17 Temmuz 2016 04:55

Ayşen AKSAKAL

Bayram tatilini geride bırakalı tam bir hafta oluyor. Biraz kendimize gelebildik. Tam değil ama az.
Kurban Bayramı’na da iyi ki daha iki ay var. Bir daha ki tatile kadar ancak dinleniriz.
Dünyada ülke halkları bazı özellikleri ile ön plana çıkarlar. Japonlar aşırı gurur, İngilizler aşırı soğukluk, Yunanlılar aşırı rahatlıkları ile anılırlar mesela.
Bizim için genel olarak “aşırı” denilebilir.
Tüm duyguları ve olayları aşırı yaşıyoruz biz.
Öfkemiz kanla sonlanıyor, sevincimiz havaya sıkarak. Halaylarımız kalp krizi geçirtene kadar sürüyor, düğünlerimiz üç gün üç gece. Konvoysuz iş yapamıyoruz. Askere gidene konvoy, sünnete konvoy, seçimler var konvoy, tatil oldu haydi konvoya...
Tatili de aşırı uçlarda yaşıyoruz. Hava sıcaksa dibini bilmediğimiz garip sulara atıyoruz kendimizi sanki ölüm temmuzdan serin.
Denize öyle bir can hıraş giriyoruz ki, öyle kalabalık oluyoruz ki bazen omuzlar kuru kalıyor, kafayı sokacak yer bulamıyoruz.
Gerçi yer bulduğumuzda da deve güreşine girip yeri dar ediyoruz.
Kim demişse tatilde balık yenmeden gelinmez diye, öyle bir balık yiyoruz ki, nesilleri tükenircesine levrek, çekirdek çitlercesine kalamar gidiyor.
Borsası saçmalıyor deniz ürünlerinin; beşi bir yerde yerine parayı deniz çipurasına yatırasın geliyor.
“Dostlar tatilde görsün” çok istiyoruz ama aşırı bir istek. Çünkü fotoğraf çekerken denize, kuma, uçurumdan aşağıya düşen telefon sayısı tavan yapıyor.
Azıcık tatilimiz var ya; aşırı çok yaşamak istiyoruz tatili.
Sabahın körü kalkıp şezlonga havlu atıyoruz, sonra açık büfe bitmeden kahvaltıya koşuyoruz.
“Beach” e gitmek için günlük küçük valizi hazırlayıp çıkıyoruz. Valiz kadınlar için; gün ışınlarının açısına göre desen ve renklerde mayo ve bikiniler, onlarla uyumlu kimonolar, saç bakım şeyleri, fırça, çeşitli pozlara uygun şapkalar, güneşlenirken ve yüzerken kullanmak üzere aksesuarlar, kadraja yakışır bir kitap derken on kilo yük ile haydi “beach” giriş kuyruğuna.
Orada olabildiğince çok uzanıp az yüzüyoruz ki aşırı eğlenmek istediğimiz bu tatilin gecelerine akacak mecal kalsın.
Aşırı dans edip terleyeceğiz, lazerleri gözümüzü oyan aşırı yüksek sesli müzik yapan mekanlara gidip, evin kirasını oraya yatıracağız.
Daha sabaha karşı sakızlı dondurma, sebzeli döner ya da kumru sırasına girilecek.
Bir hafta gerçek bir tatil emekçisi gibi koşturup, aşırı tatilimizi tamamladıktan sonra; pazartesi sendromu hakkında yazıyoruz.
Oysa o sendrom değil; aşırı tatil yorgunluğu o.
Çünkü yorulunacaksa en aşırı yorulan biz oluruz.
Sanki durağan şeylerin aşırısı olmazmış gibi; aşırı dalgalı gündemlerde, aşırı tekinsiz şekilde seyrediyoruz.
Oysa durağanlığın aşırısı, huzurun aşırı öylesine zararsız ki?
Aşırı barışçıl, aşırı empati dolu, aşırı sempatik, aşırı sosyal sorumlu bir toplum da olabilirdik.
Ama demek ki; midye dolma fazla kaçtı, civa doldu bünyemize.
Bizim de huyumuz böyle.
Dilerim bu pazar hiç üzülmeyin, herkes sağ kalmaya çalışsın, aşırı güzel essin meltem, eskilerden bir dost arasın, anne-babanızı arayıp “seni seviyorum” deyin, salondaki çekmeceyi boşaltıp toplayın, içinden belki eski bir vesikalık çıkar sizi gülümsetir hem.
Balkonu yıkayıverin; çocuk varsa o da suyla oynar o ara. Ayaklarınız serinlesin taşa basınca, iki çiçek yakıştırın balkona; aklınızda belirleseniz de yeter, nasıl olsa alırsınız bir gün. Bir top fazla dondurma yesin herkes bu pazar, çikolatalı ağızla yanağınızı öpsün bir seveniniz. Dingin bir film izleyin, tercihen dram olmasın, sonra sevdiğinizle birlikle müzik açıp filmi konuşursunuz. Belki de evde yaprak sarma vardır, yatmadan önce iki tane ağzınıza atarsınız.
Aklınıza takılan şarkı hareketli bir şeyse belki buzdolabının önündeyken ayaklarınız da kıpır kıpır dansediyordur.
Aşırı güzel bir pazar böyle bir şey olsa gerek…
Aşırı güzel bir pazar dilerim. Hepimize.

Evrensel'i Takip Et