Yargıya güven kaldı mı?
Avukat Kamil Tekin Sürek Darbe girişimin ardından yargıdaki tasfiyeyi yazdı

Kamil Tekin SÜREK
Darbe girişiminin sabahından başlamak üzere Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay, Danıştay ve Askeri yargıda 3.bin civarında hakim ve savcı açığa alındı, bunlardan 1700 civarında hakim ve savcı gözaltına alındı, 220 hakim ve cumhuriyet savcısı hakkında ise adli kontrol kararına hükmedildi, 843 hakim ve savcı ise tutuklandı.
Tutuklananlar arasında Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri Alparslan Altan, Erdal Tercan, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeleri Mahmut Şen, Ahmet Berberoğlu, Mustafa Kemal Özçelik, Şaban Işık ile Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanı Ekrem Ertuğrul, eski HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsicide bulunuyor.
Milli Savunma Bakanlığı, tüm askeri hakim ve savcılara soruşturma açtı. Hakkında soruşturma açılan 262 askeri hâkim ve savcı görevden uzaklaştırılmıştı.
Şüpheliler, “FETÖ-PDY silahlı terör örgütü üyesi olmak ve örgütün yargı ayağını oluşturmak suretiyle örgütün eylemlerine iştirak ettikleri” iddiasıyla sorgulandı ya da açığa alındı.
Yargıdaki bu operasyon iki soruyu akla getirdi. Hakimler ve savcılar, hele Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyeleri gibi olanlar da dahil olmak üzere böylesine kolayca tutuklanabilir miydi ve “tuz da mı kokmaya başlamış” tı?
Elbette, hakim ve savcıların suç işlemesi garip karşılanır. Hele, yüksek mahkemelerin hakim ve savcılarının suç işlemesi çok küçük bir ihtimal olarak akla gelebilir. Bu nedenle de Anayasa ve yasalara hakim ve savcıların yargılanmasını zorlaştıracak, onları koruma altına alacak hükümler konulmuştur. Hakim ve savcılar olur olmaz suçlardan ötürü soruşturulamasın, soruşturmalar, yargılamalar; yargılama faaliyeti sırasında onlar üzerinde baskı oluşturmasın istenmiştir.
Anayasanın hakim teminatı başlıklı 139. Maddesi şöyledir: “Hakimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.
Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.”
Görevlerinden dolayı işledikleri suçlar nedeniyle hakim ve savcıların yargılanması için HSYK’ nın izni gerekir. Yüksek Yargı üyeleri için ise bu izin kendi kurumları tarafından verilir.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi yargılar. Bunun istisnası ağır cezalık suçlardır.
Yüksek yargı ve yargıda açığa alınan, gözaltına alınan ve tutuklanan hakimlerin “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (Madde 302, 303, 304, 307, 308) ve Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (Madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)” kapsamında işlem gördüğü anlaşılıyor.
DELİLLER MEVCUT MU?
Ağır cezalık suç isnadı tamam, FETÖ üyesi olmak suçlaması tamam, FETÖ’nün darbe girişiminde bulunduğu tamam; fakat 3.000 hakim ve savcının bu örgüte üye olduğuna dair maruz kaldıkları muameleyi gerektirecek deliller mevcut mu? İşte bu konu hukuken tartışmalı. Çünkü, darbe sırasında suçüstü yakalananlar dışında (ki darbeye katılan hakim ve savcı bilinmiyor) 3.000 hakim ve savcı hakkında beş, altı saat içinde gözaltına alınmaya, tutuklanmaya yetecek delil toplanması mümkün değil. Demek ki, söz konusu hakim ve savcılar hakkında darbe girişimi öncesinde açılmış bir soruşturma ve toplanan ciddi deliller var. Ya da, FETÖ üyesi olduğu gerekçesi ile fişlenmiş hakim ve savcılar darbe girişimi bahane edilerek tasfiye ediliyor.
Gözaltına alınan hakim ve savcıların sorgularından ikinci ihtimalin daha doğru olduğu anlaşılıyor. Çünkü, hakim ve savcılara katıldığı eylemler, örgüt üyesi olduğuna dair somut deliller sorulmuyor, sadece FETÖ üyesi olduğu belirtiliyor ve bu konuda ne diyeceği soruluyor. Siyasi düşüncesi sorgulanıyor.
