Türkiye’deki Amerikan varlığı ve ikili anlaşmalar
1963’de patlayan Kıbrıs bunalımı ve Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesinin ABD tarafından engellenmesi ve dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye ABD başkanı L. Johnson’un yazdığı mektup amacını aşarak ülkedeki antiamerikan eğilimleri nesnel olarak desteklemiş, Türkiye solunun bu konudaki yaklaşımlarının önünü
Serpil Güvenç
TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın TBMM’de yaptığı ünlü çıkış hâlâ belleklerdedir. Aybar, 194O’lı yılardan beri ABD ve Türkiye hükümetleri arasında yapılan ikili anlaşmalar sonucunda ABD’ye 35 milyon metrekarelik toprağın üs olarak kullanılması yetkisi tanındığını, 101 Amerikan üssünün bulunduğu ‘35 milyon metre karelik vatan toprağının işgal altında’ olduğunu, bu üslere Türk yetkililerinin giremediğini, Amerikan bayrağının dalgalandığı bu üslerin birer küçük Amerika olduklarını söylemektedir. Aybar, Türkiye’deki ABD askeri ve sivil personelinin ikili anlaşmalara dayalı ayrıcalıklarını, yine ikili anlaşmalarla ABD`ye devredilmiş olan yargı bağımsızlığını, ABD üsleri personeli için ithal edilen mallarda gümrük aranmamasını vurgulamakta ve 1959 ikili anlaşmasına göre ABD’ye hükümetin çağrısı üzerine Türkiye’ye silahlı müdahale hakkı tanındığını söylemektedir.
Artık kamuoyuna mal olan basın dahil bir çok çevrede konu tartışılmaya başlanır. Türkiye’nin her yanında, özellikle 68 gençliğinin başı çektiği 6. Filo eylemleri artarak sürer, Amerikan karşıtlığı toplumun her kesiminde yankısını bulur. İktidar partisi olan Adalet Partisinin Başkanı ve Başbakan Demirel, Türkiye’de üs olmadığını ama tesisler bulunduğunu, ikili anlaşmaların ve askeri üslerin her NATO ülkesinde olduğu gibi NATO anlaşmasının 3. maddesine dayanılarak yapıldığını, NATO’ya Sovyet tehdidinden korunmak amacıyla, güvenlik için girildiğini söyleyerek olayı geçiştirmeye çalışır. Ama gerek TİP ve gerekse 68 gençlik hareketi ve YÖN, ANT benzeri dergiler ve bazı gazetelerce desteklenen bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi öyle kolayca engelleneceğe benzememektedir.
Sosyalist sol, TİP özelinde NATO karşıtlığını dile getirir. TİP’e göre, Türkiye NATO’da kaldığı takdirde, ülke güvenliğinin sağlanması bir yana, Amerikan ve NATO üs ve tesisleri dolayısıyla, kendi iradesi dışında bir nükleer savaşın hedefi olacaktır. NATO üyeliği Türkiye’nin savunma gücünü arttırmamış, tersine azaltmıştır. NATO’nun çıkarları ile Türkiye’nin çıkarları çatışmaktadır çünkü NATO’nun emperyalist hedeflerine karşın Türkiye’nin böyle bir amacı yoktur. TSK’nin tüm ordularıyla NATO emrinde olması ise bağımsızlığımıza aykırıdır ve Kıbrıs olayındaki gibi askeri serbestimiz kısıtlanmaktadır. NATO bir toplu güvenlik sistemi değildir, kapitalist sistemin çıkarlarının korunması ve kollanması görevini yüklenmiştir. Türk egemen sınıflarının Türkiye’nin NATO üyeliğini savunmalarının temelinde bu gerçek yatmaktadır. Sovyet tehdidi ile NATO’ya girildiği iddiası da geçerli değildir. Çünkü SSCB’nin 2. Dünya Savaşı sonunda İran’dan çekilmesi, savaştan çok yorgun bir ordu ile çıkması, sözde toprak istemlerinin Türkiye NATO’ya girmeden önce olması ve Türkiye’nin hiç saldırıya uğramaması, SSCB’nin ABD ile barış içinde bir arada yaşama siyasetini benimsemesi bu ‘tehdit’in geçersizliğinin kanıtlarıdır. Sovyetlere karşı korunma askeri ittifakların dışında kalmakla, iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesiyle sağlanır ve bir ülkenin bağımsızlığı tüm ülkelere karşı savunulur. Askeri blokların devri geçmiştir ve Türkiye’nin yeri, Bağlantısızlar bloğunun içindedir.
