Birbirinden doğan, birbirine değen kadınlar
Kuşaklar boyunca "geleneklerimizin" ne kadar önemli olduğuna dair çeşitli söylev dinlemişizdir. Peki, kadınlar olarak bizim yaşam pratiğimiz öyle mi?

Şenay KUMUZ
Töre, kan davası, çocuk evlilikleri, berdel... Tüm bunlar ülkenin, hatta bölgenin sınırlarını da aşan, feodal toplumdan günümüze gelen geleneklerdir. Böyle söyleyince sanki iyi bir şeymiş gibi geliyor değil mi? Kuşaklar boyunca sürekli “geleneklerimizin” ne kadar önemli olduğuna dair çeşit çeşit söylev dinlemişizdir. Peki, kadınlar olarak bizim yaşam pratiğimiz öyle mi? Ne zaman kadınlar ve gelenekler aynı cümle içinde kullanılsa, anlaşılır ki en az bir kadın bir geleneğe feda edilmiştir.
Dikili Sotes’te düzenlenen Emek Yaz Kampı’nda çokça kadın bir aradayken, yaşamlarımızı, benzerliklerimizi, sıkıntılarımızı konuşacak bol vaktimiz oldu. Rıskiye Eribol’un, annesinin ve kayın validesinin hikayeleri böyle çıktı ortaya. Annesi, akraba olan iki aile arasındaki kan davasının berdeli olarak kurban edilmiş! Ne zaman bir kan davası çözüm ile sonlandırılmak istense ilk iş olarak evlendirilecek çocuk var mıdır ona bakılır ve yaşının kaç olduğunun, duygu ve düşüncelerinin hiçbir önemi yoktur. Çünkü çocuk evliliklerine de karşı çıkan bir “geleneğimiz” de yoktur. Eribol ailesi de bu geleneği uygun görür ve daha 15 yaşında olan kızlarını 14 yaşındaki hala oğluna verirler. Yani “bu kan bitecekse o zaman sadece kız vermek yetmez bir de kız almak gerekir” deyip çözümü yine berdelde bulurlar. Sıra çocuktan çocuk yapmasının istenmesine gelir ve Rıskiye’nin anacığı 13 çocuk dünyaya getirir.
EVDEN KAÇAN KIZIN ÖLÜM FERMANI
İkisini kanser ve kızamık nedeniyle kaybetse de geride kalan çocuklarını bin bir çile ile büyütür. Rıskiye Eribol da bu çocuklardan biridir. Baskıcı gelenekler bir kez daha devreye girer ve geride kalan 11 çocuktan erkek olan 5’i büyük şehirlere yollanıp okutulurken kızlar o kadar şanslı değildir. Onlar büyük şehre çalışmaları ve erkek kardeşleri ile evin ihtiyaçlarını gidermeleri için gönderilir. Bitlis’te modelistlik eğitimi alan bir büyük abla ile birlikte Rıskiye’ye İstanbul yolları görünür. Büyük kız kardeş hemen bir işe başlar meslek sahibi olması sayesinde. Rıskiye ise 6 ay sonra evlerine yakın bir tekstil atölyesinde işe başlar. Burası Ankaralı olan eşi ile tanıştığı yerdir aynı zamanda. İster ki onun kaderi Bitlisli diğer kadınlar gibi olmasın. Henüz tanışmalarının altıncı ayında iken gittiği buluşma, ailesine “kaçtı” diye haber edilince, artık gerçekten kaçmaktan başka çaresi kalmaz. Ailenin nazarında “evden kaçan kız ölüm fermanını da imzalayan kızdır.”
İki yıl boyunca Çorum’da devlet koruması altında hayatını sürdürür. Tanımaya fırsat bulamadığı eşini de evliliği ile tanımaya başlar. İlk zamanlar aslında alkolik ve sık sık suça bulaşan bir kocanın karısı olmak onuruna ne kadar dokunsa da, gidecek bir yeri olmaması kendine olan güvensizliği ile birleşince kaderine çaresizce boyun eğer.
Eşinin sürekli karakola düşmesi, kısa süreli cezaevi günleri derken, bir kafede Kürtçe müzik dinlediği için kafe sahibinin ihbarı ile birlikte onun da “potansiyel suçlu” günleri başlamış olur. Çift taraflı ev baskınları yaşadığı dönemde “buna bir çözüm bulmak gerekir” diyerek çareyi Antalya’ya taşınmakta bulurlar. Alkolik, çalışmayan ve aynı zamanda geçmişinin suç listesi bir türlü peşini bırakmayan kocasının şiddeti de artınca Rıskiye için hayat, “Doğulu olmasın, Batılı bir eş şiddet uygulamaz” diye hayalini kurduğu hayatla birlikte yok olup gider. Bir yıl sonra yeniden Çorum’a dönmek zorunda kalırlar, fakat artık üç kişilik bir aile olarak.
AF GELİYOR
Kürt olduğu için, “gelin gittiği” ailede de bir türlü kabul görmemiş Rıskiye. En çok da kayınvalidesi kabullenmemiş onu. Oysa o da yaşamı boyunca ağır bedeller ödemiş bir kadındır. Evliliğinin ilk yıllarında kocasını öldürmekten mahkûm olan kayınvalidesi, çocuklarını yetimhaneye bırakmış. Toplumda Rahşan affı diye bilinen yasadan yararlanarak cezaevinden çıkan kayınvalide, daha sonra mahkûmları topluma kazandırma yasasından faydalanıp çalıştığı kurumdan emekli olmuş.
Aslında Rıskiye de bir çeşit ‘affa’ uğramış. Ölüm fermanının ilan edildiği dönemde bir kez ailesine yakalanmış, ancak babası “Bırakın yoluna gitsin, kendi kaderini yaşıyor” diyerek öldürülmesine mani olmuş. Yine de ailesi ile hiçbir zaman tam manası ile barış yaşamamış.
Rıskiye, Çorum’da hem kendisinin hem de kızının şiddete uğradığı bir yıl daha geride bırakır. Sürekli karakol ve mahkeme koridorlarını aşındıran Rıskiye, uzun mücadeleler sonucunda kendisine ve kızına şiddet uygulayan kocasının beş yıl hapis cezası almasını sağlamış. Cezaevi sürecinden önce artık hayatında başka bir kadın da olan eşi, başta Rıskiye’nin ısrarlarına rağmen kabul etmediği boşanmayı bu kez kendi istemiş.
KADIN HAREKETİ İLE TANIŞMA
Bütün hayatı boyunca var olma mücadelesi vermiş Rıskiye ve bunu da başarmış. Her gün şiddetine maruz kaldığı adamdan kurtulur kurtulmaz, Milas’a yerleşmiş. Burada kadın hareketi ile tanışmış ve kendi durumunda ya da farklı sorunlar yaşayan kadınlarla dayanışma içinde bulmuş kendini. “Bir kadının kocası tarafından fuhuşa zorlandığını öğrendik, hemen ona yardım edip, o adamın elinden kurtarıp çocuğu ile yeni bir hayat yaşamasını sağladık” derken gözlerinin içi gururla parlıyor.
Rıskiye şimdi 35 yaşında genç bir kadın olarak kızı ile birlikte Milas’ta hayat mücadelesi veriyor. Gündelik işlere giderek geçimini sağlıyor. Cezaevinde 18 yıl boyunca yatacak olan (bunun 5 yılı kendisine ve kızına uyguladığı şiddet, kalan ise çeşitli suçlardan) eski eşine ait harabe evi onarıp oturmaya başlamış, böylece kira ödemesi de gerekmiyor. “Kaderim anamın kaderine benzemesin” diyen Rıskiye, şimdi “Kızımın kaderi benimkine benzemesin” diye yaşıyor. Kadın mücadelesinin yanı sıra çeşitli siyasi partilerde de yer alan Rıskiye, hayata ve mücadeleyle devam ediyor, tüm özgüveni ve kararlılığıyla…
Evrensel'i Takip Et