Gözaltına alınan, tutuklanan hakim ve savcıların büyük bir bölümü, hatta hepsi FETÖ üyesi olabilir. Muhtemelen de öyledir. Fakat, bir hukuk devletinde insanları işinden atmak, gözaltına almak, tutuklamak için somut delillerin olması gerekir. Örneğin, FETÖ üyesi hakim ve savcılar yargı faaliyeti içinde örgütlerinin amacına uygun olarak, örgütün emir ve talimatı ile çalışmışlarsa; bu kişileri niteliklerini bilerek hakim ve savcı olarak istihdam edenler, çeşitli mahkemelere atayanlar, koruyanlar, terfi ettirenler de suçun ortağı kabul edilir. Siyasi iktidarın elinde listeler olduğuna göre, bu kişilerin siyasi kimliğini ve FETÖ’cü oldukları biliniyordu. Bu kişilerin hakim ve savcılığa kabul edilmesi, terfi ettirilmesi, belli görevlere getirilmesi için siyasi iktidar büyük çaba harcadı. Anayasa Mahkemesi üyesi Alpaslan Altan’ın Anayasa Mahkemesi üyeliğine getirilmesi süreci bu çabanın güzel bir örneğidir.
Alpaslan Altan’ın Anayasa Mahkemesi’ne üye olması yeterliliği yoktu. Durumu mevzuata uymuyordu. Uymasa da uydurdular. Alpaslan Altan AYM’de raportörlük yapıyordu. AYM’ye üye olarak seçilmesinin tek yolu “devlette üst düzey yöneticilik “ yapmış olması idi. AYM Raportörlüğünden istifa ettirdiler. Alparslan Altan o dönemde Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan ve Ulaştırma Bakanı olan Binali Yıldırım’ın imzaladıkları kararname ile, 26 Şubat 2010’da Denizcilik Müsteşarlığı’na Müsteşar Yardımcısı olarak atandı. Altan, Müsteşar yardımcısı olarak sadece bir ay kaldı. 20 Mart 2010 tarihinde, “üst düzey bürokrat kontenjanı” kullanılarak, Anayasa Mahkemesi’ne “yedek üye” olarak atandı. Atamasının altında, o dönemin Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün imzası yer aldı. Ancak AKP hükümeti, Altan’ın “yedek üye”olarak kalmasını istemiyor olmalı ki, 12 Eylül 2010 tarihli Anayasa değişikliği referandumundan yararlanıldı. AYM’nin arttırılan üye sayısı kullanılarak, “yedek üye” olan Alparslan Altan, AYM’ye “asil üye” yapıldı. Altan, daha sonra “Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili” görevine de geldi. AKP’de önce mevzuata aykırı işlem yapıp, sonra bu konuda kanun çıkarılması alışkanlığı olduğundan olacak, 12 Eylül 2010 tarihli Anayasa değişikliği referandumuna, AYM’de raportör olarak görev yapan kişilerin, ilerde AYM üyesi olarak atanmasına olanak veren bir değişiklik de koyuldu ve yapılan “hülle” daha sonra yasal güvenceye kavuşturulmaya çalışıldı.
Şimdi, AYM üyesi yapabilmek için böylesine hukuk dışı yollara başvuranlar, Altan’ı FETÖ üyesi olmakla suçluyor ve tutuklatıyorlar. Onu AYM üyesi yapmaya çalıştıkları zaman Fetullahçı olduğunu bilmiyorlar mıydı? Yoksa, Fetullahçı olduğunu bildikleri ve Fetullahçıları AYM’ye sokup ulusalcıların etkisini kırmaya çalıştıkları için mi yasa tanımayarak böylesine uğraş vererek onu AYM üyesi yaptılar. Alpaslan Altan, AYM’de FETÖ adına ve FETÖ için çalıştıysa, Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım’ın bu suça ortaklığından, yardım ve yataklık etmesinden söz edilemez mi?
Görülüyor ki, 3000 hakim ve savcının açığa alınması, gözaltı ve tutuklama işlemlerinin yapılması bir yargısal faaliyet değil, siyasi tasfiye hareketi. Üstelik tasfiye edilenler (yüzde doksanı FETÖ’cü olsa da) sadece FETÖcüler değil. Darbe Girişimi’ni fırsat bilerek darbecileri tasfiye ediyoruz deyip, YARSAV ve Yargıçlar Sendikası üyeleri, daha önce kendilerinin bazı taleplerine hayır demiş ve mimledikleri hakim ve savcılar vb. de tasfiye ediliyor. Tasfiye bakalım nerelere kadar varacak? Tasfiye edenin de tasfiye edildiğine tarihte tanık olunmuştur. Bugün tasfiye edilen FETÖ’cüler de bir süre önce başkalarını tasfiye etmişlerdi. Tasfiye süreci ne zaman bitecek bilinmez ama yargı şimdiden bitmiştir.
Evrensel'i Takip Et