14 Temmuz 2016 00:24

Yasal bir soygun: ‘Varlıklıların barışı’

AKP’nin yasalarından bir tanesine verdiği isim ‘Varlık Barışı’. Ama AKP yasasının cazip tarafı paranın yıkanması için herhangi bir bedel ödenmemesi.

Paylaş

Semih HİÇYILMAZ

AKP’nin Meclise sevk ettiği torbanın içersinde bulunan yasalardan bir tanesine verdikleri isim ‘Varlık Barışı’ yasası. Torbanın komple oylanarak kabul edilmesiyle birlikte bu yasa da torbadaki diğerleri gibi yasalaşarak yürürlüğe girecek. Ne varsa torbaya doldurulması ve hepsinin birlikte geçirilmesi tombalacıların çift cebi olan ‘İzmir Torba’sını hatırlatmakta. Torbanın içersinde bulunan şoför esnafının ÖTV indiriminin propagandası yapılırken arkadaki cepten varlıklılar için bir kıyak paketi çıkmakta.
Bahsettiğimiz yasanın adına AKP Hükümeti ‘Varlık Barışı’ yasası demekte. Yasanın özü ise yurt dışında kayıt dışı parası olanların sorgusuz sualsiz paralarını yurt içine getirip yasallaştırılması ile ilgili. Her zaman yurt dışında birilerinin kayıt dışı servetleri bulunmakta. Bu tüm kapitalist ülkelerde böyle. Normal prosedürde belli bir bedel karşılığı, çeşitli yöntemlerle bu paralar yıkanarak aklanmakta. Ama AKP’nin çıkarmak istediği yasanın cazip tarafı ise paranın yıkanması için herhangi bir bedel ödenmemesi. İçine düşülen ekonomik çıkmazı bir nebze atlatabilmek için bilabedel yıkama faaliyeti düzenlenmekte Türkiye Cumhuriyeti hükümeti eliyle.
Hükümet ve yandaşı medya bu yasayı ‘Yeni bir toplumsal barışın tesis edilmesi’ olarak anmakta. Ama işin özü yurt dışında kayıt dışı parası olanların parasını legalize etmek olunca bu ne kadar toplumsal olabilir? Bu yasanın toplumun geneline mal olabilmesi mümkün mü? Toplum dediğinizin bir yanında zenginler, iş adamları, patronlar bulunurken öte yanında işçiler, memurlar, köylüler bulunmuyor mu? Nüfusun yüzde beşinin ülke gelirlerinin yüzde doksanına sahip olduğu ortada olduğuna göre bu ‘barış’ nasıl oluyor da herkesi ilgilendiriyor? Ay sonunu bile getirmekte zorlanan milyonlarca emekçinin payına ‘yokluk’ düştüğünden demek ki ‘varlık’ yasanının onlarla bir ilişkisi yok. Aldıkları ücretle zor geçindiklerinden, buradan bir şeyler artırıp, yurt dışına kaçırıp, sonra da yıkamak için geri getirmeleri milyonları bulan ‘yokluk’ kesimine göre değil. Aldıkları maaşlardan ötürü mal varlıkları zaten ortada. Can Yücel’in ‘İpimle kuşağım’ diye başlayan mal beyanı hesabı.

VERGİYİ KİM VERİYOR?

