Darbesavar tek ses medya
15 Temmuz gecesinden bu yana medya nasıl bir tavır sergiledi? Esra Arsan yazdı

Esra Arsan
Çok acayip günler gördük. Şimdilerde çok daha acayip günlerden geçiyoruz. Ülkede bir askeri darbe girişimi oldu ve iktidarla kitle medyasına bakılırsa, bu darbe girişimi büyük oranda sivil yurttaşların da dahil olduğu bir sokak hareketiyle püskürtmüş durumda. “Halk darbeyi püskürttü” klişesi 15 Temmuz’dan beri büyük medyanın dilinden düşmüyor. Bununla beraber, aynı Güneydoğu’daki sivillere yönelik hak ihlalleri ve kent boşaltmalardan sonra olduğu gibi bir “temizlik” operasyonundan bahsediliyor sıkça. Bu sefer temizlik darbecilere ve darbeyi tezgahladıkları söylenen Fethullah Gülen Cemaati üyelerine yönelik. Baskın olarak yargıda, Milli Eğitim’de, emniyette ve en sonunda anlaşıldığı gibi orduda kadrolaşmışlar. “Asker darbe yapıyor”, “sivilleşelim” diye diye geldikleri mevkilerde halka ve sivil iktidara karşı askeri darbe planlamışlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu süreçte darbesavan, başka bir deyişle sivil iktidarın arkasında kapı gibi duran üç güçten bahsediyor: Halk, polis ve medya.
Benim işim medya olduğu için, medyanın, özellikle de haber medyasının bu süreçte nasıl bir pratik sergilediğini analiz etmeye çalışacağım.
Büyük halk hareketlerinin, toplumun geniş kesimini derinden etkileyecek felaketlerin ve askeri darbe girişimi gibi parlamenter demokrasinin tehdit altında olduğu zamanların gazetecisi ne yapmalı?
* Öncelikle tanımlayıcı olmalı: Hepimizin bildiği 5N+1K kuralı. Her haberde olmazsa olmaz sorular. Ne oldu? Ne zaman oldu? Nasıl oldu? Kim yaptı? Neden yaptı? Nerede oldu? Bizim olayda darbesavar medya tanımlayıcı olmaktan çok uzakta, sadece eline verilen bilgileri aktarır durumda. Muhabirlik sokaktaki demokrasi şölenlerini izlemeye indirgenmiş. Geçen akşam sayamadım ama bir televizyon kanalının en az 20 muhabiri birden farklı şehirlerden sokak gösterilerini canlı aktarıyordu. Oysa o dakikalarda bizler hâlâ bu darbeyi tam olarak kim örgütledi, darbe girişimini sorumlusu olan askerle kimler, bunları bilmiyoruz. Her akşam bize başka bir apoletli askerin fotoğrafı gösterilip “işte darbeci bu” deniyor. Ama ertesi gün bakıyoruz “yok, o değil bu paşa” deniyor. Gözaltında yediği kaba dayak ve gördüğü işkenceyle tanınmayacak hale gelmiş rütbeli askerlerin birkaç gün sonra suçsuz olduklarını öğreniyoruz aynı medyadan. Bir gün bize “MİT istihbarat alamadı, darbeyi atladı” diyen gazeteciler, ertesi gün “MİT saat 16.00’da uyarmıştı” bilgisini geçiyorlar. Ama Cumhurbaşkanı ekranlara çıktığında “Beni kimse uyarmadı, ben eniştemden öğrendim darbenin geleceğini” deyiveriyor. Bilgi karmaşası başka şey, bilgi kirliliği başka… Bizim medya bilgi kirliliği yaratıyor.
* Haber medyası sorgulayıcı olmalı: Sorgulamak ve analiz etmek için öncelikle bağımsız olmak gerekir. Darbesavar medya bağımsız olmadığı için olayları tek kaynaktan dinleyerek analiz etmeye çalışıyor. Darbe girişiminin ertesinden gelen iki üç gün boyunca ben ekranlarda bir tek muhalefet liderinin konuştuğunu görmedim. Bir yandan sokaklarda demokrasi şölenleri kutlanıyor ama, demokrasinin en önemli ögelerinden biri olan muhalefet partileri kamusal alandan dışlanmış. Kılıçdaroğlu, Demirtaş, Yüksekdağ ve Bahçeli’nin olan biten hakkında ne dediklerini ancak kendi partilerinin web sitelerinden ya da az satan/izlenen partizan basından öğrenebiliyoruz. Hal böyle olunca, olayı ve durumu halka açıklaması gereken kişiler de iktidar yanlısı kaynaklar oluyor. Bu tek taraflı iletişim, büyük televizyon kanallarına “bakalım iktidar bugün ne diyor?” düşüncesiyle bakmamız sonucunu doğuruyor. Çünkü darbesavar medyada tek bir muhalif görüş, tek bir alternatif düşünce kırıntısı yer alamıyor.
