‘Rojava gelişi güzel değil örgütlü bir bilinçle inşa edildi’
4. Yılında Rojava Devrimi” dosyamızın üçüncü gününde bu çerçeveyi DBP Eş Genel Başkan Yardımcısı Seydi Fırat değerlendirdi.
Hasan AKBAŞ
Diyarbakır
Rojava Devrimi’nin 4. yılı dolayısıyla devrimin nasıl gerçekleştiği, bugüne etkileri ve önemi üzerine hazırladığımız “4. Yılında Rojava Devrimi” dosyamızın üçüncü gününde bu çerçeveyi DBP Eş Genel Başkan Yardımcısı Seydi Fırat değerlendirdi.
Rojava’nın bir işgal ordusu tarafından el konulan bir bölge olmadığına, yıllardır kendi özgürlüğü için mücadele eden bir halkın kendi yönetimini inşa ettiğine vurgu yapan Fırat, Ermeni’si, Türkmen’i, Süryani’si, Kürt’ü, Arap’ının bir arada ortak bir yaşam kurduğunu ifade etti. Rojava’nın başarısının halklar açısından örnek bir model inşa ettiğini anlatan Fırat, “Bölgede kendi geleceklerini inşa eden halklar, barbarlığın karşısında hem kendi topraklarını savundular hem de Türkiye’nin o dönem geleceğine yön verdiler. Bugün de büyük bir sorun olarak boy gösteren IŞİD karanlığı eğer Rojava kazanılmasaydı Türkiye’yi daha kötü felaketlere sürüklemiş olacaktı. Rojava’ya farklı kesimlerden halkların desteği de bundandır” diye anlattı. AKP’nin orta doğuya ilişkin yeni adımlarını da değerlendiren Fırat, normalleşme adı altında düşman politikalarının artırılmasının yerine çözüm adımlarının atılması gerektiğini söyledi.
Ortadoğu’da ‘Arap Baharı’nın ortaya çıkışıyla birlikte Suriye’de yaşanan hareketlilik ekseninde cihatçı terör örgütlerinin işgal saldırıları da başlamış oldu. Tüm bu cendere içerisinde Rojava’da yaşayan halklar PYD ve YPG öncülüğünde cihatçılara karşı verdiği savaşı kazandı. Kendi özerkliğini ilan eden ve yeni bir yönetimi ele alan Rojava’da tereddütsüz bir devrim yaşandı. Ancak Türkiye hükümeti bu durumu kabullenmiyor. Her fırsatta PYD’nin burayı işgal ettiği ve kurtarılması için müdahale sinyalleri veriliyordu. Bu bağlamda Rojava bir işgalin ürünü mü, nasıl ortaya çıktı?
Rojava, bölgede gericiliğin, çeteciliğin bir saldırı merkezi durumuna gelmişti. Aynı zamanda buradan bölge açısından Ortadoğu’nun dinamikleri açısından bir merkez konumunu sürdürüyor. Burası çok küçük bir alandır. Çok büyük bir alan olmamasına rağmen stratejik konumu bakımından yol açtığı etkileri büyüktür. 2011’den bu yana Türkiye’nin stratejik hedefleri arasındadır burası. Tabii Rojava, için en önemli söylenecek şey buranın birdenbire ortaya çıkan bir yer olmamasıdır. Daha önce Serekaniye’den, Kamışlo’dan Rojava’da ve benzeri bir çok yerde Sayın Öcalan’la görüşmeler yapılıyordu. Her daim halk kendisini burada örgütlüyordu. Arap Baharı dönemi ve daha önce ki yıllarda da burada bir örgütlülük vardı. Rojava, bugünkü aşamalara çok eski yıllara dayanan bir mücadele ve birikimle gelmiş bir yerdir. Yani bugün bölgeye yönelik işgal saldırılarına karşı Rojava öz savunmasını gerçekleştirdi. Yani öyle PYD’nin, YPG’nin bir anda bir yeri işgal edip kurduğu bir yer değildir Rojava. Rojava kurtuluşu esasen 2011’de yaşanan Arap Baharı’yla birlikte ortaya çıkarmıştır. Türkiye ve Suriye arasında stratejik bir ittifak ortaya çıkmıştı. Devlet başkanları sık sık görüşmeler sürdürüyordu. 2011 gelişmeleri başlarken tehlike hep seziliyordu. O dönem bir çok güç Rojava’ya gözünü dikmişti. Türkiye yönelebileceği, güçsüzleştirebileceği, Suriye’deki belirli güçlerin burayı dağıtabileceği sinyalleri hep vardı. Rojava bu noktada artık kendi bağımsızlığını ve örgütlenmesini yapmak durumundaydı. Rojava özetle böyle ortaya çıktı.
