31 Temmuz 2016 03:16

Cem’an: Birikenlerin toplamı bir albüm

Aklımıza kazınan pek çok film ve dizi müziğinin bestecisi olan Cem Yıldız yeni bir albüm çıkardı: Cem’an. Yıldız'la albümünü ve müziğini konuştuk.

Cem’an: Birikenlerin toplamı bir albüm

Mahir KARAYAZI

Aklımıza kazınan pek çok film ve dizi müziğinin bestecisi olan Cem Yıldız yeni bir albüm çıkardı: Cem’an. Toplam demek. Yıldız’ın şimdiye kadar yaptığı işlerin toplamından bir demet sunuyor bize albüm. Yıldız ile hem albüm hem de müziği üzerine konuştuk.

“Cem’an”ın anlamı nedir ve neden “Cem’an” adını verdiniz?
Cem’an, toplam demek. Benim en çok şarkı yaptığım, söz yazarı Neşe Şen. Biz albümde olacak şarkıları derledikten sonra Neşe’ye dinlettik. Neşe de “Cem’an” olsun dedi albümün ismi. Bu benim ikinci solo albümüm. Çok uzun zaman aralığı oldu, bu iki albümün arasında. Arada yaptığım dizi ve film müziklerinin bir derlemesi gibi oldu. Mesela “Başka Semtin Çocukları” filmine yaptığım müziklerden birinin 10 saniyelik bir bölümünü, sonradan geliştirdiğim bir bölümü de var, 7 yıl önce “Affedilmeyen” adlı diziye yaptığım bir şarkı da var. Onların yeniden çalınmış halleri bulunmakta. Ama çok da değiştirmedim. O zamandan bu yana gelenlerin toplamı olduğu için Neşe de böyle bir isim koyalım dedi.

Böylesi kıymetli, herkese ulaşan, herkesin bildiği üretimler yaparken neden iki albümün arası bu kadar açık?
Geçim derdinden (gülüyor). İlk albüm İmkansız Aşk’tan sonra oldu. Çok tuttu, bilindi ama bana çok konser dönüşü olmadı. Ben, bu albüm çıkacak, bana da çok konser işleri gelecek diye bekliyordum. Fakat umduğum gibi olmadı. Bu da benim hevesimi kırdı. İki-üç ay birkaç konser yaptım, ama baktım olmuyor, tekrar dizi müziği tekliflerini değerlendirip, dizi müziklerine yöneldim. Belki paniklemiş de olabilirim. Hem cazip, hem de güzel işlerden teklif gelince dizi müzikleri daha ağır bastı. Şakasını yaptım ama müzisyen konserlerle geçinebiliyor, dolayısıyla oradan beklediğim verimi alamayınca, biraz da mecburiyetten diyebilirim. Aslında “Cem’an”ın büyük bir bölümü de 3 yıl önce nerdeyse hazırdı. Hakan Kurşun ile çalıştık nihayetinde. Kalan’dan çıktı, çok da memnunum. Bu albümden sonra şöyle bir karar aldım. Artık 10 şarkılık albümler yapmayacağım. Şarkıları tek tek internet üzerinden yayınlayacağım. Sonra bir araya getirip albümleştireceğim. Dizi ve film müziği işlerini de azaltacağım. Bu sorduğun ara aslında boşluğu da hiç olmayan bir ara. Son 2-3 yıldır BKM’ye 7-8 film müziği yaptım. Bir film için en az 10 tema şarkı yapıyorsun, bu muazzam bir zaman ve enerji alıyor. Elektronik müzikle ilgili çok çalışmalarım oldu bu arada. Hem bağlama teknikleri, hem elektronik müzik üzerine hem çalıştım, hem de ürettim. Ayrıca Aşık Veysel ile ilgili bir projem var, yakın bir tarihte, 1-1,5 yıl içinde albüm olarak çıkaracağım.