* Suçu kesinleşmemiş kişilere de söz hakkı tanımalı: Bugün darbe karışıklığı nedeniyle insan haklarının ve kişi özgürlüklerinin askıya alındığı bir döneme girdik. Bize bu facia durumun sorumluları olarak gösterilenler Gülen Cemaati üyeleri ve bu cemaatin ordudaki uzantıları. Sorumlu bu derece kolay tanımlanınca, iktidar ve yargı sorumluları cezalandırma yoluna gidecek elbet. Lakin önce sorumluların hukuk çerçevesinde yargılanmaları ve suç işlediklerinin tespit edilmesi gerekmiyor mu? Bu noktada medya suçlanan kesime de söz hakkı tanımalı. Darbeci oldukları ileri sürülen askerler de dahil olmak üzere, darbe sürecine pek çok farklı kurum ve işleyişten katkı sundukları iddia edilen kişilerin adil yargıya sevk edilmeleri, medya tarafından ne dediklerinin dinlenmesi gerekmiyor mu? Hani bir zamanlar çokça sözünü ettiğimiz masumiyet karinesi? Hani suçu ispatlanana kadar herkesin masum olduğu gerçeği?
* Torba tasfiyeler çok önemli ve araştırma haber olmalı: Suçluyla suçsuzun birbirine karışacağı, kurunun yanında yaşın da yanacağı, geçmişte örneklerini gördüğümüz yeni bir tasfiye sürecine girdik. Binlerce kamu çalışanı, medya personeli, akademisyen için cadı avı başlamış durumda. Amaç, içimizdeki cemaatçileri temizlemek. Bu amaçla istifa ettirilen dekanlardan, gözaltına alınan akademisyenlere kadar pek çok haber izliyoruz medyada. Peki ama, bu binlerce insanın kaçı gerçekten darbe girişimine iştirak etmiş? Nasıl etmiş? Yoksa aralarında hiç bu konularla ilgisi olmayanlar da var mı? İktidar darbe girişimiyle eline geçirdiği mutlak gücü ve hukuksuzluğu meşrulaştıran OHAL’i kullanarak kamuda ve özel setörde kendi politikalarına muhalif olan herkesi tasfiye etmeye mi çalışıyor? Bunlar sorulması gereken sorular ve sorması gereken de haber medyası. Ama biz maalesef darbesavar medyadan böyle bir pratik göremiyoruz. Büyük genellemeler ve lanetlemeler eşliğinde torba tasfiye sürecinin hukuksuz işleyişi meşrulaştırılıyor. Böylesi bir medya ortamı ancak darbe zamanlarında görülür.
* Tek seslilik yerine çok seslilik olmalı: 15 Temmuz gecesinden beri büyük medyada gözlemlediğimiz bir şey, öncelikle tüm kanalların “ortak yayın” yapmasının artık olağanlaşması, standartlaşması. Tek ses, tek nefes medya, kısa bir süre öncesine kadar bilhassa havuz medyasına özgü bir özellikti. Ülkedeki onlarca gazetenin aynı manşetle çıkması veya yandaş televizyon kanallarında aynı saatte aynı hükümet bildirilerinin yayınlanması da AKP iktidarı döneminde gördüğümüz bir ilkti. Şimdi bu pratiği sadece iktidar yanlısı medyada değil, görece muhalif medyada, mesela Doğan Medya Grubu’nda da izliyoruz. Zaten Cumhurbaşkanı Marmaris’teki otelden ayrıldıktan sonra kamuya ilk açıklamasını facetime aracılığıyla kendisine bağlanan CNNTürk muhabiri Hande Fırat’a yapıyor. Dikkat edelim, A Haber’e değil, Kanal 24’e değil, kendisine sonsuz destek vermiş NTV’ye de değil, CNNTürk’e. Hande Fırat cep telefonundan ulaştığı Cumhurbaşkanının açıklamalarını dehşet içinde izleyicilere dinletiyor. Darbe gecesi Cumhurbaşkanına cep telefonunda ulaşan Hande Fırat ve CNNTürk hala alternatif görüş sunabilecek bir haber kaynağına ulaşabilmiş değiller. Ama bakın ne?: Darbesavan bu cep telefonuna sahip olmak için Suudi bir işadamının Hande Fırat’a 1 milyon Riyal teklif ettiği yazılıyor. Medyatik darbenin medyatik kutsalları yaratılıyor.
* İslamî duyarlılık ve bilgi gizleme: Televizyon kanallarından hangisini açsak aynı şeyle karşılaşıyoruz: Çarçabuk hazırlandığı belli olan dinî müzik klipleri, ezan tınısında okunan vatan ve kahramanlık şiirleri ve Tayyip Erdoğan’ın halka hitaben okuduğu belli olan dokunaklı şiir kayıtları. Bu klip ve propaganda görüntüleri her haber bülteninden sonra uzun uzun yayınlanıyor. Kitle medyasında mütemadiyen yayınlanan bir diğer zorunlu şey de yurdun dört bir yanında liderin çağrısıyla sokaklara dökülen ve ellerindeki bayrakları sallayarak “Ya Allah Bismillah, Allah-u Ekber” nidalarıyla yeri göğü inleten kalabalıklar. İslami duyarlılığın had safhada olduğu bu yayıncılık sırasında, Malatya’da gibi, İstanbul Gazi Mahallesi’nde olduğu gibi Alevi yurttaşların durup dururken demokrasi şölenlerine katılanlar tarafından saldırıya uğradıkları göz ardı ediliyor, haber olamıyor. Toplumu zor zamanlarda birleştirmek yerine bölmeyi hedefleyen bu kriminal girişimlerin sorumluları araştırılmıyor; gazeteciler bunda haber değeri görmüyor.
* İktidar basından memnunsa sorun var: Gerçek demokrasilerde özgür basın eleştireldir, muhaliftir ve iktidarların baş belasıdır. Bizim ülkede ise Cumhurbaşkanı ve Başbakan yerli medyadan memnun ve bunu her fırsatta dile getirir oldular. Anlıyoruz ki medyanın çoğunluğu “istenen kıvama” gelmiş. Ama siyasi iktidar yabancı basından yana dertli. Reuters, BBC, Stern, Guardian, New York Times, CBC, AFP gibi yabancı basının yaptığı haberlerle halkın kafasını bulandırdığını ve mutlu mesut yaşadığımız tek seslilik düzenini bozduğunu düşünüyor. Düşünmekle kalmıyor, “Eyyy batı basını…” diyerek dile de getiriyor. Yabancı basının da hızla milli medya gibi yola gelmesini muhaliflere, ama özellikle de Cemaat kadrolarına asla mikrofon uzatmamalarını istiyor. Cumhurbaşkanı “Düşmanına” mikrofon uzatanın gazeteciliğini eleştiriyor. Yine de, Cumhurbaşkanının yabancı medyaya verdiği demeçler çok önemseniyor. Erdoğan ne zaman yabancı bir televizyon kanalına demeç verse, darbesavar medya acilen ortak yayına geçiyor ve söyleşiyi kelimesi kelimesine yayınlıyor.
Evet, bugün “Allaha şükür” darbe karşıtı, hatta darbesavar denen bir medyamız var. Ama elimizde derinlemesine araştırılmış, çok yönlü ve çok sesli olarak sorgulanmış bir darbe girişimi haberciliği yok. Kanalımız çok, bilgimiz az. Doğru bilgiye ulaşmak için büyük bir çabamız olduğu da söylenemez. Şu anda sokaklara dökülen halkımız ve medya için sadece darbesavar olmak yeterli. Medyanın darbe karşıtı olmasında ne gariplik var, diyeceksiniz. Bunda hiçbir tuhaflık yok elbette. Ama tek başına darbe karşıtı olmak iyi gazeteciliğin göstergesi değil; demokratlığın göstergesi de değil. Demokrasiyi ve sivil iktidarı savunmak bir şey, darbe girişimin tozu dumanında kaybolan hakikati aramak ve sokakta ortaya çıkan hak ihlallerinin hesabını sormak başka bir şey. Biz bugün hâlâ darbe girişiminin arka planını, darbecilerin tam olarak kimler olduğunu bilmiyoruz. Bu darbe girişiminin nasıl olup da bir anda insan haklarının askıya alındığı ve tüm özgürlüklerimizin kısıtlandığı bir süreci hızla tetiklediğini de… Ayrıca, bir askeri darbenin sokağa dökülen “silahsız”ama “imanlı” sivillerce “püskürtülmesinin”, bu arada ölen yüzlerce kişinin, yaralanan binlerce insanın, linç edilen askerlerin ve onları linç edenlerin yaptıklarının ne derece doğru ve anlamlı olduğunun analizini de yapmıyoruz.
Ama ortada yüzlerce ölü ve binlerce yaralı diyoruz. Ölen ve yaralananları sayılara indirgiyoruz, şehadet mertebesine eriştiler diyerek onların kim olduklarını merak etmiyoruz. Medya da bize bu “demokrasi şehitlerinin” hikayelerini anlatmıyor. Büyük oranda sivillerden oluşan bu can kayıpları olmadan da darbe engellenemez miydi? Bu soruyu da sormuyor büyük medya. “O geceye” ilişkin hafızamızda yer eden şey, halka ateş açan askerler, şehirlerin üzerinden F-16’larla uçarak ve meclisi bombalayarak milleti terörize eden gözü dönmüş pilotlar, sokaklarda er ve erbaş boğazı kesen insanlar, teslim olup tankını terk etmeye hazır olduğu halde Boğaz köprüsündeki kızgın kalabalık tarafından ölesiye dövülen veya köprüden baş aşağı sallandırılan erler… Bu vahşi görüntülerin bazılarına sadece sosyal medyadan ulaşabildik. Tek ses darbesavar medyada linç görüntüleri yok. Aksine, tek ses medya bu tür olayların hiç olmadığını, köprüdeki kalabalıktan hiç kimsenin boğaz kesmek gibi bir katliama karışmadığını, söylenenlerin yalan olduğunu ispat etmeye çalışıyor. Fotomuhabiri Gökhan Tan’ın çektiği dövülen er ve erbaş görüntüleri ise sivil vahşetin ispatı. O fotoğraflar tarihe düşülen not. Neden orada olduğunu bile tam olarak bilmeyen, gencecik, zorunlu askerlik kurbanı çocukların başına gelenler neyse ki bir gazeteci tarafından tarihe kazınmış. O gece o köprüde olan yabancı medyanın muhabirleri de tanıklıklarında ne derece büyük bir dehşetin yaşandığını anlatıyorlar. Darbe savalım derken nasıl bu kadar kötü ve yanlış işlerin meşrulaşmasına yol açabildik biz? Ve bu yanlış işlerin hesabı sorulmayacak mı?
15 Temmuz’dan beri tek ses medyada bir yandan cesur ve şehadete erişmiş siviller için bir kahramanlık anlatısı kurgulanırken, diğer yandan adeta kutsallık katına erişmiş bir siyasi liderin güç destanı dönüp duruyor. Siyasiler halka yönelik tüm açıklamalarında sokaklara dökülerek “demokrasi şölenine” destek veren kitlelere teşekkür ediyor, “korkmayın, ekonomik göstergelerimiz çok iyi, sorun yok” mesajını tekrar ediyor. Aman, ekonomi önemli (!)
Bir de sokaktaki hâkimiyetin medyatikleşmiş hali var. AKP iktidarı belediyeler, valilikler, muhtarlar ve bir de hepimizin cep telefonlarına yollanan mesajlarla hepimizi her gece bitmek bilmeyen bir “demokrasi şölenine” davet ediyor. Sokaklar boş kalmasın. Demokrasi ne iyi şey diye düşünmeden edemiyor insan, Gezi Parkı eylemcilerine kapatılan Taksim meydanı darbesavarlara sonuna kadar açık. Gezi eylemleri sırasında tek ses susan medya, bu sefer tek ses canlı yayınla ve kalabalıkları kutsayarak bağlanıyor meydanlara. Şölenler televizyon kanalarının ortak yayını gibi her gece evlerimizde bize izletiliyor. Kimisine Cumhurbaşkanı da katılıp halka teşekkür ediyor: “Allah hepinizden razı olsun.” Sonra icraatın içinden başlıyor. Hangi şehre kaç köprü, kaç metro daha yapılacak? İnşaat da ekonomi kadar önemli (!). Bu sokak şölenlerinde vazgeçilmez olan iki şey bayrak ve dua. Sokaklarda ellerini göğe açıp dua eden insanlar görüyoruz. Ortak bir düşmana karşı vatanı, milleti için dua eden, düşmana beddua eden insanlar.
Darbeyi savdık. Demokrasi ve insan hakları askıda. Medyada tek seslilik hakim. İçinden geçtiğimiz bu süreç çok fazla soru işareti barındırıyor. Muhtemelen yıllar sonra ne olup bittiğini anlayabileceğimiz karanlık günler bunlar. Keşke daha bağımsız, sorgulayıcı ve çok sesli bir medyamız olsaydı, o zaman hayat da, demokrasi de daha kolay olurdu.
Evrensel'i Takip Et