Avrupa Türkiye’deki gelişmelerden endişeli
Türkiye’de yaşanan darbe girişimi sonrası 6 bine yakın insanı gözaltına alınması ve OHAL ilanı edilmesi Avrupa’da tartışılıyor.
Türkiye’de yaşanan darbe girişimi sonrası 6 bine yakın insanı gözaltına alınması ve OHAL ilanı edilmesi Avrupa’da tartışılıyor. İnsan haklarının ve hukuki güvencelerin askıya alınması da Avrupa’daki ilerici güçler arasında büyük bir tedirginlik yarattı. Bunun yanı sıra önemli bir müttefik ülkenin silahlı ordusunun içinde bu denli çatışma, hem Avrupa’daki kapitalist çıkarları tehdit ediyor hem de AB ve Türkiye arasında yapılan göçmenlik anlaşmasını nasıl etkileyecek diye büyük bir endişe var.
Alman basınında Türkiye’deki darbe girişimi sonrasındaki gelişmeler, idam konusunun tekrar gündeme getirilmesi ve son olarak da OHAL ilanı geniş yer aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın idam cezası isteyenlere “Demokrasilerde halkın talebi bir kenara konulamaz. Bu, sizlerin bir hakkıdır” söylemi, Frankfurter Rundschau gazetesinde; “Büyük politikacılar, zor zamanlarda sağduyulu davranmak ve temkinli bir yönetim ile kendilerini belli eder. Ancak bunu Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan beklemek mümkün değil.” şeklinde yorumlandı. Stuttgarter Zeitung da OHAL ilanını değerlendirirken çatışmaların Almanya’ya taşınmaması için Federal hükümeti göreve çağırdı.
SEÇİLMİŞ DİKTATÖRLÜĞE DİKKAT
Guardian
Başyazı
Türkiye’deki başarısız darbe girişimin daha da kötüsü olabilirdi. Bu girişim başarıya ulaşabilirdi. Bildiğimiz kadarıyla en kötü yönetim biçimi askeri diktatörlük. Ama bu seçilmiş diktatörlüğün daha az kötü olduğu anlamına gelmiyor ve şu an Türkiye’nin böyle bir devlet olma tehlikesi var. İnsanların ve yargıçların tutuklanması olumsuz bir gelişmeyi yansıtıyor. Bu rejim, zaten gazetecilere uyguladığı zulüm ve baskıyla sivil toplumun gözünü korkuttu. Darbe girişimden sonra orduyu yeniden düzenlemek kaçınılmaz ama sanki yargıçlar seçilmiş hükümete baş kaldırdı gibi yansıtılıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın insan haklarını ve yasaları küçümsediğini biliyoruz ve bu yüzden yargıya yönelik saldırı çok kaygı verici.
Erdoğan çok değişken ve hırslı bir kişilik ve çok yetkili bir konumu var. Gücünü kullanarak çok büyük zararlar verebilir. Erdoğan’ın AKP’siyle İslami Devlet arasında büyük bir uçurum olabilir ama örtülü desteği Suriye’deki en kötü muhaliflerin güçlenmesine sebep oldu. Bunun yanı sıra Türkiye önemli bir NATO üyesi. Müttefiklerin içinde, ABD hariç, en büyük silahlı ordusu var. Askerin ve hava kuvvetin arasındaki bu çatışma gayet endişe verici. Erdoğan hükümetinin yaşanan bütün sorunları rakip gördüğü diğer İslami örgüte ve onun öncüsü Fethullah Gülen’in üstüne atma kararlılığı ABD ve Türkiye arasındaki ilişkiye büyük zarar veriyor. Bir çok gözlemci bu planı yapanların Türk ordusunun geleneksel seküler kanadının olmadığına ikna. John Kerry’nin yaptığı açıklamada bir haklılık payı var. Eğer Gülen’in iadesi isteniyorsa mahkemelerde geçerli olacak somut kanıtlar sunulması gerekiyor ama Türk hükümeti şimdiye kadar bunu sunamadı.
Darbe girişiminin başarısızlığındaki ironilerden biri de Erdoğan’ın zaferinin yıllardır kendi çıkarları doğrultusunda sınırlamak istediği sosyal medya sayesinde olduğudur. Darbe girişimcileri belli ki 20’inci yüz yılda bir darbe için hazırlık yapmıştı ve ulusal kanalı ele geçirmişti fakat interneti kısıtlamayı düşünmemişti. Özel televizyon kanalları ve sosyal medyanın gücünü kullanarak, Erdoğan kendi taraftarlarını harekete geçirebildi ve sokaklara dökebildi.
