22 Temmuz 2016 09:28

Darbeye de diktatörlüğe de hayır!

15 Temmuz’da bu katliamı tartışıp, çıkan görüntüleri dehşetle izlerken günün akşamında oldukça alçaktan uçan jetlerin sesiyle irkildik.

Paylaş

Deniz ORTAKÇI

14 Temmuz günü Fransa’nın Nice kentinde yaşanan 84 kişinin öldürülüp yüzlerce yaralının olduğu bir katliam yaşandı. Katliamı IŞİD üyesi Muhammed Lahouaiej Buhlel gerçekleştirmişti. 15 Temmuz’da bu katliamı tartışıp, çıkan görüntüleri dehşetle izlerken günün akşamında oldukça alçaktan uçan jetlerin sesiyle irkildik. Ankara’da Kızılay Meydanı boşaltılıyor, Genel Kurmay Başkanlığı’nın önünde hareketlenme var haberlerini, İstanbul’da tankların köprülerdeki trafiği kapattığı bilgisi takip etti. 

BOMBALARIN VE JETLERİN GÖLGESİNDE İKTİDAR ÇATIŞMASI

“Tatbikat mı, canlı bomba saldırısına karşı önlem mi?” derken yaşananların bir darbe girişimi olduğu ortaya çıktı. Sosyal medyada ve belli çevrelerde, yaşananların “AKP’nin bir senaryosu” olduğu yönünde değerlendirmeler oldu. Ancak Ankara’nın neredeyse tüm ilçelerinden duyulan patlama sesleri, TRT’den okunan açıklama, canlı yayında meclisin bombalanması, sivillerin üzerine ateş açılması, camilerden okunan selalarla insanların sokağa dökülmesi ardı ardına yaşanan gelişmelerdi. Ortaya çıkan durum “AKP’nin oyunu” olmanın çok ötesinde olan şeylerdi. Yaşananların şiddetli bir iktidar çatışması olduğu açıktı. 

AKP’NİN GÜCÜ KADİR-İ MUTLAK DEĞİL

Böyle bir şeyi AKP’nin kendisi organize etmiş olma ihtimalini düşünmek, salt bir siyasi öngörüsüzlük değil. Böyle bir ihtimal elbette olabilirdi, AKP iktidarını büyük ölçüde kitlelerin manipülasyona dayalı rızası yoluyla sağlamakta ve bunu sağlamak adına zor aygıtını da her türlü ölçüsüzlükte kullanmakta. Ancak her gelişmeyi ve son yaşanan darbe girişimini yorumlarken bu değerlendirmenin üzerine ısrarla vurgu yapmak, AKP’nin gücünün var olanın çok ötesinde olduğunun propagandasına dönüşebiliyor. “Darbe olacaksa da, devrim olacaksa da ancak ve ancak bunu AKP yapabilir.” gibi zorlama bir sonuca dahi çıkabiliyor. AKP ve devleti yekpare bir bütün olarak düşünmemek gerekir. Bürokrasi ve burjuvazinin önemli kliklerinin iktidarına dayalı bir sistem söz konusu. AKP’nin bir yönetimsel kriz içinde olduğunu uzun bir zamandır söylüyoruz. Hem kendi içindeki çatışmaları yönetme hem de ülkedeki iç ve dış politikayı geliştirirken sorunların çözümünden uzak bir yaklaşımla ilerlemekte. Bu sorunlar bir yumak halinde büyüyerek ilerledi, keskinleşti ve 15 Temmuz gecesi yaşananlar ortaya çıktı. 
Bu soruya yanıtı çeşitli şekillerde vermek mümkün. Darbecilerin metninde de açıkça belli olan bir müttefik arayışının bir karşılık bulamayışının da önemli etkenlerden biri olduğunu cebe koyalım. Ama şunu söyleyebiliriz ki, darbenin engellenmesinin en belirleyici unsuru sokağa çıkan halktı. Yer yer, hatta göze batan bir biçimde çeşitli cihatçı gruplarla ilişkisi olduğu her halinden belli olan kesimlerin de eli silahlı biçimde sokaklara indiğini görsek de meydanlara çıkan kesimlerin yoğunluklu bölümü işçi ve emekçi kesimlerdi. Bunu küçümsemek süreci yanlış okumamıza sebep olacak bir başka şey olur. AKP her ne kadar çıkarları çatışsa da işçi ve emekçiler arasında ciddi bir destek görmeye devam etmektedir. AKP’nin itibarı bu süreçle birlikte, bu kitleler arasında daha da artmıştır. Ancak şunu da göz önüne getirmek lazım ki, işçi ve emekçilerin sosyal, ekonomik, örgütlenme gibi sorunları hala çözümsüzlüğe itilmektedir. Unutmayalım ki Zonguldak’taki binlerce maden işçisinin “Hükümet şaşırma, sabrımızı taşırma” sloganı üzerinden çok geçmemiştir. Geçtiğimiz yıl yaşanan metal direnişinin öznesi olan metal işçilerinin taleplerinin önemli bölümü ezilmiş, önümüzdeki metal TİS süreci yeni patlamalara gebedir. Gençliğin, kadınların talepleri de karşılanabilmiş değildir. Bu sürecin ardından da AKP’nin tutumu bu sorunların çözmekten öte kendi çıkarları doğrultusunda istismar kampanyasına dönüştürme olasılığı oldukça yüksektir.

