UNESCO Ani’yi koruyor, eyvah!
UNESCO Ani Tarihi Kentini, Dünya Mirası Listesine aldı. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan İstanbul’un Tarihi Alanları ve Sur korunabilmiş miydi?
Hüseyin CEVİZ*
Ani Tarihi Kenti, Kars’ın güneydoğusunda tarihi M.Ö. 1000 yılından başlatılan bir yerleşim yeridir. Kars’ın Ermenistan sınırına yakın bir bölgesinde bulunmaktadır. Ocaklı Köyü’nde, Arpaçayı boyu üzerindedir. Anadolu’da bulunan ve üzerinde Ermeniler’in yaşamış olduğu en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Ani Kenti’nde bugüne kadar yaklaşık yirmi dört farklı uygarlık hüküm sürmüştür.
Çeşitli Pagan, Hıristiyan ve Müslüman kültürlere ait mimari kalıntıların büyük bir kısmının sağlam durumda olduğu antik kentte, dini, sivil, askeri her tür yapı çeşidine ait eserler günümüze ulaşmıştır. Ortaçağda önemli bir ticaret yolu olan İpek Yolu’nun Kafkaslar’dan Anadolu’ya ilk giriş noktasında kurulmuş olan Ani, bu dönemde büyük bir gelişme göstererek bölgenin politik, kültürel ve ekonomik merkezi konumundadır. Tüm dünyada “Ani Medeniyeti” olarak adını duyurmasına rağmen, uzun yıllar bakımsız bırakıldığı için son yıllarda “Ani Harabeleri” olarak anılmaya başlanmıştır.
Tüm doğal ve kültürel varlıkların, insanlığın ortak mirası olduğunu iddia eden ve korunması gerektiğini belirten UNESCO Dünya Mirası Komitesi; 10-20 Temmuz 2016 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirdiği 40. toplantısında Ani Tarihi Kentini, Dünya Mirası Listesine dahil etti. Bununla birlikte Türkiye’den listeye giren kültürel varlıkların sayısı 16 olmuş oldu.
Peki bu ne anlama geliyor? Yani, daha önce dünya ortak mirası değildi; ama şimdi listeye girdi diye, öyle mi kabul edilecek? Listede değilse korunmayacak mı? Örneğin, binlerce yıllık yerleşim yeri ve arkeolojik sit alanı olan Hasankeyf, listede olmadığı için mi yok edilmesine göz yumuldu? Neyin dünya ortak mirası kabul edilip; neyin kabul edilmediğine insanlık adına hangi hakla karar veriliyor?
LİSTEDE OLANLAR KORUNABİLDİ Mİ?
Peki öyleyse, 31 yıldır UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan İstanbul’un Tarihi Alanları (Tarihi Yarımada) korunabildi mi? Süleymaniye’deki tarihi mahalle dokusu kentsel yenileme projesi ile ortadan kaldırılmadı mı mesela? Ayvansaray, Sulukule ve Tarlabaşı gibi eski mahalleleri yıkılıp; inşaat şirketlerine teslim edilerek özgün yapıları kaybettirilmedi mi? İstanbul’un 8500 yıllık tarihine ait bilgilere ulaşılan Yenikapı’da, 1 milyon metrekare deniz alanının doldurulmasına göz yumulmadı mı? Yedikule Tarihi Bostanları bizzat belediye eliyle imara açılmadı mı? Üçüncü köprü, üçüncü havalimanı gibi projelerle kentin ormanları ve sulak alanları yok edilmedi mi? Üstelik, bütün bunlar İstanbul Dünya Miras Listesi’nde iken yapıldı.
