24 Temmuz 2016 05:02

‘Demokrasi’ Kadın dahil mi?

Kadının sokakla arasındaki ilişki düşünülmüş, istişare edilmiş ve bir karara bağlanmıştı “kıymetli büyüklerce”...

Paylaş

Fulya ALİKOÇ

Çok kutuplu bir patlayıcı düzeneği gibiydi nicedir memleket. Öyle ki şah damarının üzerindeki tank baskısı biraz hafiflediğinde “darbeye karşı sokağa dökülen halk”, dökenin tıyneti bir ipucu verse de, sokakta belirene kadar muğlaktı. “Hangi halk?” geçerli bir soruydu, birkaç saatliğine, ilanına malum diyebilene dek. İstisna varsa hatırına çoğunluğu diyelim; çoğunluğu “laikçi ve darbeci itlere” karşı devletini korumayı vazife saymış, kimisi silahlı, silahsızı asgari bir cihat propagandacısı erkekler yansıdı ekranlara. Erkekler! Kadınlar? Yoktu, hala da çok azlar. Neden? Birden fazla cevaplı. Ama İsmailağa cemaatinin tebliğiyle bir kısmı aydınlandı. En azından bir kesiminin sokağa çıkmamasına, evde dua okumasına karar verilmişti. 

KAFADA DELİ SORULAR…

İsmailağa cemaatinin “hanım”lı vukuatlarını bilmediğimizden değil, o ve dahi pek çok din kurumunun sokakla aramızdaki ilişkiyi düzenleyici hamlelerine şerbetliyiz. Bu sefer ürkütücü olan, “o an”da bile, hani memleket postallar altında ezilmek üzereyken, hani tarihinde ilk kez meclisi bombalayacak bir gözü dönmüşlük havada ve karada kol gezinirken… buna karşılık… mesela, kontrolsüz şiddetle malul sokakta zaten kadının varlık gösterebileceği bir alan yokken… bile… Kadının sokakla arasındaki ilişki düşünülmüş, istişare edilmiş ve bir karara bağlanmıştı “kıymetli büyüklerce”.

Peki, buna karşılık verilen “İsmailağa cemaatinin demokrasi fetvası” ya da “İşte siyasal İslam: Demokrasiye kadınlar dahil değil!” gibisinden tepkiler daha mı akılcı? Kıymetli büyükler, “Haydi hanımlar, demokrasi için sokağa!” diye kadınlara özel çağrı yapsaydı mesela, cemaat mensubu kadınların cihat çağrısı yapılan meydanlarda bulunması “demokrasi”ye dahil oldukları anlamına mı gelecekti? Böylesi “demokrasi” bağlamında daha mı az ikiyüzlü olacaktı? 

Örneğin… “Dindar olmayan, inançsız, zaten darbeye ezelden karşı ama 14 yıldır bifiil hükümete de karşı, politikanın şiddetlenmiş biçiminin kendisi için tecavüz ve kayıp demek olduğunu deneyimle öğrenmiş kadın”ın da sokağa çıkamıyor olması, siyasal İslam’ın ve Türkiye’deki temsilcisinin demokrasiye kadını dahil etmediğinin bir göstergesi değil mi?   

BİR KEZ DAHA: TOPLUM SINIFLARA BÖLÜNMÜŞTÜR

Bir kutbun bir yana, diğer kutupların öbür yana sıkıştırıldığı ve inatla çatışmaya zorlandığı böylesi atmosferlerde bile korunuyor “demokrasi naifliği”. Liberalizmin, merkezi parlamentarizmle özdeşleştirilmiş, çevresi, duruma göre etkinliği değişen bir dizi insan hakkı ile donatılmış demokrasi anlayışını içselleştirmiş bir naiflik. Bu tarifle sınırlı bir demokrasi kavramı, merkezine, yani parlamentoya bomba atılmasına karşılık parlamentonun OHAL ile işlevsiz kılınması durumunda atalet dışında ne seçeneği kalır mesela? Akıl bir kez daha şu yalın gerçeğe çarpmıyor mu şimdi: Liberalizmi kullanabilirsiniz, yeri gelir karşı çıkabilirsiniz, öyle bir an gelir ona muhtaç kalabilirsiniz. Ama liberalizmi (ve demokrasisini) mükemmelleştiremezsiniz.