Buradaki halk sadece toprak paylaşımı değil, örgütlü ve planlı bir mücadele içerisine girdi yani?
Tabii tüm Suriye’de yaşanan gelişmeler ışığında bir öz savunma gerçekleştirmeye başlamıştı. Bu adımlar Rojava’nın geleceği bakımından hayati konulardı ve direnmek, örgütlenmekten başka yol yoktu. Çünkü Arap milliyetçiliği, barbar çeteler ve çıkarcı grupların kendilerine bir hak tanımayacağını halk biliyordu. Bu nedenle kendi yönetimi ele almak için harekete geçti.
Türkiye’nin de buradaki gelişimi görmesiyle birlikte bir ambargosu söz konusu oldu. Bu ambargoyla Suriye muhalefeti ve PYD arasında hep bir mesafe konulmak istendi. PYD’nin her fırsatta bölgenin asli bir parçası ve gücü olduğunu görmezden gelmek istediler. Bu halen de sürüyor. Bütün çabalara rağmen buradaki halkın PYD ile bağı koparılamadı. Arap milliyetçiliği ve işgalci, üstten bir yönetim tarzı dayatıldıkça halk kendi öz örgütlülüğünü güçlendirerek geliştirmeyi tercih etti ve Rojava’yı tüm saldırı, baskı ve itibarsızlaştırma çabalarına karşı inşaya başladı. Baas Rejimi ve bölgedeki diğer saldırgan gruplara karşı ortaya çıkan bu hızlı deneyim sonucu halkla birlikte bir model oluşturma çabaları sürece eklendi. Devrim süreci başladığından itibaren istikrarlı ve planlı bir politika sürdürüldü. Demokratik bir yapılaşmanın nasıl oluşacağına dair derin tartışmalar ve planlar ortaya konuldu. Yani Rojava gelişi güzel işgal edilip oluşturulmuş bir yapılanma olmadı. Bölgedeki dinamiklerin karşılıklı hoşgörü birlikte yaşamı, demokrasi ve hukukun oluşturulması süreci bir mücadeleyle birlikte inşa edildi.
‘HALKLARIN BİRBİRİYLE KARDEŞLEŞMESİ SAĞLANDI’
Rojava halklar bakımından çok çeşitliliğe sahip bir bölge. Burada hep birlikte bir mücadele ortaya konuldu. Farklı kesimlerin birlikte hareket etmesi de bu örgütlü oluşlarından geliyor değil mi?
Birçok yerde Süryaniler, Ermeniler, Türkmenler, Kürtler, Araplar birbirleri arasında kıyıma uğradılar. Ayrışmalar sonucu hep bölgede savaşlar yaşandı, ancak Rojava modelinde bu hiçbir şekilde görülmedi. Çünkü bütün halklar için ilk önce eşit ve özgür bir gelecek ortamı ve bunun güveni oluşturulmuştu. Halkların birbiriyle kardeşleşmesi sağlandı. Bu eskilere dayanan bir örgütlülük süreci. Bir arada kendi hakları baki şekilde bir yaşama ikna olan halk ayrımsız bir arada yaşamayı seçti. Çünkü Suriye’de hep tek mezhepçi, dinci, etnik ayrımcılığı körükleyen ve farklı kesimlerin bir araya gelmesini engelleyen bir politika egemen kılınmak istendi. Bir arada ortak geleceğin mümkün olduğuna inanan halk birlikte bir yaşam için harekete geçti. Suriye’deki kaos içerisinde de halklar kendileri için başka bir çıkış olmadığını biliyordu.
