtiyaçlardan kolayca yararlanabilsinler diye ise, malum bunun için vatandaşlığa gerek yok. Dahası, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak, bu haklara sahip olmak anlamına ne yazık ki gelmiyor. Biz “vatandaşlar”, hastane sıralarında, çocukluğumuzu, gençliğimizi paraladığımız sınav sistemlerinde, ifade özgürlüğü, insan hakları gibi konularda dünyanın son sıralarında yerleştiğimiz koltukta geçiriyoruz ömrümüzü; o da eğer bir bombanın hedefi olmadıysak henüz...
Ancak vatandaşlık meselesini, toplumsal-politik bir kavram olarak tartışmaktan uzağız. Bunun yerine yukarıda da örneklerini verdiğim bir hamasetin, sokaktaki Suriyeliyi hastanelik etmeye varan pratik uzantılarıyla uğraşıyoruz.
Kıymeti sansasyon sevmesinden menkul bir modacı, geçtiğimiz Perşembe günü bu hamasete tercüman olan on binlerce “tweet”ten birini attı: “Vatanını satıp kaçmış üç milyon uyuzu bize taze kan diye sokuşturmaya kalkanlar var...” Nefretin “utanması” olur mu bilmem ama nefret söyleminin en utanmaz örneklerinden biri bu. Yerinden, yurdundan olmuş üç milyon insana, hani çocukları yer altındaki atölyelerde yok pahasına, en korkunç koşullarda çalıştırılan, evsiz barksız bırakılan, gittiği her yerde kimseye reva görülmeyecek davranışlarla karşılanan, kızları Türkiyeli erkeklere ikinci, üçüncü eş olarak satılan, sınır boylarında tecavüze uğrayan insanlara “uyuz” diyebilmek... Yerin dibini görmüş olmak, ahlaken hakikaten çökmüş olmak bu olsa gerek.

IRKÇI GÜRUHUN ÖN SIRASINI ELİNDE BAYRAKLA ALABİLMEK

Bunları bir yana bırakarak şu yabancı düşmanlığı dolu milli gururu göğüslerinde taşıyan milyonlarca “Türk”ün ülkesinin geçmişine kısaca bir bakmayı öneriyorum. Şimdi, burada bir gen haritası çıkaracak değiliz tabii... Ancak “kendisi de dâhil”, kimseyi sevmeyen bu vatan evlatlarının 93 Harbi’nde Kafkasya’dan, Balkan Savaşları sırasında Balkan ülkelerinden, Trablusgarp’ten, Girit’ten, Birinci Dünya Savaşı boyunca Arap Yarımadası’nı da kapsayan dört bir cepheden, mübadelede karşı kıyıdan, velhasıl savaşın olduğu her yerden, “oradan buradan” kaçıp Anadolu’nun ortasına sığınmış olanların torunları olma ihtimalleri... Gerektiğinde gurur vesilesi olan ailedeki Abhazlık, Çeçenlik, Selaniklilik, Musulluluk, Araplık, Rumluk; göçmenlik meselesi, söz konusu diğer göçmenler olduğunda nasıl da unutuluveriyor. Mesela o meşhur modacı, ailesinin Selanikli olmasından gurur duyarken, hem ailesinin sürgünlerle oradan oraya göçmüş yüz binlerin bir parçası olduğunu hem de kendisine ve soyadına yıllardır yapılan, “dönme”, “Sabetayist”, “kripto Yahudi” temalı ırkçı saldırıları nasıl da unutup o ırkçı güruhun ön sırasını elinde bayrakla alabiliyor. İnanılmaz...
Hemen her ailenin bir ya da daha fazla ferdinin, okuma yazma dahi bilmeden gittiği Avrupa ülkelerinde yaşadığı utanç dolu ayrımcılığı hatırlatmak, “Yahu size reva görüleni nasıl reva görürsünüz başkasına?” demek dahi istemiyorum. Duygudaşlık ve diğerkâmlık çoktan beridir kupaların, çantaların, ayraçların üzerine basılan “unutulmuş” kelimelerden oldu malum.
“Suriyeliler” meselesi, sahte Türk misafirperverliğinin de turnusolü. Bugün, olmayan iyi niyetlerden, kucaklayıcı ve kalender Türk milletinden, paylaşmayı seven mütevazı insanların cennet vatanından falan bahsedebilecek yüze sahip olan var mı aramızda bilmiyorum; ben buna zaten hiç inanmadım. Ancak, kimi zaman belli belirsiz görünür olan küçük tevazu ve paylaşma duygusunu da çoktan yitirmişiz, kabul edelim.
Bu öfkeli yazıda, örnekleri verilen yüzsüzlüğün az dışında kaldığını düşünen ve her sözüne “ırkçı değilim ama...” diye başlayan, kendisini “solcu”, “vatansever” vesaire diye tanımlayan insanların “Ama onlar da...” diye süren cümlelerine hiç değinmedim. Tek bir nedeni var: Hayır efendim, sandığınızın aksine ırkçısınız!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et