Aslında bu olanlar hukuki çerçevede işleyen sivil toplumun, kendilerini çoğu zaman tehdit eden bir adamı halkın nasıl kurtardığının sadece bir örneği. Askeri darbecilere karşı sokağa dökülen insanların hepsi Erdoğan’ı savunmak için çıkmamıştı. Bir çoğu demokrasiyi savunmak için çıkmıştı sokağa. Tüm siyasi partiler, çoğunlukla Kürt olan HDP bile, hiç tereddüt etmeden demokrasiyi savundu. Demokrasi cumhurbaşkanından daha büyük bir mesele. Gelecek için en büyük soru cumhurbaşkanının bunu anlayıp anlamaması. Bundan sonra zafer kazanmış bir hükümetten ılımlı davranması, insan haklarına saygı göstermesi ve hukuk devletini yeniden tasdik etmesi talep ediliyor. Bugüne kadar Erdoğan’ın savunduğu ilkeler değil bunlar, fakat Türkiye’nin bunlara en çok bugün ihtiyacı var.
(Çeviren: Çağdaş Canbolat)
BRÜKSEL ELEŞTİRİLERİNİ ÖLÇÜLÜ YAPIYOR
Cecile DUCOURTİIUX
Jean-Pierre STROOBANTS
Le Monde
18 TEMMUZ Pazartesi günü Brüksel’de toplanan AB dışişleri bakanlarının işi zordu: Türkiye’deki darbe girişimini mahkum etme ama yanı sıra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı özgürlüklere saygı duyma konusunda uyarma. Ve eğer mümkünse tüm bunları yaparken, mart ayında Ankara ve Brüksel arasında yapılan mültecilik anlaşmasını […] tehdit etmeme... Yüksek Temsilci Federica Mogherini en iyi formülü bulduğunu sanıyordu: Hukuk devleti, Avrupa Birliğine üye hâlâ olmayı, en azından resmi olarak, uman “Türkiye’nin iyiliği” için korunmalıydı. Türkiye’de idamın tekrar yürürlüğe sokulma tehdidi mevcut, fakat bu AB ve kendisinin de üyesi olduğu Avrupa Konseyinin tüm değerlerine ters düşüyordu. Sayın Mogherini “Ölüm cezasını uygulayan hiçbir ülke AB’ye üyesi olamaz” diye hatırlattı. Almanya Başbakanı Angela Merkel de Erdoğan’a telefon açarak aynı mesajı ifade etmişti. Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault ise idamın Türkiye’de 2004’de AB’ye üye olma müzakereleri çerçevesinde kaldırıldığını hatırlattı. 28 ülke ile esas olarak Brexit konusunu konuşmak için Brüksel’de bulunan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ise, zaten zor olan ilişkileri koruma kaygısı duyan Avrupalılara göre daha kararlı konuştu. Kerry Türk yetkililerini “Ulusun demokratik kurumlarına ve hukuk devletine saygı” duymaya çağırdı. Geçen nisan ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın girdiği “yolun çok kaygı verici” olduğunu ifade eden Obama’nın söylemlerinden sonra Kerry “NATO’nun da demokrasi konusunda öncelikleri vardır” dedi. Daha açıkça söylenirse, Türkiye Kuzey Atlantik müttefikliğinin anahtar partnerlerinden birisidir fakat ittifak içindeki rolünün gündeme getirilmesini istemiyorsa “her türlü kaymadan” uzak durması gerekiyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de; “Tüm müttefikler gibi Türkiye’nin de demokrasi ve kurumlarına, anayasal düzene, hukuk devletine ve temel özgürlüklere saygı duyması temeldir” diye hatırlattı. […]
Avrupa’da ise, Balkanlar yolunun, Almanya ya da İsveç’e gelen göçmenler dalgasını azaltmayı hedefleyen anlaşmanın ne olacağı kaygı konusu. Zorla bulunan uzlaşma olumlu sonuçlar doğurdu, artık Akdeniz üzerinden Yunan adalarına günlük gelenlerin sayısı 50’nin altına düştü. Fakat bugün bu anlaşma tehdit altında. Zira Ankara, Yunanistan’dan Türkiye’ye göçmenlerin (Suriyeli mülteciler de dahil) geri gönderilmesini Türklerin Avrupa’ya vizesiz gidebilmeleri koşuluna bağlamıştı. Diğer koşul ise AB’ye üyelik müzakerelerinin tekrar başlamasıydı.
Vizelerin kalkması konusunda komisyonun, üye ülkelerin ve yeşil ışık yakması zorunlu olan meclisin tavrı açık: Ankara AB kurallarına uyumu sağlayacak 72 kriterin tümünü hayata geçirmediği koşullarda anlaşma olamaz. Mayıs ayında Türkiye bunların 67’sine uyuyordu, fakat çok geniş olan yürürlükteki antiterör yasasının reformu gibi temel konularda ise ciddi engeller vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan buna kesinlikle karşı çıkmaktaydı.
