Deliliğin kıyılarından Van Gogh
Vincent Van Gogh: Bana gelince, benim genelde endişeli ve kaygılı bir yapım var, çünkü yaşamımın hiç de durgun geçmediğini düşünüyorum.
“Deliliğin Kıyısında” isimli sergi Van Gogh’un akıl sağlığı sorunlarına odaklanıyor. Geçtiğimiz cuma günü Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’nde açılan “Deliliğin Kıyısında” (On the Verge of İnsanity) sergisi, Van Gogh’un akıl sağlığı sorunlarına odaklanan ilk sergi.
Sergi, sanatçının ölümünden önceki bir buçuk sene boyunca ürettiği 25 adet resim ve çizim üzerinden “Van Gogh’un hastalığı nasıl ilerledi? Van Gogh bu hastalıkla nasıl başa çıktı? Nasıl bir tepki geliştirdi? Resimlerini nasıl etkiledi? Mektuplarında bunu nasıl ifade etti?” gibi sorulara cevaplar arıyor.
Van Gogh’un 1888 yılının aralık ayında kulağını kesmesi, sergide yer alan mektuplar, tanıkların ifadeleri, Sanatçının Doktoru Felix Rey’in ayrıntılı çizim ve mektuplarıyla tekrar ele alınıyor. Yeni keşfedilen belgelerden de anlaşılıyor ki, Van Gogh kulağının küçük bir kısmını değil, hepsini kesip atmış. Serginin Van Gogh’un intiharına ayrılan son bölümünde ise Van Gogh’un kendisini vurduğuna inanılan tabancanın ta kendisi sergileniyor. Sergi 25 Eylül’e kadar devam ediyor.
Vincent van Gogh 30 Mart 1853’te Hollanda’nın Groot Zundert kasabasında doğdu. Sanat tacirliği yapan ailesinin, Van Gogh’un ressamlığı açısından ne denli önemli olduğu bilinir. Ailesinin ressamlarla ilişkisi olduğundan pek çok önemli ressamlarla bu ilişkiler üzerinden tanışır. Zamanla Paris’in sanat hayatına önemli katkılar sunan eserler üretir.
Özel yaşamının buhranlı dönemleri sanatçının hayatının son iki yılında artar. Van Gogh ve Gauguin arasındaki ilişki Vincent’ın “elektrikli” diye tabir ettiği ateşli tartışmaları daha sık tekrarlanır oldu. Bunda Vincent’ın ruh sağlığının giderek bozulmasının da etkisi vardı. Van Gogh bir aralık günü, bir delilik anında, sol kulağının alt kısmını kesti. Kopan kısmı bir beze koyarak, bir geneleve gitti ve oradaki kadınlardan birisine takdim etti. Daha sonra Sarı Ev’e dönen Vincent orada yere yığıldı. Polis tarafından yerde yatarken bulundu ve Arles’daki Hotel-Dieu’ye kaldırıldı. Gauguin, Vincent’ı hastanede ziyaret etmemeyi tercih etti ve Theo’ya bir telgraf gönderdikten sonra çabucak Paris’e doğru yola çıktı. İleride zaman zaman yazışacak olsalar da, Gauguin ve Van Gogh bir daha bir araya gelmedi.
Hastanede geçen zaman boyunca Vincent Dr. Felix Rey’in gözetimi altında kaldı. Kulağını kesmesini takip eden bir hafta, hem fiziksel hem de ruhsal açıdan oldukça kritikti. Çok kan kaybettiği bu dönemde, fiziksel olarak kontrol altında tutulmasına yol açacak ciddi krizler geçirmeye devam etti. Theo, Vincent’ın ölmek üzere olduğunu düşünerek derhal Paris’ten geldi, ancak Vincent ocak ayının başlarına doğru neredeyse tamamen iyileşti.
SARI EV’E DÖNDÜ, ‘İYİYİ UMUT EDEREK...’
1889’un başları Vincent van Gogh için pek de kolay geçmedi. İyileştikten sonra Sarı Ev’e geri döndü, ancak hem kontrol hem de sargılarının değiştirilmesi amacıyla Dr. Rey’i ziyaret etmeyi sürdürdü. Tedavi sürecinin iyi seyretmesiyle morallenmesine rağmen, parasal sıkıntıların boy göstermesi ve de özellikle yakın arkadaşı Joseph Roulin’in (1841-1903) daha yüksek maaşlı bir iş için ailesi ile birlikte Marsilya’ya taşınması üzerine tekrar bunalımlı zamanlar başladı. Roulin, Arles’da kaldığı süre boyunca Vincent’ın yakın ve sadık bir dostu olmuştu.
Ocak ve şubat ayı başları boyunca oldukça üretken olan Vincent, bu dönemde en ünlü resimlerden Ninni ve Ayçiçekleri’ni yaptı. Ancak, zehirlendiğini zannettiği bir kriz anı daha yaşadı. Bir kez daha gözlem amacıyla Hotel-Dieu’ye kaldırıldı. Hastanede geçirdiği on gün sonunda tekrar Sarı Ev’e döndü, kendi deyimiyle: “İyiyi umut ederek.”
Ancak, Vincent’ın davranışları Arles sakinlerini tedirgin etmeye başlamıştı ve bu endişelerini dile getirdikleri bir imza kampanyası başlattılar. Toplanan imzalar Arles belediye başkanına sunuldu ve sonuçta polis şefinin emriyle tekrar Hotel-Dieu’ye kaldırıldı. Vincent hastanede altı hafta geçirdi, fakat bu sefer durum biraz daha farklıydı, resim yapması ve de yaptıklarını deposuna koyması için dışarıya çıkmasına izin veriliyordu. Bu süreç Van Gogh için üretken ancak moralinin bozuk olduğu bir dönem oldu. Bir yıl önce olduğu gibi, Arles civarındaki çiçek açan bahçeleri resmetmeye başladı. En iyi resimlerini yapıyor olmasına rağmen, istikrarsız olduğunu ve de tehlikeli olabileceğini düşünerek, Theo ile de fikir birliğine vardıktan sonra, gönüllü olarak Saint-Rémy-de-Provence’deki Saint-Paul-de-Mausole akıl hastanesine yatmayı kabul etti. Van Gogh Arles’dan 8 Mayıs’ta ayrıldı.
Akıl hastanesine yatmasıyla beraber, İlerleyen haftalarda, Vincent’ın akli dengesinin tutarlılığını sürdürmesi sayesinde, resim yapmasına izin verildi. Doktorlar Van Gogh’un gösterdiği gelişmeden (Ya da en azından yeni ataklar geçirmemesinden) dolayı gayet mutluydular ve Van Gogh haziran ortasında en ünlü eserini üretti: Yıldızlı Gece.
Ancak Van Gogh’un bu sakin durumu uzun sürmedi ve temmuz ortalarında bir başka atak geçirdi. Atak sırasında, sıkı gözetim altında tutulmasına ve malzemelerinin kendisine verilmemesine tepki olarak boyalarını yemeye kalkıştı. Atağın etkisinden çabuk kurtulmasına rağmen, sanatından mahrum bırakılması moralini çok bozdu.
Gözetim altındaki Van Gogh iki ay boyunca odasından çıkamadı ve bu sırada kız kardeşine şöyle yazdı (Mektup W14): “ . . . kırlardayken korkunç derecede yalnızlık hissine kapılıyorum, öyle ki dışarıya çıkmaktan çekiniyorum . . .”
‘KEDER SONSUZA DEK SÜRECEK . . .’
Değişik kaynaklar detayları konusunda birbiriyle çelişse de, 27 Temmuz 1980 olayının ana hatları bilinmektedir. O pazar günü Vincent van Gogh her zamanki gibi malzemeleriyle kırsala resim yapmaya çıktı. Orada bir tabanca ile kendi göğsüne ateş etti. Buna rağmen, Ravoux hanına geri dönmeyi başardı ve kendisini odasındaki yatağa attı. Onu bu halde bulan Ravoux, Yerel Doktor Dr. Mazery’yi ve de Dr. Gachet’yi çağırdı. Göğsündeki kurşunun çıkarılmamasına karar verdiler ve Dr. Gachet hemen Theo’ya acil bir mektup yazdı. Theo’nun ev adresini bilmediğinden dolayı çalıştığı galeriye yolladığı mektup neyse ki büyük bir gecikme olmadan Theo’nun eline geçti ve bu sayede o da ertesi gün öğleden sonra Vincent’ın yanındaydı.
Theo, tamamen ağabeyine adanmış bir şekilde onu kollarında tutarak ve ana dillerinde konuşarak, bu son saatleri boyunca Vincent’ın yanı başından ayrılmadı. Theo’nun yazdığına göre “Ölmeyi istiyordu; yatağının yanına oturup ona iyileşeceğini ve bu üzüntülerin, sıkıntıların geçeceğini söylediğimde bana ‘La tristesse durera toujours’ (Keder sonsuza dek sürecek) diye cevap verdi, ve bu sözlerle neyi kastettiğini anlıyorum”. Vincent, ömür boyu kendisinin en iyi arkadaşı ve destekçisi olan kardeşi Theo’nun kollarında son sözlerini söyledi: “Keşke böyle ölebilseydim”.
Vincent van Gogh 29 Temmuz 1890’da sabah saat 1.30’da bu dünyadan ayrıldı. Auvers’daki Katolik kilisesi Vincent’ın kendi mezarlıklarına gömülmesine, intihar ettiği için karşı çıktı. Yakınlardaki Mery kasabası ise buna izin verdi ve 30 Temmuz’da cenaze töreni yapıldı.
BERNARD: SON RESİMLERİ ONU SARAN BİR RENK HALESİ GİBİYDİ
Vincent’ın eski dostu Ressam Emile Bernard, Gustave-Albert Aurier’ye cenaze detaylarını şöyle yazdı:
“Tabut kapatılmıştı. Dört yıl önce beni çok heyecanlandırmış olan adamı görmek için geç kalmıştım...
Naaşının olduğu odanın duvarlarında asılı olan son resimleri onu saran bir renk halesi gibiydi ve resimlerden fışkıran deha orada bulunan biz ressamlar için bu ölümü daha da dayanılmaz hale getiriyordu. Tabut beyaz bir örtü ile örtülmüş ve çevresi de çok sevdiği ayçiçekleri de dahil olmak üzere bir sürü sarı çiçeklerle sarılmıştı. Hatırlayacağınız gibi, sarı en sevdiği renkti ve temsil ettiği ışığın tüm insanların kalplerini ve sanat eserlerini doldurmasını hayal ederdi.Tabutunun yanında, şövalesi, portatif iskemlesi ve fırçaları duruyordu. ...” (KÜLTÜR SERVİSİ)