Dahası, karşı çıkışınız, cihat ve idam naralarının atıldığı görüntülere “Demokrasi Şöleni” KJ’si iliştiren ikiyüzlülüğü teşhir etmekle sınırlanır. Oysa bugün çok daha fazlasına ihtiyaç var, başlangıç olarak uyanık bir soğukkanlılığa. At izinin it izine karıştığı, ilerici toplumsal dönüşümün manevra alanlarının bu denli kısıtlandığı bir dönemde ABC’ye dönmek iyi gelir: Toplum sınıflara bölünmüştür. Burjuva demokrasisi, parlamentarizm, darbe ya da OHAL, biçimi ne olursa olsun özünde burjuva diktatörlüğünden başka bir şey değildir.

Devletin konvansiyonel mekanizmalarını devralan, cumhuriyetin kurucu burjuvazisine imtiyazlar sağlarken kendi yandaşı burjuvaziyi güçlendiren ve bu sınıfla emekçi sınıflar arasındaki karşıtlığı din ideolojisi etrafında yanıltıcı bir uzlaşı görünümüyle örten Erdoğan-AKP yönetimi, burjuva diktatörlüğünün dünden farklı bir biçimine ihtiyaç duyuyor bugün. Aslında, resmi, yarı resmi ve gayriresmi silahlı güçlerin 6-7 Ekim’de bu biçime geçebilirlik için denendiğini bir kez daha anlıyoruz hep birlikte. 

KADINLARA YİNE ‘STAY BEHIND’

Tüm bu tablo içerisinde kendi safında yedeklediği halk kesimlerinden kadınlara, bugün “demokrasi” için sokağa çıkmak yerine evde dua okumakla ifade edilen, ama aslında iktidarı boyunca “3 çocuk, 5 çocuk” vb. talimatlarla verilen görev, sivil bir “stay behind” durumu olarak okunabilir. Nitekim geleneksel olarak Refah Partisi Hanım Komisyonları’ndan devralınan ve AKP Kadın Kolları’nca, deyim yerindeyse, mükemmelleştirilen, toplumun en ücra köşelerine kadar sirayet edip yerelleşme, oradaki nabzı tutma, mikro değişimler yaşatma ve makro değişimlere cansuyu taşıma işlevine dayalı örgütlenmenin meyveleri bugün sokaklarda cihat çağrısı yapanlar. 

Kısacası kadınlar bakımından vaziyet, “Demokrasi şöleni yapanlar kadını yine eve hapsetti”den çok daha derin, çok daha vahim. Siz deyin İslam ideolojisi, ben diyeyim 6 milyon ailenin maaşa bağlanması… Makarna, kömür, bulgur… Oğlunun kocasının istihdama alınması… İster baskıyla deyin, ister rızayla… Ne derseniz deyin, milyonlarca kadının, işçi ve emekçi kadının, yoksul kadının bugün kendi çıkarına görünen ama aslında kendi çıkarına olmayan… Biz öyle görmek istiyoruz diye değil, maddi gerçekliği bakımından kendi çıkarlarının tam karşısında duran, Erdoğan şahsında tekleşmiş, şiddetlendirilmiş burjuva diktatörlüğüne, OHAL’e sükunetle yedeklenmesi ve bekası için araçsallaştırılması durumu karşı karşıya olduğumuz.    

Sadece bunlar değil, toplumsal çelişkilerin ya da siyasal klikler arası çatışmaların yoğunlaşmış şiddetle dışa vurduğu dönemlerde kadınların konumuna ve hissiyatına dair de deli sorular var kafamda. “Bir kadın gönüllü olarak IŞİD’e nasıl katılır?” havsalamı ne zamandır zorluyor zaten. Öte yandan, IŞİD’e karşı ruhu ve bedeniyle silahlanan YPJ savaşçısının maruz kaldığı ve/veya uyguladığı gündelik şiddet bugünden öngöremediğimiz ne sonuçlar doğuracak?  Kendisini “Kirche, Küche, Kinder”1  ile tanımlayan Hitler’in bekası uğruna, varlığının tüm işlevlerini hizmete sunan, ölüm makinesine dönüştürülmüş kadınlar… Hayat boyu travmanın kaçınılmaz olduğunu bile bile, faşizme karşı anayurt savunması için cepheye giden 800 bin Sovyet kadını… Aynı yerden değerlendirilebilir mi mesela?

1 “kilise, mutfak, çocuk”   

ÖNCEKİ HABER

Orada bir Reha Mağden var Burgazada’da

SONRAKİ HABER

Diyarbakır’da bir kültürü yaşatan kuşbazlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa