6 Ağustos 2016 13:17

Geleceğe dair endişelerimizin tavan yaptığı bir yazı bitiriyoruz. Gelecek günler, bu günlerden daha kolay olmayacak gibi görünüyor. 
Darbe girişimi amacına ulaşsaydı, Türkiye bedelini çok iyi bildiği bir karanlığa uyanacaktı. Darbe girişimi engellendi, memleket hâlâ halka bedel ödeten bir karanlığı yaşıyor. Olağanüstü hal uygulamalarıyla, üniversitelerden tiyatrolara adeta muhalif temizleme operasyonlarına dönüşen cadı avlarıyla, adım adım tüm kurum ve kuruluşları tek adama bağlanan devlet yapılanması ile inşa edilen yeni dikta rejimiyle bu karanlık, bildiğimiz ve henüz bilmediğimiz bir dolu başka bedelleri de beraberinde getiriyor. 
Korkuyoruz. İnsanlar sosyalleşebilecekleri bütün alanlardan bu korkuyla uzaklaşıyor. İktidar, darbeye karşı sokağa çıkan halkı adeta bir resmi devlet töreninin erlerine dönüştürme çabasını saklamaya gerek görmüyor. Kendi dilinden konuşmayana sokakları dar ederken, cadı avlarıyla, “darbe tehdidi henüz bitmedi” gerilimiyle bu korkuya her gün yeni korkular ekliyor. Üstelik, bu zamana kadar halka karşı işlenmiş tüm suçları üzerine yıkacak bir kurban bulduğu için tüm geçmişini ve sorumluluğunu temize çekmenin rehaveti ile tüm yaşananları bir lütuf olarak kullanıyor. 
Yönetenler yönetebilmek için yarattıkları ya da kendilerinden önce devraldıkları korkuları,  düşmanlıkları manipüle ederek, halkın yönetenlere karşı birleşebileceği alanları bilhassa kapatıyor.
Başörtülü başörtüsüz ayrımının derinleştiği, iktidara muhalif olmanın “millete düşman olmakla” eşitlendiği,  yaşam tarzı / kimlik politikasının yeniden güçlendirildiği, bu kimlik siyasetiyle esas meselelerin üzerinin örtüldüğü, aynı yaşam koşullarına sahip insanların ayrı sıfatlandırıldığı bu koşullar “ya makbul vatandaşsın ya düşman” ayrıştırmasını derinleştiriyor. Bu derinleşen ayrımlarda, bedelin giderek daha kötü yaşam koşullarına mahkum edilen halk tarafından ödendiği koşullarda yeniden hatırlamamız, birbirimize sürekli hatırlatmamız gereken bir şey var:
Evet, yaşama bakışımız, kendimizi tanımladığımız ya da birilerinin bizi tanımladığı sıfatlar aynı olmayabilir.  Ama bu bizi daha iyi bir gelecek hayali taşıyan, aynı sokaklarda oturan, aynı bantta çalışan, aynı yorgunlukla eve varıp çocuğunun yüzüne bakınca aynı endişeleri taşıyan, üç kuruşluk ücretlere aynı geçim derdini yaşayan, aynı yetiremezliğin kahrını yaşayan kadınlar olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Ama aynı dertte hemhal olup birbirini aynı görmeyişimizin zorunu büyütüyor elbet. Aynı hayat gailesinde boğulanların birbirlerini değil, kendini kurtaran gemi kaptanını herkesin kurtarıcısı görmesini getiriyor elbet. Bu kadar ayrımın, bu kadar düşmanlaştırmanın esası da burada gizli; kim gerçekten “biz”iz, kim gerçekten “onlar”, kim gerçek düşman, kim gerçek dost… 
Darbeden pek de hallice olmayan “olağanüstü halli” memlekette olan biteni kadınların nasıl yorumladığını, kadınların gelecek günlere sözünün ne olduğunu sayfalarımıza taşıdık elbette.  Bu olağanüstü hal ve şerait önce kadınlık dertlerini görünmezleştirdiği ve derinleştirdiği için hayatın her alanında devam eden farklı dertlerimizi konuşmakta, görünür kılmakta ısrar ettik. 
Yıllardır önümüze “çözüm” diye sürülüp biz kadınlar gerçek çözümde ısrar ettiğimiz ve karşı çıktığımız için yasalaşamayan “cinsel suçlulara hadım uygulaması” olağanüstü halin bir “hediyesi” olarak yasalaştı. Bu tartışmalı konuya dair de bir çift lafımız var.
Tüm televizyonlar, gazeteler hani neredeyse “bilinmeyen bir dille kendi aralarında anlaşan” analistlerle, güvenlik uzmanlarıyla, bol titrli konuşmacılarla dolu. Buralarda özellikle kadınlara yer yok. Dergimiz her sayıda olduğu gibi bu sayıda da sesine, fikrine yer verilmeyen kadınların mahallelerde, işyerlerinde yaptıkları tartışmaları, tüm olan bitenlere dair fikirlerini buluşturuyor.  
Karanlığın ve korkunun hakim olduğu iklimde umut çiçekleri büyütmek maharet ve deneyim istiyor elbet. Neyse ki ikisi de biz kadınlarda var. Maharetimiz “senin de hayal ettiğin yaşamın bir parçası bende” diyebildiğimizde, deneyimimiz o parçaları bir araya getirmek için buluşabildiğimizde ortaya çıkacak.  
Eylülde görüşmek üzere... 

ekmek ve gül

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çayırhan’da çakal sofrası

Çayırhan’da çakal sofrası

AKP iktidarının özelleştirmek istediği Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesinin ‘adrese teslim’ ihalesi bugün gerçekleştirilecek. İşçiler ve kamuoyu özelleştirmeye karşı çıkarken, adrese teslim ihaleye sicili kabarık patronların katılması bekleniyor. Çayırhan’ı yutacak sofrada IC İçtaş, Cengiz, Kolin, Limak, Alagöz, Ciner, Yıldızlar SSS var. Ödenmeyen işçi ücretleri madenin satış fiyatından fazla!

317.36 milyon TL: Yunus Emre Termik Enerji Santralinin son 3 ayda ürettiği elektriğin değeri

204.9 milyon TL: Aynı dönemde 1000 işçinin ortalama ücretlerden patrona 'maliyeti'

0 TL: Şirket 2021, 2022 ve 2023 yıllarında hiç vergi ödemedi

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et