‘ÜSLERİN TÜRKİYE’NİN ÇIKARINA DEĞİL’
TİP, NATO Anlaşmaları bağlamında ve bundan bağımsız olarak Türkiye’ye dayatılmış olan İkili Anlaşmalara da karşıdır. Bu konudaki TİP tezleri şöyle özetlenebilir: İkili anlaşmalar, iddia edildiği gibi, NATO anlaşmasının 3. maddesine dayanmamanın ötesinde amaçlarını aşan anlaşmalardır ve öze aykırı bir çok madde içermektedirler. Bu anlaşmalar, ayrıca yasa dışı, ulusal egemenliğe ve devletler hukukuna aykırıdırlar. Bir çok ikili anlaşmada (örneğin 1947 ve 1959 anlaşmalarında) ABD iç hukukuna atıflar yapılmakta, bunun yanı sıra 1959 anlaşmasında olduğu gibi Türkiye hükümetinin talebi halinde ABD’ye Türkiye’nin iç işlerine silahlı müdahale hakkı tanıyan madde ile ülkenin hükümranlık hakları, devletler hukuku ve devletler hukukundaki karşılıklılık ilkesi çiğnenmektedir. İkili anlaşmalar Meclis onayından geçmedikleri için Anayasa delinmiştir.
TİP, askeri üslere de karşı çıkar. TİP`e göre, ikili anlaşmalara göre kurulan üsler nedeniyle ABD ile SSCB ya da başka bir ülkenin ihtilafı topraklarımıza taşınacaktır. Amerika’ya tahsis edilen askeri üsler Türkiye’yi olası bir 3. Dünya Savaşında ilk hedef haline getirmiştir. Üslerde, emirlerini Pentagondan alan Amerikan komutanı yetkilidir ve buralardaki nükleer silahların tetiği Pentagonun elindedir. Bu durum ulusal egemenliğin çiğnenmesinin de ötesinde devletler hukukuna aykırıdır. Üsler iddia edildiği gibi ortak savunma tesisleri değildir. İkili anlaşmalar nedeniyle Türkiye Genelkurmayınca denetlenememektedirler ve Amerikan çıkarlarına hizmet etmektedirler. Bunların ortak savunma üsleri olarak kabul edilebilmesi ancak ortak komuta altında olmalarıyla mümkündür ama Türk personel üslerin yönetiminde değil sadece güvenliğinin sağlanmasında görevlidir. Nükleer silahları kullanma hakkı ABD’de oldukça entegre komutanlık kurulsa da fark etmez.
TİP`in TBMM’de, YÖN, 68 gençlik hareketleri, bazı sol eğilimli medya gibi sol kamuoyunun yarattığı baskı nedeniyle, AP iktidarı ikili anlaşmaların gözden geçirilmesi için Amerikan hükümetine başvurmak zorunda kalmıştır. Görüşmeler sonucunda ikili anlaşmalar tek bir anlaşma, yani Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması (OSİA) içinde toplanmış ve sonuçta, Aybar’ın “çerçeve anlaşması ile Amerikan üslerinin adı değişti, NATO ile ortak tesisler oldu. Bir de yanılmıyorsam Amerikalı nöbetçilerin yerini Mehmetçikler aldı..Bu üsler halen Amerikan üssüdür. Pentagon’a bağlı ileri karakollardır...” diye özetlediği bazı göstermelik değişiklikler gerçekleşmiştir. Yine de bu önemli bir gelişmedir. Sol/sosyalist kamuoyu ABD işbirlikçisi iktidarı ve ABD’yi masaya oturmaya zorlamış, egemen sınıf iktidarlarının maskesi düşürülmüş, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm ülkenin gündemine bir daha çıkmamak üzere girmiştir.
1975 yılında ABD’nin Kıbrıs olaylarıyla ilgili olarak bir kez daha Türkiye’ye koyduğu askeri ambargo sonucunda, İncirlik hariç tüm ABD ve NATO üslerinin kapatıldığı görülmektedir. OSİA feshedilmiştir. Birkaç yıl sonra ABD Kongresi kısmen ambargoyu kaldırdı ve üsler SEİA adı altında yeni bir anlaşmayla hemen kullanıma açıldı. 1980’de imzalanan SEIA’da, Türk ordusunun modernleştirilmesi, ABD’nin Türk ekonomisine katkıda bulunması ve TSK’ye ait tesislerden ABD’nin yararlanması gibi ilkeler yer almaktaydı. Ne var ki, SEIA’nın 1. ve 2. tamamlayıcı maddelerine bakıldığında, Türkiye’nin ABD’den savunma malzemesi satın alması, ABD orijinli savunma malzemelerinin periyodik bakımlarının yapılabilmesi için ABD’den uzman getirilmesi ve söz konusu giderlerin ise ABD’ye yatırılması, Türk askerinin ABD’de eğitim almasının gerektiği görülmektedir. SEIA kapsamında yapılan bütün bu işler için Türkiye ABD’ye para ödemek durumundadır. Dört nolu tamamlayıcı anlaşma gereğince ise Sinop, Pirinçlik, Diyarbakır, Yamanlar/İzmir, Şahintepe/Gemlik, Mahmurdağ/Samsun, Elmadağ/Ankara, Karataş/Adana, Alemdağ/İstanbul, Kürecik/Malatya, Belbaşı/Ankara, Karaburun/İzmir ve Adana/ İncirlik üsleri yine ABD kullanımına açılmıştır.