Dünya Mirası Listesi’ndeki Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri’nin oluşturduğu kültürel ve doğal dokunun yer aldığı Sur ilçesi savaşla yıkılıp yok edilmedi mi daha birkaç ay önce? Başta Kurşunlu Camii, Dört Ayaklı Minare, kiliseler ve yüzlerce yıllık yaşam alanlarının yok edilmesine tüm dünya tanıklık etmedi mi? Diyarbakır Barosu Eski Başkanı Tahir Elçi’yi, Dört Ayaklı Minareyi savunurken uğurlamadık mı sonsuzluğa? Ya da mahallesini, evini terk etmeyen ve bu uğurda ölümü göze alan; yaşam alanlarıyla birlikte yok edilen insanları hiç yaşamamış mı kabul edeceğiz?
UNESCO, doğal ve kültürel dünya varlıklarını neden koruyamıyor öyleyse?
UNESCO ya da Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü, Birleşmiş Milletlere bağlı özel bir kurumu olarak, 1945 yılında kurulmuştur. Merkezi Paris’tir. Her üye ülkenin temsilci bulundurduğu ve aidat ödediği; yani üye devletlerin finansı ile varlığını sürdüren bir kurumdur. Hal böyle olunca da; yıkımlar ve tahribatlar yaşanırken sessizliğini koruyan ve kayıtsız kalan UNESCO, doğal ve kültürel varlıklar için listeler hazırlayarak, listelere yeni yerler ekleyerek dünya mirasını koruma iddiasında olamaz. İnsanlığa ait doğal ve kültürel varlıkları, kar hırsları nedeniyle yok eden devlet ve sermaye sahipleriyle birliktekoruyamazsınız. Bir devletin Kültür Bakanlığı, siyasi olarak bağlı olduğu bir hükümetin, dolayısıyla sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket edecektir. Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma Kurulları bağlı oldukları bakanlığın ve bürokratların baskısına rağmen görevini layıkıyla yerine getirebilir mi?
Sermaye sınıfı ve onların devletleri, nasıl ki suyumuzu, toprağımızı, ağacımızı, yaşamlarımızı dahi bizden çalıp; onları işleyerek bize yeniden pazarlıyorsa, kültürel varlıkları da içini boşaltıyor ve bir meta olarak pazarlamasını yapıyor. “Gelişmiş” devletler, kendi kültürel varlıklarını bir meta aracına dönüştürüp bundan kazanç sağlamayı amaçlarken; “gelişmemiş” devletler ise kısa vadedeki kazançları uğruna kültürel değerleri yok etmekte bir sakınca görmezler. “Gelişmiş” bazı devletlerin çeşitli zamanlarda Anadolu’dan bazı kültür varlıklarını gizlice ülkelerine götürdüklerini de unutmamak gerekir.
ANİ’Yİ ANCAK HALK KORUYABİLİR
Yaşam alanlarımızdaki doğal ve kültürel dokuları, hükümetler ve onların oluşturduğu kurumlarla değil; bizzat yerinde, içinde ve çevresinde yaşayan halklarla birlikte korunabilir; böylece miras olarak gelecek nesillere taşınarak yaşatılabilir. Yaşamı, tarihi, doğayı ve kültürel belleği korumak isteyen herkes bu bilinçle hareket etmeli, yeni nesilleri de bu bilinçle yeşertmelidir.
Bu yüzden sermaye devletlerinin kurumu UNESCO, Ani’yi koruyamaz. Tıpkı diğer insanlık miraslarını koru(ya)madığı gibi. Ani’yi halk koruyabilir ancak. Sizin listeleriniz umurumuzda değil. Biz listelere bakmadan bizim olanı korumalıyız. Kültürel varlıklarımız, tüm insanlığın ortak kültürel belleğidir. Yok edilen sadece doğal ve kültürel varlıklar değil; belleklerimizdir. Bu bilinçle hareket edildiğinde, idarecilere kendine çeki düzen vermesi için baskı oluşturulabilir ancak.
Son olarak; UNESCO’nun İstanbul’da toplantısını yaptığı tarihlerde, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu UNESCO Karşı Forum’un sorduğu soruyu soralım ve forumun sonuç raporunu bekleyelim:
UNESCO neyi koruyor?
* Arkeolog