EMEP: Acil görev, demokrasi cephesi
Darbe girişimi ve OHAL'e dair açıklama yapan EMEP MYK: Gerçek demokrasiye ulaşmak için emek ve demokrasi güçlerini çetin bir mücadele süreci bekliyor.
Emek Partisi (EMEP) Merkez Yürütme Kurulu (MYK), 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi ve sonrasında ilan edilen OHAL'e dair açıklama yaptı.
"EMEP’in ilk andan itibaren darbeye karşı tavrı net oldu: Ne darbe, ne tek adam tek parti diktatörlüğü; çözüm demokratik haklara ve siyasal özgürlüklere sahip çıkmak, halk demokrasisi için mücadele etmektir" denilen açıklamada, " Halktan destek göremedikleri gibi ordu içinde de aradığı desteği bulamayan darbeciler, ordu içinde azınlık bir cunta olarak kalmıştır. Belirli ordu birlikleriyle, özellikle ideolojik bakımdan hükümete bağlılığı sınavdan geçirilmiş polis gücü, darbenin bastırılmasında vurucu gücü oluşturmuştur. 15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesinde hiç şüphesiz darbecilerin uluslararası düzeyde destek bulamamış olmaları da önemli bir etkendi." denildi.
Meclis içinden ya da dışından hiçbir siyasi partinin, sendikalar başta olmak üzere hiçbir örgütlü gücün darbecileri desteklemediği belirtilen açıklamada, "Darbe girişimi 15 Temmuz saat 16.00 itibariyle sızmış, hükümet ve Genelkurmay belirli açılardan tedbirler almaya başlamışken harekete geçen darbecilerin başarılı olmaları zaten mümkün değildi. Ki, Hükümet, MİT ve Genelkurmayın, ordu içinden bir grubun her an bir kalkışma yapabileceği -beklentisinden de öte- bilgisine sahip olduğu ve buna göre YAŞ ve öncesinde bir takım tedbirler aldığı bugün artık bilinen bir durumdur." ifadesi kullanıldı.
"OHAL kaldırılmalı, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak adımlar atılmalıdır" denilen açıklamada, gerçek bir demokrasiye ulaşmak için emek ve demokrasi güçlerini çetin bir mücadele sürecinin beklediğine vurgu yapıldı.
DARBE PÜSKÜRTÜLDÜ, SIRA KARŞI DARBEDE
EMEP'in açıklaması şöyle devam etti:
"Darbe girişiminin püskürtülmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP Hükümeti ve yandaşlarının göstermek istedikleri gibi “demokrasinin zaferi” olmadığı gibi kendiliğinden demokrasiye kapı açan bir sonuç da doğurmamıştır.
Askeri darbe girişiminin bastırılmasından sonra Cumhurbaşkanı ve hükümetin tutumunda demokratikleşme yönünde en küçük bir emare görülmediği gibi bütün işaretler tersini, yani bildikleri yolda ilerleyerek darbe girişiminin ortaya çıkardığı politik konjönktürü siyasi hedeflerini gerçekleştirmenin bir dayanağı olarak kullanmak istediklerini göstermektedir. OHAL ilanı bu durumun en açık kanıtıdır. OHAL, temel hak ve özgürlüklere karşı kabul edilemez bir karşı darbedir.
AKP, kesinlikle demokrasiyi savunmamakta, darbe karşıtlığını demokrasiye eşitleyerek onun lafını etmekte, ama hiçbir demokratik talebi karşılamamakta, dile bile getirmemektedir. Halka yasakladığı sokak ve meydanları “demokrasi nöbeti” adı altında açtığı yer yer cihatçıların da aralarında bulunduğu siyasal İslamcı militanlar, demokrasi değil ama idam cezasının geri getirilmesini talep etmektedirler. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere AKP yetkilileri bu talebi “dikkate alacaklarını” söylerken, Cumhurbaşkanının Başdanışmanı Şeref Malkoç darbelere karşı kendisini koruması için “halkın” silahlanmasının önünü açacaklarını belirterek paramiliter örgütlenmenin işaretlerini vermektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP, Gezi direnişi, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları sırasında yeterince harekete geçiremediği kitleyi bu vesileyle konsolide etmekte, benzer gelişmeler karşısında sahaya sürmek istediği bu “kitle”ye “demokrasi nöbeti” adı altında adeta tatbikat yaptırmaktadır.
Devlet kademelerinde, 12 Eylül dahil hiçbir dönemde görülmeyen yaygınlıkta bir tasfiyeye girişilmiştir. Ankara Başsavcısının -yetkisinde olmamasına karşın- talebiyle iki AYM üyesi dahil aralarında Yargıtay ve Danıştay üyelerinin de olduğu yüksek yargı mensupları ve hakimler, savcılar gözaltına alınmış, büyük bir bölümü tutuklanmıştır. Darbe soruşturması kapsamında orduda, emniyette, yargıda, eğitimde kısaca devletin bütün alanlarındaki tasfiyeler şimdiden 60 bini geçmiştir.
Daha önce emniyet ve yargıda gerçekleşen operasyonlar şimdi orduda gündeme gelmiştir. Erdoğan “kendi ordusunu” kurmanın olanağını yakaladığını, darbe girişiminin YAŞ toplantısından önce gerçekleşmesini “Allah’ın bir lütfu” ilan ederek alenen ifade etmiştir. Benzer biçimde üniversitelere yönelik bir operasyon da devreye girmiş durumdadır. YÖK bu çerçevede 1577 dekanın istifasını istemiş ve bu gerçekleşmiştir. Akademisyenlere yurt dışı yasağı getirilmiştir. Sosyal medyaya yönelik denetim ağırlaştırılırken pek çok internet haber sitesine erişim engellenmiştir.
Hiç şüphesiz darbeye bulaşmış devlet görevlileri en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Ancak hiç kimse siyasi, ideolojik görüşü nedeniyle kovuşturmaya veya cezalandırmaya tabi tutulamaz/ tutulmamalıdır. Gel gelelim gerçekleşen tasfiyenin boyutu, darbe soruşturmasıyla sınırlı kalınmadığını, bu gerekçeyle devlet kademelerinin AKP’li kadrolarla doldurulmasının önünün açıldığını göstermektedir. Bu adımlar ve üzerine ilan edilen OHAL, darbe girişiminin püskürtülmesinin sağladığı politik gücün, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP tarafından tek adam, tek parti diktatörlüğü temelinde inşa etmeye çalıştıkları faşist rejimin yığınağına dönüştürülmek istendiğinin çürütülemez kanıtıdır.
DEMOKRASİ İÇİN BİRLİK VE MÜCADELE
Darbe bastırılmıştır, ancak “darbe hukuku”nun OHAL aracılığıyla fiilen devrede olduğu bir döneme girilmiştir. Darbe girişimi devlette var olan egemenler arası güç mücadelesini bir kere daha gözler önüne sermiştir. Erdoğan, darbeye karşı oluşan “mutabakat”ı yeni rejimin (faşizm temelinde) kurulmasında yedeklemek isterken; toplumsal kutuplaşmanın ortadan kaldırılarak “normalleşme” dönemine dönülmesini isteyen çevreler ise “mutabakat”ı bu temelde bir uzlaşmanın dayanağı yapmak istemektedir. Burjuva liberallerin ve sosyal demokratların başını çektiği “yumuşama” beklentisi içindeki bu çevreler, yaklaşımlarıyla, Erdoğan ve AKP’nin hamleleri karşısında kitleleri fiilen pasifize eden bir rol oynamaktadır. Belirtmek gerekir ki, bu yönlü tutumlar siyaseten hayalcilikten öte tam bir ahmaklıktır. Somut olgular, içine girilen sürecin, yumuşama bir yana muhalefete yönelik baskı, şiddet ve sindirmenin artacağı bir dönem olacağına işaret etmektedir. Türkiye devlet içindeki güç mücadelesinin yeni biçimler altında süreceği, yeni darbe ve cunta girişimlerinin birbirini izleyeceği, çelişkiler ve siyasal belirsizliklerle dolu bir ortama girmiştir.
Bu yüzden darbe girişiminin püskürtülmüş olmasından hareketle yapılan “bir daha geri gelmemek üzere darbeler dönemi bitti” yönlü değerlendirmeler siyasal temelden yoksundur. Bu yönlü yaklaşımlar, 15 Temmuz darbe girişiminin gözler önüne serdiği gibi, ülkemizi darbeciler açısından mümbit topraklar haline getiren darbelerin egemen sermaye düzeni ve iktidarın politikalarıyla olan bağlamını yok saymaktadır.
Unutulmamalıdır ki, Saray ve AKP Hükümetinin “içeride savaş, dışarıda savaş” politikasında ısrar etmesi, parlamenter sistemin “bekleme odası”na alındığını ilan etmesi, 7 Haziran seçimlerinin “yok hükmünde” sayılarak seçimlerin yenilenmesi, “tek adam tek parti diktatörlüğünü” dayatan başkanlık sistemindeki ısrar, işçi ve emekçilerin içine itildiği yoğun sömürüye dayalı çalışma ve yaşam koşulları, Kürt illerinde sokakların tanklarla kuşatılarak evlerin Kürt halkının başına yıkılması, haftalarca süren sokağa çıkma yasakları, dokunulmazlıkların kaldırılarak seçmenlerin iradesinin ayaklar altına alınması, anayasanın fiilen askıya alınarak fiili başkanlık sisteminin hayata geçirilmesi suretiyle şekillendirilen keyfi yönetim tarzı, terörle mücadele gerekçesiyle askerin ve silahların siyasete her gün daha fazla hükmeder hale gelmesi vb. uygulamalar 15 Temmuz darbe girişimine zemin yaratan siyasal iklimi besleyip geliştirmiştir.
Toplumsal siyasal yaşamın bu ölçüde terörize edildiği bir ortamda en büyük zararı işçi sınıfı, emekçi halk ve ilerici güçler görecektir. Demokrasi için birleşme ve ortak mücadeleyi örgütlemenin önemi 15 Temmuz öncesine göre çok daha acil hale gelmiştir. Hiçbir gerekçe bu görevin önüne çıkartılamaz. Acil görev, demokrasi cephesinin oluşturulmasıdır.
OHAL’in kaldırılması, söz, basın, örgütlenme (sendikal-siyasal) ve inanç özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri, ezilen ulusun demokratik haklarını, yargı bağımsızlığını ve halk egemenliğini güvence altına alan laik demokratik bir anayasa için bir araya gelinmeli, faşist bir rejim kurulmasına geçit vermemek için mücadele edilmelidir.
DEMOKRASİYE EN FAZLA İŞÇİLERİN İHTİYACI VAR
Ülkenin, en başta da işçi ve emekçilerin, demokrasiye yakıcı bir ihtiyaç duyduğu tartışmasızdır. Öncesi bir yana, AKP iktidarı altında geçirilmiş on beş yılda, işçi ve emekçiler sürekli hak kayıpları yaşamış, sendikal örgütlenmeleri sürekli darbelenmiş, siyasal ve sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırmak bir yana, Sendikalar Yasası ve İş Kanunu iyice güdükleştirilmiştir. AKP, işçilere, sendikaları ve sınıf partilerinde örgütlenmelerinin yolunu açmamakta, ama onlara “öte dünya”nın örgütlerinin, tarikatlarla cemaatlerin ve AKP’nin paramiliter örgütlerinin kapısını göstermektedir. Oysa işçilere gereken, etrafında birleşerek kendi sınıf taleplerini savunabilecekleri sınıf örgütleridir.
İşçi sınıfının çıkarı, ekonomik ve siyasal hak ve özgürlükleri için yasakçılık ve tekçiliğe olduğu kadar, darbenin püskürtülmesinden kimseye söz hakkı tanınmayacak bir faşist rejimin kuruluşunun taşlarının döşenmesi için yararlanma çabasına karşı mücadele etmekten geçmektedir. İşçi ve emekçiler, sermaye ve faşizme karşı demokrasi mücadelesinde varım diyen herkesle birleşmek ve birlikte mücadele etmek durumundadır. Aksi, Sarayın ve AKP Hükümetinin gerici politikalarına yedeklenmek olacaktır ki, bu işçi ve emekçilerin bugünleri arayacakları bir geleceksizliğe mahkûm hale gelmeleri demektir. Nitekim OHAL ilanıyla birlikte ilk darbeyi yiyen, direniş çadırları sökülen Avcılar Belediyesi işçileri olmuştur. Normal dönemde bile grevlerin yasaklandığı, TİS süreçlerine müdahale edildiği göz önüne alındığında OHAL döneminde işçi ve emekçileri nelerin beklediği baştan bellidir." (İstanbul/EVRENSEL)