BUNDAN SONRA NE OLACAK?

AKP cenahı işlerinin bundan sonra kolaylaştığını, orduyu temizlediklerini ve birliğin sağlandığını söylüyor. Yukarıda saydığımız sorunları çözmekten öte kutuplaştırıcı ve yüksek gerilimi her geçen gün artıran siyaset anlayışının sürdürüleceği şu an öne çıkan durumdur. Keza “İdam isteriz” sloganları atan kitlenin karşısında, Erdoğan’ın “Milletimizin her talebi demokraside değerlendirilecektir” açıklaması bunu göstermektedir. Bu sürecin ardından, kitlelerde radikalleşen eğilimlere ve sivil faşizmin giderek tırmandırılmasına şahit olabiliriz. Demokrasi güçlerini bu darbe yaşanmasaydı da zor günler zaten bekliyordu. Bu sürecin yaşanması görevlerimizi tekrar düşünüp tartışıp, yol haritamızı yenileyerek güçlendirmemizin gerekliliğini ortaya koyuyor. Gençliğin ileri unsurlarında, üniversitelerde, liselerde demokrasi ve özgürlük için mücadele eğilimi gösteren kesimlerin sayısı giderek artmaktadır. Gerçekten demokratik ve laik bir ülke için daha güçlü ve birleşik bir mücadelenin olanakları bir zorunluluk haline gelmektedir. Şimdi dünden daha cesur adımlarla darbenin ve diktatörlüğün her türlüsünün karşısında örgütlüğümüzü güçlendirmenin zamanıdır. 


PAÜ ÖĞRENCİSİNDEN MEKTUP REKTÖRÜNDEN MESAJ VAR!