29 Kasım 1982’de ABD ile bir mutabakat anlaşması imzalandı. Bu mutabakata göre, Türkiye’deki on havaalanının ABD tarafından modernize edilmesi, Muş ve Batman’da lojistik amaçlı kullanılacak olan iki yeni havaalanı inşa edilmesi, Türkiye’deki üslerin Ortadoğu müdahalelerinde kullanılmayacağı, üslerden yapılacak harekatlarda NATO onayının gerekli olduğu ve üslerle ilgili gerekli ek harcamaların ise ABD tarafından yapılacağı belirtilmektedir. 1991’de 1. Körfez harekatında İncirlik’ten kalkan ABD savaş uçakları ile Irak’ın bombalanması ve yine yakın zamanda ABD savaş uçaklarının Diyarbakır, Batman ve Muş havaalanlarında yakıt ikmali yapıp Irak’ı bombalamaları gibi örnekler, Türkiye’nin egemenlik haklarını korur gibi görünen bu tür anlaşma ve mutabakatların pratikte hiçbir geçerliliğinin olmadığını göstermektedirler.
Türkiye, 18 Aralık 1985’de anlaşmanın bittiğini ve bazı hükümlerin aleyhe işlediğini bildirmiş ve değişiklik talebinde bulunmuştur. O tarihte Türkiye’nin 10 maddelik talep listesinde, ABD’nin Türk ordusunun modernleşmesini hızlandırması, Türkiye’ye lobi çalışmalarında yardım etmesi, ekonomik alanda Türkiye’nin ihracatı önündeki engellerin kaldırılması, askeri yardımın Kongre faktörünün dışına çıkarılması ve Kıbrıs, 7/10 oranı gibi konuların bunu etkilememesi, FMS borçlarının silinmesi, Türkiye/ABD savunma sanayi işbirliğinin gündeme taşınması bulunmaktadır. 1985’de Özal’ın iktidarda olduğunu ‘Biz ona üs veriyorsam karşılığında ticaretin arttırılmasını isterim’ diyerek konuya - aynen günümüz iktidarı gibi - alış veriş yapan bir tüccar zihniyetiyle baktığını anımsayalım. ABD sadece modernleşmeye evet demiş ama diğer tüm talepleri reddetmiştir. Taleplerinde ısrar etmesi beklenen Türk tarafı ise isteklerini hemen geri çekmiş ve sadece Pentagon ihalelerinden Türkiye’ye pay verilmesini, Türkiye’deki ABD’li personelin ihtiyaçlarını Türkiye’den karşılamasını, 6. filonun ve Avrupa’daki uçakların bakım ve onarımlarının Türkiye’de yapılmasını ve savunma alanında ABD ile işbirliği talebini yinelemiştir. ABD kongresinin yanıtı ise, Türkiye’ye yapılacak yardımın 1/3 oranında kısılması, Kıbrıs’tan Türk askerinin çekilmesi, Orta Asya’da ABD’nin kuracağı radyo ile ilgili Türkiye’den yayın hakkı istemek olmuştur. Son talebi reddetmekle birlikte ABD Kongresinin tüm isteklerini kabul eden Türkiye SEIA’yı uzatmıştır. Her anlaşma sonrasında olduğu gibi, söz konusu SEIA uzatmasında da ABD/Türkiye arasında bir gizli protokol imzalanmıştır. Buna göre, İncirlikteki F-4’ler F-16’larla değiştirilecek, Konya’da ABD uçaklarının eğitim yapabilmesi için yeni kolaylıklar sağlanacak, üsler modernleştirilecek, Türkiye’de F-16’lar üretilinceye dek 40 F-4 hibe verilecektir. ABD’nin Türkiye’ deki askeri faaliyetleri için bazı malzemelerin Türkiye’den alınabileceği ifade edilen protokolde 100 milyar dolarlık ticari yardımın hepsinin hibe, 490 milyar dolarlık askeri yardımın ise 320 milyar dolarının hibe olması öngörülmüştür. Bununla birlikte, Türkiye’nin hiç beklemediği bir şey olmuş ve Amerikan Kongresi, yardımın yarısını kesmiştir! Ayrıca verilecek silahların Kıbrıs’a yollanmaması ve benzeri kısıtlayıcı bir sürü karar alınmıştır. ABD ile olan ilişkilerine çok güvenen ve bu durum karşısında hayal kırıklığına uğrayan Özal, yardım onaylanana dek SEİA’yı imzalamayacağını söylemiş ama 21 Şubat 1988’de ek mektup ve protokol onanarak 1985’den geçerli olmak üzere 5 yıllığına SEIA uzatılmıştır.
Türkiye’nin 18 Aralık 1992’de yine bazı değişiklik taleplerinde bulunduğunu görmekteyiz. Bu taleplerde, özetle, üslerin sayı olarak azaltılmasına rağmen İncirlik’in kapasitesinin arttırıldığı ve üslerin NATO amaçları dışında kullanıldığı belirtilmekte ve yeni bir düzenleme yapma isteği ön plana çıkmaktadır.
Sonu hüsranla sonuçlanan ve siyasi, ekonomik ve askeri bağımlılık zincirinin sonuçlarını ortaya koyan bu durum ibret vericidir ve solun konuya ilişkin yaklaşım ve taleplerinin ne denli haklı olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.
YARIN: Genişleyen NATO ile ‘Küresel NATO’ya doğru
evrensel.net