Albümde 15 şarkı var. Dizilerden bildiğimiz şarkıların yanı sıra “Vahdet”, “Kime Ne”, “Dilber”, “Güzel Ruhlar”, “Müjde”, “Yalnızlık” gibi enstrüman yaklaşımı daha fazla, farklı olan eserler de var. Albümdeki bu farklı altyapılardaki şarkılar birbirlerine nasıl böyle bağlı durabiliyor? Buradan yola çıkarak Cem Yıldız kendi müziğini nasıl tanımlıyor?
Konservatuara başladığımda hedefim enstrümanist olmaktı. Hala da öyle. Konservatuarda Gülbahar Uluer Hasret Gültekin’in bir flütçü ile çalıştığını, benim de bu tarz denemeler yapmam gerektiğini söylemişti. Ben de çok meraklıydım. Çok fazla ilgimi çekiyordu, farklı denemeler. Mesela Orient Expressions zamanında Richard ile bu konuşmadan 6 ay sonra tanıştım. Bunu bir fırsat olarak gördüm. Hemen stüdyoya gittik kayıt yaptık. Normal türkü formunun dışında ona eklemlenebilecek çalışmalar çok fazla ilgimi çekiyordu. Aslında eskiden beri deniyorum. Akustik kayıttı ama deneysel, elektronik altyapısı olan bi’şey yapmışım. Piyano ve türkü çalışmalarımda var ilk bu işlere başladığımda kaydettiğim. Memnuniyetsizlik olarak söylemiyorum ama belki o kayıtları, 12 şarkılık albümü yayınlamış olsaydım, belki de şu an bağlamanın yanında bir gitar ile şarkılar söylüyor olacaktım. Zaten bu işi çok iyi yapan, sürdüren Arif hocalar, Erdallar (Erzincan) var. Ben de onlar gibi benzer bir müzik yapıyor olacaktım. Yani geleneksel müziği çok seviyorum, bir de içine doğmuşum bir Alevi olarak. Ama elektronik müziği, bunun müziğe kattığını da dinlemeyi de kullanmayı da çok seviyorum. Benim ruhum hep bir arayıştaydım. Belki de Murat Uncuoğlu ile tanışmam kırılma noktası oldu. Sürekli müzik yapıyorduk onunla. Bir okul gibi oldu bu süreç. Dizi işleri de benim diyebileceksem eğer katkısı oldu. Çünkü dizi müziği yaparken meyhane müziği, club müziği gibi bir çok müziği dinlemek ve yapmak zorunda kalıyorsunuz. Bütün bu süre zarfında soruda bahsettiğin 6 parça birden çıktı. Hepsinin demosu 10 günde çıktı inanmayacaksın. 5 sene, 6 sene albüm yapmamışım belki de bu sebepten birden çalıverdim. Piyasa kaygım hiç yok şarkı yaparken. Tabii ki satılsın isterim ama şarkı yaparken zerre kadar düşünmüyorum. Tamamiyle çocuksu bir hevesle yapıyorum. Tüm bu aradaki boşluk diye bahsettiğim süreçte yaptıklarım antrenman, hazırlık olmuş albüme sanki. Olmamışım henüz ama bir olgunluk çökmüş gibi sanki ruhuma. Özetle benim müziğim aslında çok basit bir müzik olarak tarif edebilirim. Çok bölümlü olmayan, iki bölümlü şarkıları yapmayı da söylemeyi de seviyorum. Elektronikte de aynı şekilde davranmaya çalışıyorum, basit ve akılda kalıcı, dinleyenlerin duyduklarında “bunu biliyoruz” diyebileceği işler aslında. Çok tanıdık geliyor onlara. Bunun bir sebebi var. 15 yaşına kadar köyde yaşamış, oranın her Alevi evinde asılı olan bağlama kültürüyle büyümüş, küçükken edindiğim sazla, köyde çeken arap radyolarını, Orhan Gencebay, Zülküf Yüce, Arif Sağ, Derdi Yoklar, Seyfi Doğanay, Ahmet Kaya, “Muhabbet Türküleri”ni dinleyerek büyümüş; sonrasında şehre gelmiş, konservatuarla birlikte batı sazları ve Orta Anadolu müziği ile de tanışmış, buranın dokusuna sinmiş bir halde yaşamış biriyim. Bu da “benim diyebileceğim müziğimin tabanını ve çatısını oluştururken hem tanıdık gelmesine sebep oluyor, hem de dinleyenler arasında kendine yer edinebilmesini sağlıyor. Bir de “sadelik”, “minimal” diyebilirim. Mesela “Üflediler Söndüm”ü halk türküsü sananlar var.
Sahnede ise sesi elektronik olarak değiştiriyorum. Ama geleneksel üslupla çalıyorum. Bu modern çağda, şehir yaşamında, fabrikalar, araba sesleri, şehrin gürültüsü olan çağda arabeskle de şekillenmiş müziğimizde ben bir model olduğum gibi İsmail Tunçbilek de Erdal Erzincan da bir model oluyor. Arabesk deyip aşağılanan müzikler şu an dünya çapında çalınıyor. Hüsnü’nün, Aytaç’ın, İsmail’in yaptığı, Mercan Dede’nin tasavvufu elektronikle birleştirerek yaptığı, benim yaptığım işler artık sınırsız, tam anlamıyla dünyanın müziği olmuş durumda.
Özetle “benim müziğim” diyeceğim şey yüzde yüz halk müziği değil, arabesk değil.  Aleviyim bu müziği biliyorum, o da değil, konservatuarda öğrendiklerim de değil. Benim müziğim; bu topraklar, yaşadığım şeyler, soluduğum hava, ışıklarda beklerkenki korna sesi, otlayan kuzu sesi...

İnternetin de katkısıyla zaten sınırı olmayan varlık müzik globalleşiyor yani.
Evet. Biz dünyanın her yerine gidiyoruz. Oryantal elektronik müzik yapan Baba Zula, Mercan Dede, Hüsnü Şenlendirici gibi bir çok müzik üreticisi dünyanın her yerinde müziğini icra ediyoruz. Şu an Orta Anadolu’da kaşık ve darbukayla müzik yapan bir arkadaşımızı birçok dünya çapındaki festivalde görebileceğiz yakın tarihlerde. Gençler bizim de yaptığımız işlerin üzerine koyarak gelecekler. Şöyle bir dönem gelecek gelenekselci üslupla gelenlerin birçoğu da de artık bilgisayarla müzik yapacak. Biraz da batının bu etnik müziği pazarlama becerisinin de etkisi var. Ben mesela “İnsanlar”da elektronik müziğinin üzerine klasik Kürt ezgilerini çalıyorum.

‘TARZ YAKALAMAM MÜZİĞE DUYDUĞUM SAYGIDAN’

Dizi ve film müziği yapmanın sendeki karşılığı ne? Ayrıca dizi sektörü benim gözümde havuz problemine benziyor. Açık dolduran musluklar, öte yandan da havuzu boşaltan musluklar ve bu havuz hep dolu gözüküyor, ama aynı su değil. Şunu diyeceğim, sürekli ve çok hızlı değişen tüketilen bu piyasa içerisinde kalıcı işler yapabilmek ne derece mümkün, çünkü diziler unutuluyor, ama senin (ve belki birkaç müzisyenin) şarkıların kalıyor. Bu işin bir sırrı var mı?
Dizi ve film müziğini ayırıyorum ben. Film müziğinde daha tematik, daha odaklanan müzikler çalışıyorsun, ama dizide öyle değil. Çok hızlı çalışıyorsun, çok hızlı tüketiliyor. Hindistan’a gittim orada da aynı durum söz konusu. İmkansız olan bir şey yapıyorsun. 120 dakikalık bir işi bir günde yapıyorsun. Aynı hızda tüketiliyor. Ama iyi yönü bir antrenman oldu benim için. Müzikte hızlı düşünmeyi öğretti bana. Bu arada tarz yakalamam da n’olursa olsun müziğe duyduğum saygıdan. Tutan işler sözlü olanlar. Deminde dediğim gibi minimal, basit ve özgün bir yapıyla şarkıları yapmış olmam tutmasına sebep olmuş olabilir. Bir de son dönemde sık sık inzivaya çekiliyorum. Bu beni, müziğimi, enstrümanlarla olan iletişimimi çok iyi bir hale getiriyor. Belki bu da etkendir dediğine...  

Biraz da “İnsanlar” ve “Biz” projelerinden bahsedelim. Ne yapıyorsunuz, nasıl tanımlarsın bu yaptığınız işi?
Orient Expressions, Biz ve İnsanlar tamamıyla kendiliğinden oluşan işler. Evlerde çalıp söyleme muhabbetlerinden doğdu. Şule Ateş’in “Vahdet” diye bir modern dans projesi vardı Bedirhanlarla yaptığı. Ben bir gün ev muhabbetlerinde “Haydar Haydar”ı çalıyorum arkadaşlarla, Bedirhan bunu sahnede beraber yapalım dedi. 45 dakikalık bir modern dans performansı. Sadece akustikle başlıyorum, efekt yok ya da çok az en başta. “Kime Ne”yi çalıyorum, elektronik ve akustik bir doğaçlama, dans gösterisi oluyor. 100-150 kişilik salonlarda yapıyoruz çoğunlukla. Bir zikir, ayin atmosferinde geçiyor. Bittiğinde ayılmamız için biraz zamana ihtiyacımız olan bir iş. Atmosfer dolayısıyla çoğunu da doğaçlama çalıyorum. Tüm geleneksel, akustik, elektronik sazları aletleri götürüyorum. Orada seçip atmosfere göre çalıyorum. “Kime Ne” de burada çıktı. O gün kaydetmiş arkadaşlar iyi ki. Alican, Bahar, Barış K., Sinan tam kadromuz. Bazen de sadece Barış K. ve ben oluyoruz. Piyasasal bir iş de değil. Olsun da istemiyoruz.

