Necip Fazıl ve Nâzım Hikmet üzerine: Bir sağdan, bir soldan
'İsimlerinin yan yana zikredilmesi Nâzım’la temas etmiş bir Necip Fazıl’ın itibar kazanacağı hesabına dayanır.'
Nuray SANCAR
1972’de Süleyman Demirel Deniz’ler’in idamı Meclis’te oylanırken, 1960’ta asılan Menderes’lere gönderme yaparak “üç bizden üç sizden” demişti. Benzer bir cümleyi “Ben sağ ve sol ayrımı yapmadım. Bir tane sağdan bir tane soldan astık...” diyerek Kenan Evren de kurmuştu. Demirel’inki bir rövanş cümlesiydi. Kenan Evren ise asıl, cunta sonrasına yatırım yapıyordu. Nüfusu, savrulduğu “uç”lardan devletin çelik çekirdeğinin/merkezin etrafında hizaya sokmak için “bir sağdan bir soldan” biçimindeki darağacı eşitliği, siyasi krizi bertaraf etmenin yollarından biri olmuştur genellikle. Türk egemen siyasetindeki açılımı Milli Birliğin Tesisi olan bu, bir sağa bir sola çakmanın sonuçlarından yararlanan ise, önünde sonunda, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı Paul Henze’nin lafıyla “bizim çocuklar” olacaktır.
Bu, eski bir yöntemdir: 2. savaşta Avrupa yıllarca Naziler tarafından inletilirken uzaktan seyreden, ama tam savaş bitmek üzereyken Normandiya’ya çıkarma yaparak Stalingrad zaferine el koymaya kalkan aynı ABD, faşizm ile sosyalizmi eşitleyerek Avrupa’dan kalan enkaza liberal demokrasinin bayrağını dikmeye çalışmıştı. Kendi sistemini alttan alta faşizmin artıklarıyla ihya etmesine rağmen; “en doğru olanı” “en ideolojiden arınmış ve en merkezde duranı” ve hatta “ne sağı ne solu” temsil ettiği iddiasıyla dünyanın restorasyonunun yönünü belirlemeye soyundu. Orada da kazanan liberal yüzlü kapitalizmdi.
Nerede, üzerine ideolojisizlik/tarafsızlık halesi yapıştırılmış minberden bir “sol-sağ” eşitlemesi yapılıyorsa orada idam hükmünü imzalayanların ikiyüzlülüğü vardır. Tarafsızlık lakırdıları en keskin taraftarlığı gizlemekten başka bir işe yaramaz. İdeolojisizlik ise egemen sınıfın, kendi ideolojisinin tekelci hakimiyetini kurma niyetini gizler. Bizim gibi, sosyolojisi derin bir yarılmadan mustarip ülkelerde bunun toplumsal bir karşılığı hep olmuştur. Emekçilerin, bir tarih ve gelecek birliği sağlayamayacak kadar, nifakla ayrıştırılmış olması, bu ikiyüzlü “şerde eşitleme” manevrasının onların adına yapılmasını mümkün kılar.
YA MAVİLİKLERE YA NEFRET
Bir de “iyilik”te eşitleme vardır ki, o da imitasyon bir mamulü gradı yüksek bir kıymetten yansıyan ışıkla parlatmayı amaçlar. Ezilenlerin simgeleri ve idolleri ezenlerin sembolleriyle yan yana yerleştirilerek “hem sağdan hem soldan” değerlerin bulamacı yapılır ve halk, zemini kaygan bir “milli birlik” halinde sabitlenmeye çalışılır. Nâzım Hikmet ve Necip Fazıl Kısakürek tam da böyle bir eşitleme için epeydir elverişli bir enstrüman haline getirilmişti. Bu enstrüman 2010 referandumu döneminde Erdoğan tarafından da kullanıldı. Ne var ki bir süredir Erdoğan iktidarının Necip Fazıl’ın bulunduğu uca doğru bir hayli çekildiği, milli birlikten değil milli yarılmadan beslendiği koşullarda çalınıyor.
Biri; (Nâzım Hikmet) hayatını halkının kurtuluşu davasına adamış; “ballı incirleri hep beraber yiyebilmek” için kalem mücadelesine girmiş; emekçileri sömürünün ve yoksulluğun olmadığı bir dünyayı kurmak için örgütlenmeye çağırmış; bu uğurda bedeller öderken bile “motorları maviliklere süreceğiz çocuklar” diye seslenerek umut aşılamış bir devrimci. Diğeri (Necip Fazıl) “Halk yok, hak vardır; ve ona bağlı kalabalıklar, halk bir kaptır kap! Neyle doldursan onu sana verebilir… Orada hakimiyet hakkındır. Halk da tabidir”1 diye yazmış bir gerici... İsimlerinin yan yana zikredilmesi Nâzım’la temas etmiş bir Necip Fazıl’ın itibar kazanacağı; ama Necip Fazıl ile temas etmiş Nâzım Hikmet’in değer yitireceği hesabına dayanır. Kalemini “Ne sabahı göreyim ne sabah görüneyim/ Gündüzler size kalsın verin karanlıkları” veya “Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta/ Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!” 2 dizeleri için oynatan; umutsuzluğun, kabir azaplarının, yalnızlıkların şairi Necip Fazıl’ın hem mecazen hem cidden ışıktan yoksun şiirinin, tartıda Nâzım Hikmet’inkiyle eşit ağırlıkta çıkması için “Türk şiirinin iki büyük isminden biri” olarak lanse edilmesi yeterlidir sanki. Ama elbette yetmez; “Delikanlım iyi bak yıldızlara” diye seslenen bir Nâzım’la “Gençliğe Hitabe” adlı metninde “kininin ve öc’ünün davacısı” bir gençlik övgüsü yapan Necip Fazıl eşitlenmez. Biri insanı maviliklere, diğeri nefrete çağırır.
KAFA’DAN ATARKEN…
Kafa dergisinde geçenlerde bir karşılaştırma yayımlandı. Necip Fazıl ve Nâzım Hikmet’i kıyaslayan iki liste yer alıyor: Nâzım Hikmet’i betimleyen listeye “bireysel iyileşme” Necip Fazıl’ınkine “Toplumsal örgütlenme” yazılmış. Yazarın, bu lafların ne anlama geldiğini bildiğinden kuşku uyandıran, cehaletin yazıdaki tezahürünü tartışmaya gerek yok. Ama Erdoğan’ın 14 yıldır yaptığı siyaset sayesinde “ne olsa gider” tutumunun bir sosyal karşılık da bulmuş olduğunun altını çizmek lazım. Özlediği düzen mevcut siyasal iktidarın kurguladığıyla örtüşen Necip Fazıl’ın da artık bir “gideri” vardır.
Necip Fazıl, “Başyüce”nin komuta ettiği bir düzen hayal etmişti. Bu ütopyasını ayrıntılandırdığı Büyük Doğu dergisi Menderes’in örtülü ödeneğinden epey destek aldı. “Büyük şair”in fikirleri, “4 artı 4 artı 4” eğitim sisteminin propagandasını yaparken “dindar ve kindar gençlik yetiştireceğiz” diyerek, eğitimde kazanılmış haklara meydan okuyan ve Menderes çizgisinin devamında yer alan AKP saltanatında ise örtülü değil aleni bir destekle karşılandı. Zira “Başyücelik” artık bir hayal değil, neredeyse realitedir.
Çağdaşı Nâzım Hikmet ise TKP’nin Orak Çekiç gazetesini Galata köprüsünde bağıra bağıra satarken hapis, ciddi bir olasılık olarak şairin yanı başında duruyordu. Şairin devletten tek gördüğü zulümdü; ömrünün 15 yılını hapiste geçirdi. Sadece halka ve gençliğe güveniyordu, örtülü ödeneğinden besleneceği bir devlete değil. Necip Fazıl’ın Osmanlı İmparatorluğunun çöküşüne döktüğü gözyaşlarına karşın Nâzım geleceğin, halkın teb’a ya da kul olmadığı özgürlükler cumhuriyetine, sosyalizme inanıyordu. Nâzım’ın, “kafasında yıldızlı gece” gördüğü gençler hâlâ onun şiirlerinden feyz alıyor ve hâlâ onun gibi gazete satmakla uğraşıyorlarsa Necip Fazıl’ı, Nâzım’ın ışığıyla parlatmaya çalışmanın beyhude bir çaba olacağı açıktır.
Bütün insanların eşitliği için mücadele eden, özgürlüğün şiirini yazan birinin eşitliği reddedeceği tek durum, halka “boş bir kap” muamelesinin çekildiği Necip Fazıl’ların dünyasıdır. Ezilenlerin “kaderde ve kıvançtaki birliği” bu iğreti eşitlikten değil gerçek eşitlik mücadelesinden doğar; Bu mücadelenin yanında hep Nâzım Hikmet olmuştur, Necip Fazıl değil.
1 Necip Fazıl, Dünya Bir İnkılap Bekliyor’dan
2 Necip Fazıl, ‘Kaldırımlar’ şiirinden
Evrensel'i Takip Et