Rojava Devrimi Kürt halkı açısından büyük umut ve gelişime neden oldu. Kürdistan’ın diğer parçalarına etkisi nasıl oldu?
Güney Kürdistan açısından bir umut ve saygınlık uyandırdı. Tüm parçalardan Kürt halkı Rojava’yla dayanışma içerisinde oldu. Ancak KDP’nin politikası hep bir tecrit düzeyinde seyretti. KDP bu süreçte Türkiye’nin tepkilerini esas alan bir yaklaşım içerisine girdi. Ve bu durum Rojava açısından bir dezavantajdı. KDP’nin mesafeli ve tepkisel yaklaşımı nedeniyle bir çok gücün bölgeye yönelik saldırı iştahının artmasında etkisi olduğunu düşünüyorum. KDP en başından beri Rojava’nın kendi çizgisine göre şekillenebileceğini düşünerek yaklaştı. Bu konuda iyi bir politika sergilemedi. Onun dışında Kürt halkı için umut oldu.
‘IŞİD ROJAVA’YI ELE GEÇİRSEYDİ TÜRKİYE’DE KURUMSALLAŞIRDI’
Rojava’da yeni bir model ortaya konulması önemli ancak buranın IŞİD’in eline düşmemiş olması başta Türkiye halkları olmak üzere birçok yerde sevinçle karşılandı. Halkların gözü kulağı neden hep buradaydı sizce?
Rojava çok ağır bedeller ödedi. Rojava’ya hakim olmuş bir IŞİD olsaydı eğer 40 koalisyon da bir araya gelse onu söküp atamazdı. Kürt halkı bunu hissettiği için harekete geçti. Başta Kuzey olmak üzere Kürt halkı hareketlenmeye başladı. Sadece Kürt halkı değil Türkiye halkları da buraya yönelik bir karanlığın oluşması halinde o karanlığın içerisine kendilerinin de hapis olacağını anladı. Eğer bu karanlık büyüseydi İstanbul’da da, Ankara’da da birçok yerde kurumsallaşacaktı. Bunun önü çok rahat açılacaktı. Demokrasiden, barıştan, aydınlık bir gelecekten yana olanlar kendi gelecekleri için Rojava’ya içten bir destek sundu. Ve bugün bu insanlar vicdanen rahattırlar. Daha karanlık bir sürece girilmeden Rojava’nın özgürleşmesi herkeste umut yarattı. Bugün yanlış yapılmadığını hâlâ görüyorlar. Kobanê sürecinde de aynı güvenle destek sunuldu. Çünkü karanlığa hapis olmak istemeyen geleceğini düşünen tüm kesimler bir aydınlığın işaretini gördüler. IŞİD’e destek verenler hep huzursuzdur. Tarih boyunca o huzursuzluğu yaşayacaklar. Halklar aydınlık bir geleceği istedi ancak Türkiye hükümeti bunu pek istemedi. Kendisi dışında kimsenin Ortadoğu’yu şekillendirmesini istemedi. Ama Rojava kendi geleceği için mücadele etti. Hükümet burayı işgal ederek dışarıdan bir gelecek sunamayacağını düşünmedi ve hep müdahaleci yaklaştı. Türkiye hükümeti eğer Rojava ve Ortadoğu açısından süren mücadeleye bir katkı sunmuş olsaydı bu Türkiye hükümetinin saygınlığını artıracaktı, daha gelişmiş bir konuma sahip olacaktı. Ancak bunu göremeyip, ‘Kürt kimdir, Rojava nedir’ diyip, ‘Budayıp, ezip geçeriz’ diye yaklaşıldı. Ama bugün kim ‘Ezer geçeriz’ dediyse geride kaldı. Rojava kendisini ilerletti. Bu saygınlığı kendisi layıkıyla elde etti.
SURİYE İLE ‘NORMALLEŞME’ SÜRECİNİN ROJAVA’YA ETKİSİ
Türkiye Hükümeti sık sık PYD’ye bölgeyi bırakmayacağını dile getiriyor. Son günlerde Suriye açısından bir ‘normalleşme’den bahsediliyor. Bu normalleşme adımlarını ve diyalog geliştirme çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve bu durumun Rojava’ya etkisi ne olur?
Diyalogun merkezinde ‘dostlarımızı çoğaltacağız, düşmanları azaltacağız’ var. Yani niyet bir ittifak kurup düşman dediğime karşı güç oluşturmadır. Buradaki strateji yine düşman politikasını sürdürmeye yöneliktir. Şimdi Beşar Esad’la diyalog ve normalleşme kimin için yapılacak? Muhtemelen Rojava’ya karşı tercih edilecek. Bu nasıl bir normalleşme süreci olabilir ki? Şimdi deniliyor, Rusya’yı, Suriye’yi, Irak’ı, Mısır’ı düşman listesinden çıkaracağız. Peki bu dostluk ne için? Bu durum güven verici bir politika olarak durmuyor. AKP Ortadoğu politikaları açısından bir güvensizlik yarattı. Rojava ve Kürtlere yönelik net tutumunu ortaya koyuyor. Komşularla sıfır problem denildi ama bugün bu süper hatta hiper problem düzeyine ulaşmış durumda. Çok ağır süreçler yaşandı. 3 yıl önce yazmıştım. ‘Türkiye ne yaparsa yapsın Kürtlerle ciddi bir demokratik ortamı sağlayan ve barışçıl bir konsept içerisine girmediği sürece eninde sonunda kaybeder’ diye. Bu politikalar sürdükçe barış ortamı da oluşamaz. Kürtlerle aralarına perde koymuşlardır. Bu zihinsel perdenin yırtılması gerekiyor. Tüm bu zihinsel durum Kürt sorunundaki çözümsüzlükten kaynaklıdır. Perdenin kalkması çözümün adımlarıyla ancak yırtılır. Buna çaba gösterildiği takdirde normalleşme sağlanabilir.
‘TEKÇİ ZİHNİYET EGEMEN KILINAMAZ’
Ortadoğu açısından yeni modeller tartışılmaya başlandı. Hatta kimi adımlar da atılıyor. Federasyon modeline geçileceği bunun için çalışmalar yapıldığı bildiriliyor. Neden Federasyon?
Ortadoğu’daki ana model ulus-devlet modelidir. Bu model bölgede halkların birbirine karşı tecridini ve tekçiliğini öne çıkarıyor. Biz Orta doğuda demokratik bir federasyondan yanayız. Örneğin Avrupa bir federasyondur. Ortak bir strateji, ortak bir hukuk üzerine kendi birliğini esas alan değerler üzerine kendini inşa ediyor. Ortadoğu’da böyle bir federal yapı olamaz mı, olsa daha güvenceli olur. En azından devletlerin birbirlerine karşı kışkırtmalarının aksine daha hoşgörülü olunur. Bu sistem ile daha modern ve sağlıklı bir ortam oluşabilir. Bu şekilde Suriye’nin de demokratikleşebileceğini düşünüyorum. Bu şekilde Arap milliyetçiliği ve tekçiliğin yerine daha demokratik bir ortam inşa edilebilir. Bu tabii daha üzerinde düşünülmesi, tartışılması devam eden bir şeydir. Hemen olacak bir şey değil. Ama bu bölgenin tekçiliğin aksine bir arada, hoşgörü ve ileri seviye demokratik bir ortamın sağlanmasına ihtiyacı var. O nedenle bu tür adımlar atılmalıdır. Şimdi Ortadoğu’yu şekillendirmeye çalışanlar, barbarlığı hakim kılmaya çalışanlara karşı bunu ancak bizler yapabiliriz. Selefilik diye bir yönetim, model olur mu? Öte yandan ulus-devletçilik 100 yılı aşkın zamandır denenmiş görülmüştür. Tekçi bir zihniyet halkların olduğu bir yerde egemen kılınamaz. Yeni bir şey ve onca yıkımın ardından demokratik ve özgürleşmesini sağlayacak bir inşa olmalıdır. Bugün en uygun olabilirliği federasyon olarak tartışılmakta.