Hilmi MIYNAT
Denizli

Geçtiğimiz hafta bir darbe girişimini ekranlardan naklen izledik! Asker yol kapattı, meclis bombalandı, Genelkurmay başkanı kaçırıldı. TRT bir süreliğine darbe kanalı oldu sonra halk TRT ye sahip çıktı! Erdoğan 4.5G üzerinden halkı sokağa çağırdı. Diyanet işleri ve kamu kurumları da attıkları mesajlar ile bu çağrıya destek oldu. “TC. Devleti”nden bir adet okunmamış mesajınız var. Ya rektörlükler? Birçok saçmalıkla, baskı ve antidemokratik uygulamalarla adını duyuran Pamukkale Üniversitesi’nden bahsediyoruz. Barış için imza atan akademisyenlere soruşturma açan, akademisyenlerin yanında olduğunu duyurmak isteyen toplulukları kapatmakla tehdit eden ve katıldığı eylemler gerekçe gösterilerek öğrencilerini okuldan uzaklaştıran PAÜ Rektörlüğünden bahsediyoruz. PAÜ Rektörlüğünden 16 Temmuz gecesi tüm öğrencilere şöyle bir kısa mesaj gönderildi: “Demokrasiye darbe girişimine hayır! Hayır! Hayır! Demokrasi için meydanlara… PAÜ Rektörlüğü” Bir iki saat sonra aynı mesaj ikinci kez geldi. 16 Temmuz 14.00 civarlarında ise şu mesajı okudu öğrenciler: “Demokrasimize karşı yapılan terör eylemi karşısında üniversitemizin personeli ve öğrencilerini demokrasi nöbeti için meydanlara bekliyoruz. PAÜ Rektörlüğü” Demokrasinin D’sinden mahrum üniversitemiz 40 katır mı 40 satır mı cenderesinde, 40 satıra ‘Demokrasi’ cilası atarak, öğrencilerine ve çalışanlarına tek adam diktatörlüğüne giden yolda rol biçmeye çalışıyor. Biz gerçek demokrasi için meydanlardayken ÖGB’si ile karşımıza dikilen, yetmediği yerde polisi üniversiteye sokan rektörlük bize “hayırlı nöbetler” diliyor. Demokratik hakkımız olan basın açıklaması yapma hakkımıza el koyan rektörlük, kafa kesen canilerle kol kola girmemizi öğütlüyor. Katıldığımız basın açıklamalarını gerekçe göstererek soruşturma açan ve sonucunu beklemeden bizleri okuldan uzaklaştıran ‘demokratik üniversite’ bizi gecenin bir vakti meydanlara çağırıyor. Elbette ki bu yazıdan darbeyi savunduğum sonucuna varılmamalıdır. Fakat darbeci değilsen ‘kırk satır’ dayatması da kabul edilemezdir. Hele ki böyle bir dayatma, öğrencisi olduğum ve özerk olması gerektiğini düşündüğüm akademik yapıdan geliyorsa... Bilgisayar yazılımı içinde değiliz. Hayat 1 ve 0’lardan ibaret değil. Karşımıza çıkan herhangi bir olguya ak ya da kara diyemeyiz. Yalnızca iki seçeneğimiz kaldığı psikolojisine sokmaya çalışanlar, önümüze bir mavi bir de kırmızı zehirli hap koyanlar bizleri karanlığa sürüklemeye çalışmaktadırlar. Oysa bizler MEB müfredatlarının, Saray güdümlü YÖK sayfalarının biraz dışına çıktıkça farklı seçeneklerimiz olduğunun da farkına varıyoruz. Ya YÖK’e ya Saray’a bağlı olmak yerine özerk olmak gibi, ya paralı devlet üniversitesi ya daha çok paralı özel üniversite yerine parasız eğitim gibi, ya ilim ya kilim yerine bilim gibi, ya düşük ücretli düşük kapasiteli KYK yurdu ya da ateş pahası apartlar yerine ücretsiz barınma gibi seçeneklerimizin olduğunu görebiliyoruz örneğin. Sözün bittiği yere satırlar kala canımız rektörlüğümüz bizleri akılcı düşünmeye, bilimsel düşünmeye teşvik etmek yerine, ‘kavga var gençler koşun’ komutuna hazırlama gayreti içerisinde iktidar organları. Bir kavga olduğunun bizler de farkındayız fakat bizim kavgamız değil bu kör dövüş. Nazım Hikmet’in satırlarda bahsettiğidir kavgamız bizim;
“Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar. 
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır. 
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.”

ÖNCEKİ HABER

Marksizmin merceğinde bilim

SONRAKİ HABER

Reichstag yangını sürüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa