Çay molasında Suriyelilere vatandaşlık tartışması
İşyeri Hekimi Uzman Dr. Gökmen Özceylan, fabrikada işçilerle yapılan Suriyelilere vatandaşlık tartışmasını yazdı.
Uzm. Dr. Gökmen ÖZCEYLAN
İşyeri Hekimi
Yazın bütün sıcağı üstümüze çökmüş durumda. Fabrikada çay molasındayız. Yine bir metal fabrikası ve ben yine İsmail arkadaşlarımın ağzını arama çabasındayım. Sigara yakan arkadaşlarla, içmeyenler aynı yerdeyiz. Fabrika yanında bir oturma alanı kışın yağmurdan ıslanmayalım diye çevresi naylon kaplamalı penceresi falan düşünülmüş brandalı bir dinlenme alanı. Kış için koruması ideal ancak yazın bu sıcağında resmen pişiyoruz. Zaten fabrika metal dökümü yapıyor. Sıcaklığı artık siz hayal edin. Bırak çalışmayı nefes almak zor.
Bu sıcağın verdiği ve öğleden sonranın yorgunluğunun verdiği bitkinliğe rağmen konunun hararetiyle ateşli bir tartışma başlatıyorum yine.
“Ne olacak bu Suriyeli işçilerin hali” diye soruyorum. “Geçen ay iş kazalarında ölen 200 işçinin 22’si Suriyeli işçiymiş biliyor musunuz?” diyorum.
24 yaşında biraz iri kıyım ve fabrikadaki her sohbette fazla konuşmayı seven bir arkadaşım direk lafa giriyor bu tespit üzerinden. “Hocam mesele ölmek değil. Hepimiz çalışırken ölebiliriz. Mesele” diyor “Bu Suriyelilerin ülkemizde olmaları. Ne işleri var ülkemizde bütün fabrikalar artık onlarla doluyor. Yakında işsiz kalacağız. Gerçi bizim fabrikada yok ama diğer fabrikada çalışan arkadaşlarım söyledi. Bazı yerlerde Türklerden fazla Suriyeli çalışıyormuş. Böyle giderse hepimiz işsiz kalacağız.”
Vardiya amiri bu lafın üzerine sözü aldı: “Öyle değil hocam kimse bizi işimizden alamaz. Onlar bizim kadar yetenekli değil. Hem de dil yok anlaşamazlar. İşi doğru dürüst yapamazlar. Şimdi az paraya evet diyorlar diye işverenler onları işe alıyor ama yarın yapamayacaklarını görünce çıkarırlar bence bizi işimizden edemezler.”
PATRON İŞİ YAPIP YAPMAMASINA BAKMAZ
İtiraz yükseliyor bu söze ama içinde biraz milliyetçiliği de aşan bir itiraz. “Öyle değil” diyor bir diğer işçi arkadaşımız, “Vallahi işi yapıp yapmamalarına bakmaz patronlar. Sigorta yok, ayda 800-900 lira aylık ve istediği saat kadar çalıştırabiliyorlar. Onlar da çıtı çıkmıyor evet diyorlar. Mecbur evet diyecekler adamlar vatanlarını bırakıp kaçmışlar. Her şeye evet diyorlar.”
“Neden?” diye soruyorum, “Vatan bırakıp kaçmaktan kastınız nedir? Sizin ülkenizde bir savaş olsa ne yapardınız?” En gençlerinden 3 ay önce işe başlayan İsmail kardeşim hemen sigarasını bırakıp ateşli bir şekilde başlıyor; “Hocam biz kalır savaşırdık. Ne işimiz var elin memleketinde rezil olalım. Ya özgür olana kadar savaşır ya da ölürdük. Savaşı, vatanı bırakıp kaçmak nedir ki! Bizim dedelerimiz kurtuluş savaşında kaçsalardı ne olurdu ülkenin hali. Şimdi ülke bile olmazdı değil mi hocam.” Genel bir doğrulama havası esiyor bu son söylenenlere. İtiraz eden yok.
Yaşı biraz ileri olan ve yaklaşık 10 yıldır bu fabrikada çalışan bir ağabeyimiz sözü alıyor. “Yeni duydum ki Cumhurbaşkanı açıklamış vatandaşlık verilecekmiş bu Suriyelilere. Hatta çok yakın zamanda. Bence yanlış hocam” diyor, “Ne vatandaşlığı ya biz kendi insanımızı daha adam gibi yaşatamıyoruz bu ülkede onları nasıl barındıralım.”
Benden destek umuyor. Ama ben rengimi belli etmek niyetinde değilim. Onların fikirlerini merak ediyorum. Ama arada bir dürtüklüyorum: “Tamam, da zaten barındırmıyor muyuz? Sadece bunu resmileştirmek istiyor olamaz mı hükümet?”