Peki, bizim gibi her kapitalist ekonomiye sahip ülkede zaten ‘varlıklılar’ için her şey düşünülmemiş mi, düzenlenmemiş mi? Elbette düzenlenmiş. Yönetmenlikleri, kanunları hepsi halka karşıdır. Örneğin geliri olan herkes devlete vergi vermek zorundadır. Ancak vergi yasaları a’sından z’sine ‘varlıklıların’ çıkarları için düzenlenmiştir. Gelirine göre vatandaşlardan ortalama yüzde 25 civarında vergi alınmaktadır. Burada kaba bir eşitlik var gibi gözükmektedir. Bir fabrika işçisi, bir kamu emekçisi daha maaşını almadan gelir vergisi otomatik olarak kesilmekte, kalanı kendisine verilmektedir. Bunun başka bir olanağı yoktur. O ay katakulli yaparak daha fazla maaşı cebe indirmek olanaksızdır. Yasalar, yönetmenlikler buna niyet etmeye bile olanak tanımamaktadır. Patronların, zenginlerin de gelirlerine göre vergi verdikleri söylenmekte, vergi yasaları karşısında eşitlikten dem vurulmaktadır. Üstelik çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alındığı söylenerek herkese eşit davranıldığının propagandası yapılmaktadır. Ama gerçek böyle midir? Vergi yasalarına göre ücretliler dışındakiler, yani patronlar geliri ile gideri arasındaki farkın vergisini vermektedir. Bir ayda milyarlar, trilyonlar kazanan bir patron giderlerini kitabına uydurup da gelirlerine denk getirirse vergi ödememektedir, çünkü geliri yoktur! Bu giderlerin doğru olup olmamasının bir önemi yoktur. Önemli olan kağıt üzerinde bu işlemi denk getirebilmektir. Patronlar için düzenlenen yasalar demektedir ki, ‘Bakın adamcağız bu yıl fazla masraf yapmış, kâr etmemiş, neyini alalım vergi olarak’. Peki aynı denklemi işçilerin, emekçilerin gerçekleştirme şansı var mıdır? Emekçilerin aldıkları maaşın ay sonunu bile getirmediği ortada. Köyden gelen bulgur, peynir olmasa, herkesin cebindeki beş altı bankanın kredi kartlarıyla ondan alıp buna yatırarak ekonomi profesörlüğü yapılmasa kimse ayın ortasını bile göremez. Peki bir işçi yıl sonunda tüm giderlerini belgelese, bu gider belgelerinin maaş bordrosuyla ayni civarda olduğunu kanıtlasa, sonra da ‘12 ay boyunca benden kestiğiniz vergileri geri verin, bakın giderim ile gelirim aynı’ dese devletten zırnık alabilmesi mümkün mü? Hayır, çünkü yönetmenlikleri, yasaları hepsi halka karşıdır. Yasalar işçilerin, emekçilerin çıkarları için düzenlenmemiştir. Tüm yasalar zenginler içindir.

SICAK PARAYA DUYULAN İHTİYAÇ

Peki tüm yasalar zenginler için olduğuna göre bu yeni yasaya neden ihtiyaç duyuldu? Zaten istedikleri kadar kazanıp istedikleri kadar vergi vermiyorlar mı? İşte yasanın adındaki ‘barış’ burada gizli. Kapitalistler yasalara göre vergi vermemek için her zaman hileye başvururlar. Bazı gelirlerini kayıt dışı tutarlar. Bazen yasa dışı işler yaparak servet elde ederler. Bazıları rüşvet alır, bazıları yolsuzluk yapar. 17-25 Aralık’ta ortaya saçılan dönen yolsuzlukların, rüşvetlerin, buralardan elde edilen paraların belgeleri bunun kanıtı.
Çeşitli sermaye grupları birbirlerine güvenmediğinden vergilerini vermedikleri paraları yurt dışında güvence altında tutarlar. Kendi koydukları yasalar kendi servetlerini tehdit eder gibi hissederler. Kapitalistler arasında kardeşçe paylaşım diye bir şey olmadığından ‘hep bana hep bana’ derler. Beriki ötekinin ayağını kaydırıp onun servetini de cebine atmaya çalışır. Hepsi birbirinin pisliğini bilir. Tamamı aynı cürufta yıkanmıştır. Ama ülke ekonomisi giderek daha kötüye gittiği dönemlerde, sıcak paraya ihtiyaç her zamankinden daha çok hissedilir. Hasımlıklar, birbirinin servetini çekememeler geçici olarak ötelenir. Siyasi hesaplaşmalar ertelenir. Bunları söyleyenlere de hemen ‘servet düşmanı’ yaftası yapıştırılır.
Bunlar “namuslu” iş adamlarıdır, “Çalışıp kazanmışlardır”, beş parmağın beşi de bir değildir ki, bazıları fakirdir o ise zengin. Peki bunlar bu kadar namuslu olsalar, dürüst yoldan para kazansalar o para niye yurt dışı bankalarında saklanmaktadır? Niçin kayıt dışıdır? Yasal olarak belgelendirilmiş ve vergisi verilmiş olsa of-shore bankalarının gizli hesaplarında ne aramaktadır?
Kimdir bu patronlar? Örneğin Saray’a yakınlığı ile bilinen Mehmet Cengiz bunlardan biridir. AKP Hükümeti iktidarı boyunca aldığı ihalelerin haddi hesabı yoktur Cengiz’in. Panama Belgelerinde ismi geçmektedir yurt dışında of-shore bankalarda birçok hesabı olduğuna dair. Hani şu Cerrattepe’de ormanları yağmalamaya soyununca Artvin halkının direnişiyle karşılaşan Cengiz. Hani şu telefon kayıtlarında ‘milletin …na koyayım’ diyen Cengiz.

HEP AYNI CEVAP: ‘BANA MI SORDUNUZ?’     

Varlıklıların Barışı’ yasası ilk değil. Daha önce de çeşitli zamanlarda benzer yasalar çıkarıldı. Kayıt dışı ve kara paranın aklanması için gerekli düzenlemeler yapıldı. Uzun yıllardır iktidarda olan AKP her zaman tüm millete hizmet ettiğinin propagandasını yaptı. Uygulamalarıyla tüm önceki iktidarlardan farklı olduğunu iddia etti. Oysa ki Tayyip Erdoğan ve hükümetleri neoliberal ekonominin en önemli uygulayıcısı olan Turgut Özal’ın izinden doludizgin koşmaktadır.
Dönüp Özal dönemini biraz hatırlayalım.
24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlar ile Türkiye’nin uluslararası sermayenin güdümüne tam olarak girmesinin önü açıldı. Faizler ve döviz fiyatları serbest bırakıldı. Yapılan devalüasyon ile Türk lirasının değeri döviz karşısında yüzde 70 oranında düşürüldü. IMF ve uluslararası tekellerin istek ve ihtiyaçları doğrultusunda, stratejik sanayi alanlarına, tarım ve hayvancılığa yapılan sübvansiyon ve desteklemeler kaldırıldı. Kaynağı belirsiz her tür paranın aklanması serbest bırakıldı. Ancak bu kararlar işçi sınıfının ve devrimci mücadelenin terör ve zorla bastırıldığı koşullarda uygulanabilirdi. Onun içindir ki 24 Ocak kararları ancak 12 Eylül darbesinden sonra hayata geçirilebildi.
Darbe döneminde banker adı verilen soyguncu kuruluşlar, halkın küçük tasarruflarına göz dikti. Kısa sürede zengin olunacağının propagandası yapıldı. Yüksek faizler vadedildi. Herkes neyi var neyi yok satarak, gelecek paralarla lüks yaşam hayalleri peşine koştu. Ama birkaç ay içersinde bu bankerler paralarla birlikte ortadan kayboldu. Yüz binlerce bankerzede daha düne kadar yasal olarak para toplamasına izin verilen bankerlerin dolandırıcılığı üzerine hükümetin kapısına dayandı. Cunta Hükümetinin ekonomisinin başında bulunan Turgut Özal ‘Bankerlere para yatırırken bana mı sordunuz’ dedi. Oysa ki iki gün öncesine kadar bankerlere destek için yapılması gereken her düzenlemeyi yapıyordu. Tayyip Erdoğan’ın üç gün önce İsrail’e posta koyarken, Mavi Marmara gemisinde ölenlere hamasetle sahip çıkarken, üç gün sonra ‘Bana mı sordunuz Mavi Marmara’yı gönderirken’ demesi gibi. Demirel’in dediği gibi ‘dün dündür bugünde bugün’.

ÖZAL’DAN ÖZEL DESTEK!

Sonraları bankerlerin çoğunun büyük sermayenin payandası olduğu ortaya çıktı. Halkın tasarrufları, elindeki avucundakiler büyük sermayeye peşkeş çekilmişti. ANAP’ın cuntanın devamı olarak iktidara geldiği dönemde hayali ihracatçılık ve kaçakçılık teşvik edildi. Özal basının karşısına geçip ‘Para gelsin de kaynağı ne olursa olsun, hiçbir yetkili döviz getirenlere nereden buldun demeyecek’ dedi. Tıpkı şimdi AKP Hükümetinin ‘Para gelsin de nereden gelirse gelsin’ dediği gibi. Hayali ihracatçılık ve kara para aklama dönemin en geçerli, itibarlı işi oldu. İhracat adı altında hayali işlemler yapılıyor, ya hiçbir şey gönderilmiyor, ya da tuğla, sunta vs. gönderiliyor karşılığında bu ‘ihracatın’ parası olarak yurt dışındaki kara para Türkiye’ye getiriliyordu. Üstelik ihracat yaptı diye bu patronların cebine teşvik adı altında devlet para da koyuyordu. Kara parayı aklayarak ülkeye getirmenin babası Özal bile, yalandan olsa, hayali de olsa ihracat mihracat gibi bir şeyler yaparken bugünkü AKP Hükümeti her zaman propaganda yaptığı gibi bürokrasiyi ortadan kaldırıyordu. Ne gerek vardı katakulliye. İhracat adı altında tiyatro oynamaya. Teferruata gerek yoktu. Getir parayı, aklansın gitsin. Bu kadar basit.

CUNTANIN ATTIĞI TEMEL

7 Mayıs 1985 tarihinde TBMM’de kabul edilen ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından imzalanan yasalarla 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine İlişkin Kanun, 1177 sayılı Tütün ve Tütün Tekeli Hakkındaki Kanun, 3078 sayılı Tuz Kanunu, 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Kanun ve 2305 sayılı kanun maddelerinde yapılan değişikliklerle hayali ihracat, altın ve döviz kaçakçılığı serbest bırakılmıştı. Reza Zarrablar, Cunta Lideri Evren zamanında temeli atılan ve kanuni düzenlemesi yapılan değişikliklerin AKP döneminde giderek geliştirilmesiyle kara para aklanmasının, hayali altın ihracatının zirveye taşınması döneminde ortaya çıktı.

AKLA MAFYA GELMESİN

‘Kara paracı’ deyince hemen akla mafya tipleri, karanlık adamlar gelmesin. Devletin organize ettiği hayali ihracat furyasında birinci olan Ram Dış Ticaret adlı bir firma idi. Ram Dış Ticaretin sahibi de Koç Grubu idi. Başbakan Turgut Özal Davos’ta kaçakçılarla ortak zirveler düzenliyor, kara paranın aklanmasındaki teferruatları tartışıyordu. Bunun için geliştirilecek yol ve yöntemlere birlikte kafa yoruluyordu. Hem yıllardır yaşanan tecrübeler, hem boynuzun kulağı geçmesi sonucu bugün böyle teferruatlarla uğraşılmıyordu. Çıkar yasayı olsun bitsin. Her türlü parayı getirmek serbesttir ve yasaldır. Bu kadar basit bir kanun çıkarılarak halledilecek bir iş için Davos’larda zirvelere ne gerek vardı.

HER SÖRFÇÜ İNİŞE GEÇER

12 Eylül cuntasıyla birlikte uluslararası sermayeye peşkeş hızlanırken Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Özal ekonomiye yön vermekle sorumluydu, başbakanlığı döneminde de bunu devam ettirmişti. 1980-83 arası altın kaçakçılığının zirve yaptığı bir dönemdi. Altın kaçakçılığı döneminde de ana mantık ‘Döviz gelsin de nereden gelirse gelsin’ idi. Ardından da hayali ihracat ile yurt dışındaki kara paralar Türkiye’ye getirilmişti, devlet güvencesinde ve sorgusuz sualsiz olarak. Şimdilerde de benzer şeyler yaşanıyor. Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde Reza Zarrab ile altın kaçakçılığı had safhaya çıkmıştı. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde ise ‘Varlıklıların Barışı’ yasası ile tüm kara paralar Türkiye’ye davet ediliyor, sorgusuz sualsiz ve de bedelsiz olarak aklanmak için. Son bir benzetme, ANAP da döneminde çok güçlü gözükmekteydi ve bu saltanat asla yıkılmaz deniyordu. Aldığı oyu o döneme dek hiçbir parti almayı başaramamıştı. Ama geçen yıllarda o muktedir ANAP’ın yerinde yeller esmekte.
Bugün de AKP çok güçlü gözükmekte, istediği yasaları çıkarmakta, seçimlerde en çok oyu almakta. Unutulmamalı ki en yüksek dalganın zirvesine çıkan sörfçü bile inişe geçmek zorundadır yeter ki dipten gelen dalga yeterince şiddetli olsun. 

ÖNCEKİ HABER

Sağlık emekçileri Başbakana öfkeli: Gelsin, görsün

SONRAKİ HABER

‘MİT ajanı’ denilen Topalca beraat etmiş!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa