07 Mayıs 2012 12:42

Türkiye’de (gladyo) kontgerillanın kuruluşu

1960’lı yıllarda sol yayın organlarında NATO ve CIA’nın özellikle Latin Amerika, Uzak Doğu ve bazı Asya, Afrika ülkelerindeki faaliyetlerinin ülkemizde geniş olarak ele alındığı görülmektedir. Bununla birlikte, Türkiye’deki kontrgerilla örgütlenmesi ve faaliyetlerinin 1971’lere dek pek gündeme gelmediğini biliyoru

Türkiye’de (gladyo) kontgerillanın kuruluşu
Paylaş

Serpil Güvenç

Birincisi, 1960-70 döneminde NATO, İkili Anlaşmalar ve askeri üslerin varlığıyla SSCB’nin ve sosyalist sistemin varlığının uğradığı tehdidin önceliği ve güncelliğidir. Diğeri ise, Türkiye’nin 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinin yaygın işkence, cinayet ve katliamlarıyla  henüz karşılaşmamış olmasıdır.
Ne var ki, tarihe baktığımızda, Türkiye istihbaratının Amerika ile bağlantısının hep var olduğunu görmekteyiz. Örneğin, MİT Başkanı Fuat Doğu’nun CIA’dan para aldığına, NATO gizli ordularının kurulmasında etkin rol üstlenen Nazi suçlusu General Gehlen’in öğrencisi olduğuna ilişkin ciddi iddialar bulunmaktadır.
Bir çok kaynakta, Türkiye’de ilk Gladyo (Kontrgerilla) şubesinin NATO üyeliğiyle eşzamanlı olarak 4 Nisan 1952’de açıldığı ve Alparslan Türkeş’in de katkılarıyla gizli ordunun kurulduğu belirtilmektedir. 1952’de Türkiye’de 320’si Dışişleri Bakanlığında, 144’ü Güvenlik Teşkilatında, 42’si Ticaret bakanlığında 507 Amerikalının çalışmakta olduğunu anımsayalım. 1953’de kurulan ve Ankara Bahçeli Jussmatt (Amerikan askeri yardım heyeti) binasında faaliyet gösteren kontrgerilla karargahının adı Seferberlik Tetkik Kuruluydu ve kuruluş amacı, düşman kuvvetlerinin saldırısı ve yurdun bazı bölümlerini ele geçirmeleri halinde düşman kuvvetlerine karşı gayri nizami savaşa girecek mukavemet grupları örgütlemekti. “Düşman”ın kim olduğu belliydi. Sistemi tehdit edenler ve özellikle sosyalistler ve komünistler baş düşmandı. Sözü edilen birliklerin eğitilmesi için Amerika’dan hocalar getirildi ve ABD’ye de subaylar yollandı. 1965’de Seferberlik Tetkik Kurulu yeniden yapılandırıldı ve adı Özel Harp Dairesi olarak değişti. 1990’larda ise örgüt karşımıza Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) olarak çıktı.
Söz konusu örgütlenmeler yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, NATO Anlaşmasının gizli maddesi gereği, doğrudan NATO’ya bağlıdırlar. Sadece savaşta değil barışta da komünistlere ve “sol” tehdide karşı iç politikada da kullanılmışlardır. Yine diğer ülkelerde olduğu gibi, örgütte sivil unsurlar da yer almaktadır. Türkiye gladyosunun 1960-80 döneminde ağırlıklı olarak ülkücü ya da bozkurtlar denilen faşist gruplardan oluştuğu, yine diğer faşist kurumlar ve mafya gruplarından da destek aldığı bilinmektedir. Uğur Mumcu “Eşkiyanın Kökü dışarıdadır“ başlıklı yazısında ‘Bu silahlı örgüt çalışma alanı olarak seçtiği ülkelerde adlarının başına ‘milliyetçi’ sözcüğü eklenen sağcı saldırgan gençlik örgütleriyle işbirliği yapar’ demektedir.