Avrupa Meclisinde, temel siyasi grupların liderleri, son olaylar olmadan önce bile vize zorunluluğunun kaldırılması konusunun hayata geçmesine çok şüpheli yaklaşıyorlardı. Sol, basın özgürlüğü ihlallerini teşhir ediyor, sağ ise özellikle de Fransız sağı, Türklerin kitlesel olarak Avrupa’ya gelecekleri korkuluğunu sallıyordu. Bugün milletvekillerinin tereddütleri hâlâ çok canlı. Sağcı Cumhuriyetçilerin Milletvekili Alain Lamassour’a göre “Bir darbeden sonra generallerin tutuklanması anlaşılır, peki hakimlerin tutuklanması nedir?”. Avrupa Halkçı Partisi milletvekili şunları hatırlatıyor: “Üyelik süreci konusunda iki yüzlülük yapılıyor: Türkiye’nin üye olabilmesi için 28 ülkenin de onayı lazım, fakat 10 civarında ülke buna karşı çıkıyor”. Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault ise pazartesi şunları belirtti: “Çoğu zaman Türkiye’nin AB’ye üyeliği kamuoyunu korkutmak için kullanılıyor, fakat bu üyelik söz konusu değil, bunu iç politikanın bir unsuru olarak kullanmaktan artık vazgeçmek lazım.” Cumhuriyetçiler Partisinin siyasi büro üyesi ve Avrupa milletvekili olan François Grossetete ise “Üyelik müzakeresi ve vizelerin kalkması süreci durdurulmalıdır. AB daha güçlü olmalı ve Ankara’nın şantajına karşı direnmelidir. Bugünkü koşullarda vizelerin kalkması tartışma konusu olmamalıdır. Avrupa Komiseri Günther Oettinger’e göre başarısız olan darbeden sonra başlatılan tutuklama operasyonlarından dolayı Ankara’nın vatandaşlarına verdiği sözün aksine bu yıl Türk vatandaşlarına vize kalkmayacaktır. (…)
(Çeviren: Deniz Uztopal)
TÜRKİYE’DEKİ ÇATIŞMAYI ALMANYA’DAN UZAK TUTUN
Matthias SCHIERMEYER
Stuttgarter NACHRİCHTEN
TÜRKİYE’de ilan edilen OHAL, Almanya’da Erdoğan taraftarları ve karşıtları arasındaki çatışmayı arttıracaktır. Buna karşı hızlı ve kararlı tepki verilmesi gerekiyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, OHAL ilanıyla önümüzdeki aylarda tek kişilik iktidarını garanti etti. Karşıtlarını devre dışı bırakmak için artık parlamentoya ihtiyacı yok. Eylemleri yasaklayabilir, medyaya istediği kadar sansür getirebilir ve darbeden sorumlu olarak ilan ettiği Gülen hareketinin banka hesaplarına el koyabilir. Anayasa çerçevesinde daha fazlasını da yapamazdı zaten. OHAL, Erdoğan’ın tek adam hayalini güçlendiriyor.
Federal Hükümet, darbe girişiminden sonra başlatılan kapsamlı ‘temizlik’ hareketine çok ılımlı tepki gösterdi. OHAL’in de bu tavrı değiştirmeyeceği görünüyor. Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier tam bir diplomat olarak, aşırılığa kaçılmaması ve Türkiye’nin hukuk devleti kurallarını görmezden gelmemesi uyarısında bulundu. Halbuki Erdoğan, daha darbe öncesinde hukuk devleti kurallarını çiğnemekteydi. Şimdi, tam anlamıyla diktatörlüğe doğru yöneldi. Berlin, İstanbul’un provoke edilip Erdoğan’ın AB ile imzalanan mülteci sözleşmesini iptal etmesinden çekindiği duygusunu uyandırıyor. Eğer gerçekten öyleyse, insan haklarının pazarlık konusu edildiği bir kez daha ortaya çıkmış olur.
Federal Hükümet kendine daha fazla güvenerek Türkiye’nin AB’ye ekonomik bağımlı olduğuna dikkat çekmelidir. Ankara, çabayla elde ettiği refahıyla kumar oynadığının farkına varmalıdır. Türkiye’deki çatışma Almanya’da da fırtına koparmaya başladığı için federal hükümet bunu yapmak zorundadır. Hafta sonundan beri Erdoğan taraftarlarıyla karşıtlarının düzenlediği eylemlerin sayısında büyük artış yaşanıyor. Bu eylemlerde kazananlarla kaybedenler arasında büyük bir bölünme yaşandığını birebir görüyoruz. Erdoğan fanatikleri hiç çekinmeden kendileri gibi düşünmeyenlere saldırıyor. Farklı düşünenler maillerle vatan haini olarak damgalanıyor, ihbar ediliyor, internet sayfaları ele geçiriliyor ve derneklerine saldırılıyor. Gülen hareketinin sempatizanlarına özel baskı yapılıyor, Kürtler ve Aleviler gibi azınlıklar da saldırıdan nasibini alıyor.
Güvenlik kurumlarının bu olayları ‘İtina ile gözlem altında tutmaları’ yetmez. Her türlü saldırıya hem sözle hem eylemle net tavır almak zorunludur. Çatışmaları durdurmak, Türkiye’deki bölünmüşlüğün Almanya’ya taşınmasını engellemek için Türk kültür derneklerinin işin içine çekilmesi gerekiyor. Üç milyona yakın Türkiye kökenlinin yaşadığı Almanya’da bunu başarmak için harekete geçmek büyük bir görevdir. Henüz geç değil, çatışma büyümeden bir şeyler yapmalı!
(Çeviren: Semra Çelik)