“Yok hocam! Ne alakası var” diyor başka bir İsmail arkadaşım, “Misafir dediler eyvallah dedik. Misafirin de bir süresi var. Tamam din kardeşiyiz. Tamam kom-şuyuz. Ama ülkelerinde savaş bitince daha ne burada duracaklar dönsünler. Vatandaşlık verilirse dönmezler. Zaten buralara geldiklerinden beri terör durmaz oldu. Bu iş o kadar kolay değil hocam ne resmileşmesi. Türkiye’de buna evet diyecek kimse bulamazlar. Buna evet diyenleri de hükümette tutmazlar. Ama şurası da var hocam insan sokakta trafik ışıklarında falan görüyor. Çorçocuk sefil haldeler acıyor insan hocam bilmem ki ne yapmalı nasıl etmeli.” Ortalama bir kararsızlıkla gözlerini yere çeviriyor.
BACA TEMİZLİĞİ YAPARKEN...
Bizim bu tip çay ve sigara molalarımızda bizim çaylarımızı getiren ablamız lafı bu acıma duygusundan alıp devam ediyor. “Geçenlerde hocam bizim alt mahallede yıkık dökük bir binada yaşayan Suriyeli ailenin genç bir çocuğu bir fabrikanın baca temizliğini yaparken düşmüş ölmüş. Duydunuz mu? Çok üzüldük hepimiz sonrasında aileye falan kimse gelip bir şey sormamış başsağlığı bile dilenmemiş. Şimdi bu aile tazminat falan da isteyemez mi? Ne bileyim başka bir şey yapılamaz mı bunun için?”
Ortamdaki medya ve iktidarın bilinen popüler dili kayboldukça gerçek acıma ve anlama hali kendini ortamda hissettirmeye başlamıştı.
Ben yine kaçamak cevaba hazırım. “Vallahi ben de duydum ama olayın iç yüzünü tam olarak bilmiyorum. Ama düşen işçinin sigortası olmadığı için bu iş kazasına bile girmez. O yüzden böyle bir olaydan tazminat almak imkansıza yakındır. Ancak yine de olayın ayrıntılarını bilmek gerekir.”
İsmaillerden birisi burada lafa girip “Hocam vatandaşlık verilirse bu çalışan işçiler de sigortalı olur değil mi? O zaman bu kadar ucuza çalışamazlar bizim de ekmeğimizle oynayamazlar. Bence bayağı iyi de olabilir” gibilerinden bir şeyler mırıldandı ancak ortamdaki çoğunluk öyle bir topa tuttu ki onu hemen sözlerini geri almak zorunda kaldı.
‘İYİ DE NASIL?’
“Peki” diye söze girdim, “O insanları buralara bu sefil hayatlara veya Akdeniz’deki botlarda ölüme yolculuk etmeye mahkum bırakanlar hakkında hiçbir sözünüz yok mu onların suçu bu işte yok mu sizce.”
Derin bir sessizlik. “Hep Amerika’nın işi gelir Ortadoğu’yu karıştırır. Sonra da bir şey olmamış gibi çekilir” diye söze atlıyor genç İsmail arkadaşımız. “Zaten onların asıl suçu bütün bu olanlar. Biz de, onlar da mağdur olduk. Ama bu işin çaresi vatandaşlık vermek değil onları ülkelerine geri göndermektir. Öyle değil mi hocam?” diye bu sözlerine taraftar aramaya devam ediyor. İsmail arkadaşlarımdan yaşı ileri olan ağabeyimiz soruya soruyla cevap veriyor. “İyi de nasıl?”
“Arabalara doldurup yallah ülkenize geri dönün mü diyeceğiz. Nasıl olacak? Kimileri şimdiden bakkal açmış. İşe girmiş. Burada bebeleri doğmuş. Evliliklerini bile burada yapmışlar. Bu arada ülkelerinde savaş da aynen devam ediyor her gün bombalar patlıyor. Nasıl olacak geri gönderme işi. Bence çok zor” diyor. Hepsi bana bakıyor benim fikrimi merak ediyor. Ben de “Haklısınız” diyorum “Çok zor hatta imkansıza yakın. Çünkü işin içinde sadece siyaset yok artık. Artık işin içine biraz hukuk da girdi. Uluslararası hukuka falan da bakmak lazım” diyorum, “Bence şu an buradalar ve burada bulunma durumlarının hem hukuksal hem de iş güvenliği açısından sağlama alınmaları acilen gerekli. Sizler olaya geldiler ve ekmeğimizi çaldılar diye bakıyorsunuz ama bir de şu yönden baksanıza; geldiler ve işverenler tarafından resmen emekleri sömürülmüyor mu? Ortalama 1500 lira ve sigortasıyla beraber 2 bin liraya yaptıracakları işleri 800, 900 liraya yaptırıyorlar. Hem de hiçbir güvenlik önlemi almadan hiçbir sağlık harcaması yapmadan. Sizler anlattınız çocuk yaşta çalıştırıyorlar. Okul yok, barınma yok. Ölürlerse işyerinde tazminat yok. Bu durum acı değil mi? Onların açısından bakınca da biraz böyle bir tablo yok mu?”
Evet! Uzun bir sessizlik sonrası çayların ve sigaraların sonu geliyor.
Çarpıcı söz bu sefer çaylarımızı getiren ablamızdan geliyor: “Hadi fazla oyalanmayın patron dellenmeden işinizin başına dönün yoksa Suriyeliler sizin halinize acır vallahi. İşinizden atılırsanız acınacak hale dönersiniz.”