Oğuz Atay’a mektup
Kendimizle hesaplaşmak gibi bir derdimiz yok, ülkenin geri kalmış sorunlarıyla başımız ağrımasın diye ölümün bize bu kadar yakışmasına izin veriyoruz.

Nilüfer ALTUNKAYA
Sevgili Oğuz Atay,
Sana bu mektubu bize bıraktığın o harika romanlarındaki kahramanlarının ironik yalnızlığı içinde, bu yaz gecesinin bütün sokağı odaya dolduran seslerini umursamayarak, kendimi ait hissetmediğim her yerden bir mektup yazmak istemenin kederi içinde, her cümlede yazmasam keşke, her satırda yanlış bir şey mi yazdım acaba? güvensizliği ve yazmalıyım, zamana karşı yol almalıyım şeklinde kendini gösteren sorumluluk duygumun karışımdan yorgun ama yılgın değilken yazmaya karar verdim.
Son yıllarda hâlâ Doğu- Batı arasında bir köprü olarak salınan bu jeopolitik önemi büyük olduğu için dört tarafı düşmanlarla çevrili canım ülkemin Osmanlıcılık ve ılımlı İslamcılık rüzgârlarının estirilmesiyle yönünü Arap dünyasına çevirdiği günlerden geçtik, inanır mısın? Laik Kemalist ideolojiyle ve yönünü Batı’ya çeviren Cumhuriyet ülküleriyle böyle hesaplaşan mevcut iktidarın yaslandığı bu heterojen kesim, modernizmin tek bir doğru vardır anlayışı, pozitivist akılcılığı ve katı devletçiliği ile kuşattığı gariban halkın gelenekselliğine böyle sahip çıktığını falan sanıyor.
Artık taklalar ata ata yabancılaşıp sonra biraz dinlenip en son neye yabancılaşmadıysak ona yabancılaşmak için uğraşıyor gibiyiz. Bütün bunlar adına biz uğraşmıyoruz aslında. Bizim için bizi kurgulayan içimizdeki ve dışımızdaki güçler işi oldukça azıtmış durumda. Sana bir sır vereyim. İktidarın tek düşmanı bizim yükselmemizi kıskanan Batı değilmiş. Anlatması çok zor. Fantastik bir ülkede varoluş bunalımlarının en saf halini yaşıyoruz. En son iktidarın yıllarca yoldaşlık yaptığı bir cemaat darbe girişimi yaptı mesela. Eski darbelere benzesin diye yine TRT ekranından Kenan Evren Atatürkçülüğüne ait motifler içeren bir muhtıra okundu. Ama bu kez halk sokaklara dökülüp sivilleştiğimizi kanıtladı. Sonrasında siyasal iktidar OHAL ilan etti. Sanki olağan günlerimiz olmuş gibi hep beraber olağanüstü hali ‘seyretmeye’ başladık.
Anlayacağın yine senin kahramanların kadar uzağız oynanan oyunlara ve bu uzaklıktan yakın mesafeye geçmek için her oyun hiç yoktan iyidir ilkesine dayanıyoruz. Kimimiz ideoloji üstü bakıyor, kimimiz gerçekten sivil ve itaatsiz, kimimiz hâlâ ‘sapına kadar’ Türk ve aydın, kimimiz küçük burjuva kederler içinde geleceği için kaygılanıyor, kimimiz sadece susuyor, kimimiz çok fazla konuşuyor. Bütün bu bizlerden oluşan halkla ‘demokrasi’ uğruna tekbir sesleriyle sokağa dökülen halk arasında ‘ince’ bir çizgi var gibi geliyor bana. Bütün kötü oyunlar iyi düzenlenmeyen zamanın yol açtığı can sıkıntısının sonucudur. Ayakta alkışlıyoruz bazen can sıkıntısından başka bir şey olmayan yaşamak inadımızı.
Sen ülkenin acı veren haliyle hep yakından ilgilenip, çözümler arayan, sosyalizme bireyin varoluşu açısından yaklaşıp, çevrende tanık olduğun mevcut aydın tipolojisiyle bir yere varılamayacağını anlayınca reddettiğin burjuva alışkanlıklarına azıcık kapını araladığın zamanlarda bile halkına yabancılaşmamaya çalışan bir aydındın. Sizin kavgasını verdiğiniz ülküler 80 öncesinde kaldı. Köprünün altından epey sular aktı. Sol ideolojiden uzaklaşmak bir devlet politikası olmuşken bir de baktık ki sağ hiç de apolitikleşmemiş.
Şimdi batmak üzere olan bir gemiden irtifa kazanmak için ağırlık atmaya çalışır gibi atıyoruz bir zamanlar inandığımız değerlerimizi. Ulusal maneviyatımız bambaşka şekiller alıp İslamcı- Milliyetçi bir şiddetle bezenmiş durumda. Etnik kimlik meselesi içler acısı bir çatışma ortamında kan ağlıyor. İnsani duygularımızı savurarak hafifliyoruz mesela. Hiçbir kavrama, hiçbir anlama, hiçbir doğrusallığa tu-tu-na-mı-yo-ruz. Bireysel çabalarımızın, kişisel uğraşlarımızın orta yerine bağdaş kurmuş, korkuyu bekliyoruz. Bazen çok uzak gençliklere heveslenip tehlikeli oyunlar bile oynuyoruz. Olmuyor. Yüzümüz gülmüyor. Kaderimiz, mal varlığımız, can yoldaşımız olan bu ülkenin demokratik, laik, sosyal hukuk devleti oluşuyla organik bir bağ kuramıyoruz.
Bütün bunlardan ve bir türlü kendisi olamayan bir halktan arta kalan duygu ve düşünce bocalamalarına dönüşüyor edebiyat. Dış mihraklar bu konuda da çok acımasız. Yani hâlâ bilgiyi ithal ediyoruz. Kulaktan dolma bu ithal bilgilerle ve ezber yorumlarla teslim olduğumuz kültür endüstrisinin son halkasından kopup kendimize geliyoruz. Bence gelmek yerine hep beraber kapatıp gitsek şu edebiyat uğraşı denen ortamı daha iyi olurdu ama onu da yapamıyoruz işte.
Senin anlaşılmamaktan yakınman gibi duygular yaşamıyor çoğu yazar artık. İlgi ve şöhret isteyenler oyunu kurallara göre oynayıp kazandığını sanarak kalkıyor masadan. Okunmayanların bir kısmı durumunu kabullenip anlaşılmaz olmayı geleceğe hitap etmek olarak algılıyor, diğer egosantrikler sistem dışı kalmayı başardıklarını sanıyor. Fena haller içindeyiz yani. Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça!
O müthiş öngörüyle erken heves edilmiş bir duygu olarak aydınımızdaki bunalım hallerini tuhaf karşılaman gibi haller içindeyim ben de. Belki de sadece hayal kırıklıklarımı savururken pasif direniyorum güncelin kirli ortamına. Susmak da bazı anlamlara gelmiyor. Bölünüp çoğaldığını sanmak da.
Aslında sana bambaşka şeyler anlatacaktım.
Şimdinin sosyal medya ortamında en çok paylaşılan yazarlarından biri olarak ne kadar okunduğunu bilsen sevinir miydin acaba? Ya da dillerden hiç düşmeyen bir yazar olmana rağmen hâlâ ne kadar az anlaşıldığını görsen üzülür müydün?
Ah Oğuzcuğum Atay Ah!
Hâlâ kendimizle hesaplaşmak gibi bir derdimiz yok, hâlâ azgelişmiş ülkemizin geri kalmış sorunlarıyla başımız ağrımasın diye ölümün bize bu kadar yakışmasına izin veriyoruz.
Günlük sıkıntı ve öfkelerle geçiyor hayat. Ve yalnızca yeni öfkeler, yeni çatışmalar, yeni yalnızlıklar, yeni umutsuzluklar değil yeni yenilgiler de biriktiriyoruz.
Bu arada seni okumayı ihmal etmiyoruz. Olmak istemediğin bir ortamda takındığın suskun sıkıntılı hallerindeki gibi durup durup saçlarını ellerinle geriye doğru atmayı bırak. Unutulmayacaksın.
Beni sorarsan Turgut Dostoyevski’yi nasıl özlüyorsa ben de seni öyle özlüyorum, yıllar geçse de bizden uzakta ve ölmüş olmana dayanamıyorum. Kusurlarım, eksiklerim, tutarsızlıklarım, iç hesaplaşmalarım bir yana hâlâ yüreğimin en çocuk halleriyle özlüyorum seni. Özledikçe yeniden okuyorum tabi.
Yarım bırakılmış bir mektup olsun bu tamamlanmamış kalalım, belki yine yazarım...
Evrensel'i Takip Et