Emzirme eylemleri üzerine
Mehmet Tarhan, Arjantin’de yaşanan ve tüm dünya medyasında kendine yer eden emzirme protestoları'na farklı açılardan baktı.

Mehmet TARHAN
23 Temmuz günü Arjantin’in pek çok kentinde kadınlar meydanlara çıkıp emzirme eylemi yaptı. Yaklaşık bir hafta önce Buenos Aires’e yakın, banliyösü sayılabilecek San Isidro kentinde Costanza Santos adlı 22 yaşında bir kadın 8 aylık bebeğini emzirmek için parktaki bir banka oturdu. Polisler kamuya açık bir yer olan parkta bebeğini emziremeyeceğini söyledi. Santos itiraz edince onu tutuklamakla tehdit ettiler. Polisler hakkındaki şikayeti ise işleme alınmadı. Konunun sosyal medyaya yansıması sonrası özellikle feminist grupların çağrısıyla yüzlerce kadın birçok kentte bebeklerini alıp emzirme eylemi yaptı. ‘Emzirme’nin anne ve çocuk için bir hak olduğu ve kısıtlanamayacağını ifade eden eylemciler, Santos’un bedeninin cinsel objeye indirgenmesini, kadınların baskılanmasını kendi bebeklerini emzirerek protesto etti. Bu dayanışma gösterileri Arjantin’de olduğu kadar dünyanın her yerinde ve elbette Türkiye’de de ciddi ses getirdi.
COSTANZA SANTOS AYNI ZAMANDA BOLİVYALI
İşin içinde “meme” olmasa bu kadar ilgi görür müydü sorusunu bir yana bırakacak olursak, buraya kadar bütün bu dayanışma eylemleri ve medyanın ilgisi olumlu denilebilir. Ancak hem Arjantin hem Türkiye medyası hem de protesto gösterilerinde atlanan önemli bir nokta var.
Bunlardan birincisi Costanza Santos Bolivyalı. Bu önemli bir nokta burada Bolivyalı olmak göçmen işçi, dolayısıyla yoksul olmak demek. Çok sayıda Bolivyalı çalışmak için Arjantin’e geliyor ve Avrupai olmakla çok övünen Arjantinliler Avrupailiğin hakkını vererek göçmen işçilere, özellikle de Bolivya, Peru, Paraguay gibi yerli ağırlıklı yoksul komşularına karşı ayrımcı davranıyor. Mesela San Isidro gibi orta-üst sınıfın yaşadığı zengin banliyölerde ya da Buenos Aires’in zengin mahallelerinde ucuz işçi olarak istihdam ediyor ancak onlardan bahsederken “negro” demekten, aşağılamaktan, insanların işini çalmakla itham etmekten geri durmuyorlar. Haliyle onları kamusal alanda görmekten çok da hazzetmiyorlar. Örneğin pek çok restoranın mutfaklarında göçmen işçiler vardır ancak onları garson olarak görmeniz pek mümkün değildir. Özellikle kadınların ev hizmetlerinde kölelik şartlarında çalıştıklarını ve her türlü kötü muamele, taciz ve istismara maruz kaldıklarını tahmin etmek güç değil. Polisin tavrı ise elbette göçmen, yerli ya da kadından yana değil, bunu tahmin etmek de güç değil.
Arjantin, Latin Amerika ülkeleri içinde yerli nüfusu en düşük ülke. Büyük soykırımlarla dolu bu tarih pek tartışılan bir konu değil. Hatta genel tarih anlatısına bakacak olursanız koloniciler buraya geldiğinde bomboş bir kıtayla karşılaştı sanabilirsiniz. Antikolonyalist mücadeleleriyle gurur duyan Arjantinliler bu toprakların kendileri tarafından kolonileştirildiğini konuşmaktan pek hazzetmiyor. Hatta kolonyalizmi simgeliyor diye İngilizce konuşulmasına tepki gösteren bir Arjantinliye İspanyolcanın bizatihi kolonyal dil olduğunu söylemeniz sohbetinizi çok gerebilir. Yerliler çoğunlukta oldukları yerlerde kendi dillerinde eğitim görebilseler de mesela ben burada olduğum yaklaşık yedi ay zarfında henüz herhangi bir yerli dili öğrenmiş Avrupa kökenli bir Arjantinliyle tanışmadım. Hasılıkelam kibar bir dille artık “negro” değil “orijinaller” olarak nitelenen yerlilerin problemleri sonlanmış değil.
Macri döneminde yerlilerin haklarında olduğu gibi göçmen haklarında bir ilerleme beklemek de çok mümkün görünmüyor. Son 8 ayda gıda ve elektrik, su, gaz, ulaşım gibi temel ihtiyaçlarda yüzde 700’lere varan zamlarla gitgide yoksullaşan ve işsizlikle boğuşan orta ve alt sınıflarda ırkçılığın yeniden güçlenmesi pek sürpriz olmayacak gibi. Macri’nin çözümü ise daha fazla polis istihdam etmek, gösterilere sınırlama getirmek, darbelerle yüzleşme döneminde sivil iradeye bağlanan orduya yeniden otonomi vermek. Polislerin gitgide sertleşmesi ve keyfi uygulamaların artması anlamına geliyor bu aynı zamanda. Son haftalarda polislere ait çok sayıda işkence ve şiddet videoları sosyal medyaya düşüyor ve henüz bir soruşturma söz konusu değil.
KADIN DÜŞMANLIĞININ ÖTESİNDE
Uzun lafın kısası Costanza Santos, o nezih kentin nezih parkında sadece çocuğunu emzirdiği için tutuklanmakla tehdit edilmedi. Bolivyalı olduğu, yeterince beyaz olmadığı için bu muameleye maruz kaldı. Bir göçmen ve bir yoksul olarak haddini bilmeyip, “efendileri”nin zevki için tasarlanmış bir parkta sanki kendisi de “efendi”ymiş gibi oturup çocuğunu emzirdiği için geldi o polisler. Yerel yönetim şikayeti kadın olduğu için değil Bolivyalı ve yoksul olduğu için kabul etmedi. Ancak beyaz Arjantinli kadınlar sokağa çıkınca yerel yönetim özür diledi onu da sadece “bebeği emzirme hakkı”nın engellenemeyeceği, şikayet işleme konulmadığı için. Ne polislere ne de şikayeti kabul etmeyen görevlilere yönelik bir soruşturma söz konusu edilmeden. Yani San Isidro değil İstanbul’un nezih bir yerinde Bolivyalı değil Suriyeli ya da yoksul bir Kürt kadın koyun, hikaye ne olacaksa burada da o oldu.
Sonuç olarak Bolivyalı, yoksul, işçi bir kadının uğradığı saldırı bizatihi onunla dayanışma gösterdiğini iddia eden bir protestodakiler tarafından onun memesine, anneliğine ve çocukların beslenme hakkına sıkıştırılmış oldu. Irkçılık, sınıf düşmanlığı ve ayrımcılık ise olduğu yerde duruyor. Costanza ne düşünüyor merak ediyorum ama medyada onu değil konu hakkında röportaj verenleri, milletvekillerini görüyoruz. Belki eylemlerin kamusal alanda emzirmeye karşı önyargıları geriletmekte katkısı olmasını bekleyebiliriz ve kıymetlidir. Fakat sanırım en iyi tarafı bebeklerin bakıcılarının çalışmaktan kurtulduğu birkaç saat.
Evrensel'i Takip Et