Belki tüm çaldıkların da öyle ama Cümbüş senin elinde “hüznün dili” oluveriyor. Cümbüş özelinde olmak kaydıyla, enstrümanlarınla yorumladığın eserler, en başta hüzün, yoksa bir derviş, bir Anadolu Aşığı bir edasıyla karşılık buluyor. Sence bu Anadolu Aşığı, aynı zamanda şehirli bir Orhan Gencebay dili, belki de postmodern Anadolu müziği peşinde yada izinde diyebilir miyiz senin için? Ayrıca “sentez” diye tabir edilen ve çokça yapılan, yapılmaya uğraşılan bu müzik türü sence doğru mu?
Ben bağlama kökenliyim. Cümbüşü de aynı üslupla çalıyorum belki. Hüzünse benim ellerim belki. Hayatla ilgili bağları tanımlarken genelde eller üzerinden söylem oluşturulur. Benim de bağım belki, hem yaşadıklarımdan, hem de gördüklerimden ellerimi hüzünle yıkamışımdır, arındırmışımdır. Tellere dokunurken de bu yansıyor olabilir.
Diğer kısma gelirsek ben gelenekselden geliyorum, heveslerimi de biliyorum, doğup büyüdüğüm, yetiştiğim toprakları da taşıyorum kendimde. Aslında aidiyetim yansıyor müziğime. Ben hem geleneksele, hem de buraya aidim. Hem geldiğim köye, hem büyüdüğüm şehre... Çocuksu bir akıl ve ruhla yaklaşıyorum. Yani kendime yaptığım işe karşı samimiyim, karşılıksızım. Bir de hiçbir sese karşı değilim, müziğimde olabileceğini hissediyorsam, onu katmam için kuralcı bir akılla yaklaşmıyorum. Eğer ki o ses bana demin dediğim gibi aitse, ben ona aitsem, müziğime de ait oluyor o vakit. Niye olduğunu bilmeyerek yapılıyor aslında. Belki son dönemlerimde bunu teorize edebiliyorum. Yaşam zaten ne yaptığını bilememe hali. Bir derdiniz sizi acıtırken, birden aç olduğunuz için yemek yeme ihtiyacı duyuyorsunuz, gitme eylemini gerçekleştirirken bunu “yürümek” eylemiyle yaptığınızı fark etmemeniz gibi bir şeyden bahsediyorum. Yürümek eyleminden ziyade siz “gitmiş” oluyorsunuz. Kendiliğinden olanla şekillendiğinde yaşam daha bir anlamlı mı oluyor aslında. Benim müziğim de bu hissiyata ulaştığımda sorduğun kompleks hale kendiliğinden ulaşmış oluyor sanırım. Bunun adı postmodern Anadolu müziği isimli bir şey de olabilir başka bir şey de olabilir. Ama olduğuna emin olduğum şey benim içinde samimi ve çocuksu bir ruhla kendimden olanı paylaşmam.  

Müzik sektörüne geleyim., geçen bir plak şirketi olan bir arkadaşımla sohbet sırasında konuştuklarımız beni bir hayli şaşırttı. CD satışlarının çok düşmüş olduğunu verdiği rakamları çok şaşırarak dinledim. Sohbetin bir yerinde artık eskiye rağbet olacağı, albümleri plak olarak da yayınlayacaklarını söyledi. Sence müzik sektörü, satışlar hakkında ne şekilde bir yol izlenmeli? Hem sektörün durumu, yapılması gerekenler hakkında neler söylemek istersin...
Çağ elektronik ve internet çağı. Her şeyin çok hızlı tüketildiği bir çağ. Güler Duman’ın 20 tane şarkıdan oluşan bir albümü vardı. Artık olabilecek şeyler değil. Bana albüm çıktıktan bir ay sonra yeni albüm ne zaman çıkacak diyen bir arkadaşım oldu. Ben de bunda sonra ayda bir şarkı, iki şarkı yapıp, dijital ortamda yayınlamayı planlıyorum. Artık plak şirketleri de dijital ortamı şekillendirebiliyor artık. Yapımcılar da bu ortama göre yatırım yapıyorlar. İyiye gidecek diye düşünüyorum.

Son olarak yeni projeler neler?
Yakında tek kişilik, bağlama çalıp, elektronik altyapılarla sahnede doğaçlamalar yapacağım bir projem var. Bunları kayda alıp yurtdışı festivallere de yollayacağız. BKM ile çalışıyorum. Onların iki film projesi var, onların müziğini yapacağım. 1-1,5 sene içerisinde yeni albüm çıkacak. Tabii bu arada bu albümün parçalarını dijital ortamda ayda bir-iki yayınlamış olacağım. BKM’ye geçmişte yaptığım film müziklerini (yaklaşık 70 şarkı var orada) düzenleyerek yine ya albüm ya da internet ortamında yayınlamayı düşünüyorum. Bir de Aşık Veysel projesi var. Şimdilik sır vermeyeyim o konuda...

Evrensel'i Takip Et