İLK İTİRAF 6-7 EYLÜL İÇİN

Türkiye’deki kontrgerilla faaliyetlerine ilişkin ilk büyük itiraf Özel Harp Dairesi Başkanlığı da yapmış olan Sabri Yirmibeşoğlu’ndan gelmiştir. Yirmibeşoğlu, 1955’de Menderes hükümeti sırasında yer alan 6-7 Eylül olayları döneminde Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalanmasını “ÖHD’nin düzenlediği mükemmel bir operasyon” olarak nitelemiştir. ABD’nin Türkiye hükümetinin talebi halinde ülkeye silahlı müdahalede bulunmasını olanaklı kılan 1959 ikili askeri anlaşmasının içeriğinde, CIA ve Menderes hükümeti arasında yapılan ve Türkiye’deki gizli ordunun yurt içi görevlerinin tanımlandığı, gizli askerlerin rejime karşı iç ayaklanma durumunda da harekete geçirileceğinin belirtildiği bir bölüm bulunmaktadır.
12 Mart askeri cuntası döneminde örgüt bir bakıma kendini afişe etmiştir. İstanbul, Ankara ve Türkiye’nin bir çok bölgesindeki işkence karargahlarında insanlara kontrgerilla denilen örgütün elinde bulundukları, Türk yasalarının bu mahallerde geçerli olmadığı söylenmekteydi.  Örgütün yani Özel Harp Dairesi’nin varlığının resmen açıklanması ise 1974’de Ecevit’in ağzından gerçekleşti. Ecevit, 1960’lardan önce 1958-59’da ‘dışarıdan kabul ettirilen dolaylı savaş kavramı’nın  bazı  yanlış uygulamalara (işkencelere vs. demek istiyor – SG) ve saptırmalara son derece elverişli, ‘tehlikeli’ bir kavram olduğunu, ‘ülkenin içinde hatta ideolojik akımlar dolayısıyla çıkabilecek bir kargaşalığı, bir huzursuzluğu  kökü dışarıda bir dolaylı savaş olarak değerlendirme ve ona göre savaşta düşmana karşı uygulanabilecek önlemleri, stratejiyi uygulama’nın yanlış olduğunu belirtmişti.
Ne var ki, 14 Ekim1973 milletvekili seçimlerinde yüzde 33 gibi büyük bir oy oranına ulaşmakla birlikte Milli Selamet Partisi ile koalisyon yapmak zorunda kalan Ecevit, 1974’de bir Genelkurmay brifingi sonrası gazetecilere yaptığı açıklamada, çıkarılacak Af Kanunu ile  geçmişin üzerine bir sünger çekileceğini, yasanın işkence yaptıkları öne sürülenleri de kapsayacağını söylemiştir. Hükümet, geçmişle ilgili hesaplaşmaları, karşılıklı kırgınlık ve intikam duygularını kapatmak ve yeni bir barış ve huzur dönemi açmak kararındadır.
İlginç olan, aynı Ecevit’in, 7 Mayıs 1977 günü Ecevit’in Cumhurbaşkanı Korutürk’e bir mektup yazması ve söz konusu örgütün her türlü gerilla faaliyetleri için planlar yaptığı ve insanlar yetiştirdiğini ve 1974’e dek Amerikalılardan mali destek gördüğünü ve Amerikan askeri heyetleriyle aynı binada çalıştığını, Amerikan mali desteğinin ise 1974’de sona erdiğini bildirmesidir.
Ecevit, 3 Şubat 1978’de yaptığı bir basın toplantısında yine Özel Harp Dairesi’nden söz etmekte, örgütün her ilde “gereğinde” kullanmayı düşündüğü silah depoları olduğunu anlatmakta ve MHP’li üyelerinden bahsetmektedir. Ama bir gün sonra, yani 4 Şubat 1978’de “Yaptığım araştırmalara göre Türkiye’de devletçe düzenlenmiş kontrgerilla denen bir örgüt yoktur… Eski yarayı kanatmak istemiyoruz. Bu tartışmaların bitmesini istiyoruz, halen devam eden uygulama varsa üzerine şiddetle gideceğiz” dediğini görmekteyiz.
Ne var ki, kontrgerilla ‘uygulamaları’ aralıksız sürdü ve 12 Eylül askeri cuntası öncesi ve sonrasında, bir önceki askeri darbe döneminde olduğu gibi doruk noktasına ulaştı. Çorum, Maraş, Sivas katliamları, günümüze dek, özellikle son yıllarda Güneydoğu’da yoğunlaşarak  süregelen fail-i meçhullar, Doğan Öz’ün katli, Kızıldere katliamı, 1 Mayıs 1977 gibi daha nicesi sayılabilecek faaliyetleriyle NATO’nun ‘gizli’ ordusu ülkede varlığını sürdürdü, sürdürmekte. Günümüzde bazı davalara sos olarak eklenen, görevleri bittiği için kirli birer mendil gibi Ergenekon sepetine atılan eski “kontrgerilla” mensuplarının başlarına gelenler,  NATO kontrterör örgütünün yok edilmesi olarak değil ancak kılıf değiştirmesi olarak yorumlanabilir. Türkiye NATO üyesi oldukça, NATO Anlaşmasının gizli maddesi uyarınca bu örgüt yaşamaya ve farklı koşullarda aynı amaçla faaliyetlerini sürdürmeye devam edecektir.
Türkiye’de sosyalistlerin, komünistlerin ve devrimcilerin NATO’ya hayır demelerinin ardında yatan önemli nedenlerden biri, kontrgerillanın temizlenmesi ve varlığının son bulmasıdır. Bu, yalnızca Türkiye için değil ama tüm dünya için ileri sürülen bir taleptir.

YARIN: Türkiye’nin NATO üyeliği ve ikili anlaşmalar

evrensel.net

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Barajlar ve Gülen örgütlenmesi

SONRAKİ HABER

Termikçi şirkete karşı mutlu sona yaklaşıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa