HDP’siz ‘normalleşme’, Kürtsüz demokrasi!
HDP’siz normalleşme ve Kürtsüz demokrasi üzerinden Erdoğan rejimi, darbe öncesinden sürdürdüğü kamplaştırıcı politikayı yeni bir boyuta taşımaktadır.
Yusuf KARATAŞ
Askeri darbe girişiminin engellenmesinden bugüne ülkede bir “demokrasi rüzgarı”dır esiyor. 15 Temmuz’daki darbe girişiminden bugüne devam eden “demokrasi nöbetleri” Erdoğan’ın deyimiyle bugün Yenikapı’daki finalle ‘taçlanacak’!
Cumhurbaşkanı oldukça gerilimli olduğu, selamlaşmadığı muhalefet liderlerini darbeye karşı tutumlarından dolayı kutluyor. Sonra sarayında kabul ediyor. Yetmiyor, açmış olduğu bütün davaları geri çekiyor. Ordu ve devletin çeşitli kademeleri FETÖ’cülerden ‘temizlenirken’ Ergenekon ‘mağdurları’ orduya geri çağrılıyor. Dün Atatürk’e dediğini bırakmayanlar, bugün ona ve kurduğu düzene övgüler yağdırıyor. İktidarın bütün ülkede ‘olağanüstü hal’ ilan ettiği bugünlerde demokrasi rüzgarıyla birlikte siyasette ‘normalleşme’ rüzgarı da estiriliyor.
Medyada yazılıp çizilenler, ekranlardaki bitmek bilmez tartışma programlarında bize anlatılanlar bunlar.
Peki, ya gerçekler?
Ülkede gerçekten bir demokrasi rüzgarı mı esiyor; yoksa Erdoğan’ın fiilen kurulduğunu ilan ettiği yeni rejimin rüzgarı mı?
Meclis bombalanırken mecliste bulunan ve ertesi gün itiraz edilecek birçok noktası olmasına rağmen mecliste darbeye karşı ortak bildirgeyi imzalayan partilerden biri de HDP idi. HDP, aynı zamanda meclisteki partiler arasında darbeye karşı dururken demokrasiyi en net ifadelerle savunan parti idi.
Erdoğan, darbeye karşı tutumlarından dolayı CHP ve MHP liderlerini arayıp kutladı.
HDP’yi ise aramadı.
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’yi sarayına davet ederken HDP liderlerini yine es geçti.
Sonra açtığı bütün davaları geri çektiğini söylerken avukatı bu ‘bütün’eHDP’lilerin dahil olmadığını açıkladı!
Ve tabii ki Yenikapı’daki ‘demokrasiyi taçlandırma’ mitingine HDP davet edilmedi.
AKP, CHP VE MHP İLE ‘UZLAŞIRKEN’...
Bölge’de askeri operasyonlar devam ediyor.
Sadece sağlığından değil, yaşamından da endişe edilen Öcalan ile görüşme taleplerine yanıt verilmiyor.
Kürt kentlerinde iktidarın bugün darbe girişiminden tutuklanan generallerle el ele başlattığı ‘yıkım ve dönüşüm planı’ devam ettiriliyor. Hakkari ve Şırnak kent merkezlerinin taşınması ve il isimlerinin değişmesiyle ilgili KHK (Kanun Hükmünde Kararname) çıkartıldı.
Özetle eğer ortada iktidar ve muhalefet arsında uzunca bir süredir devam eden gerilimin yerini alan/alacak bir ‘normalleşme’ varsa bu normalleşmede HDP’nin yeri yok.
Ve yine eğer darbeye karşı savunulan bir demokrasi varsa, bu demokraside Kürdün esamesi okunmuyor!
İşin aslı şudur: Ülkeyi yönetenler darbe girişimini demokratikleşmenin değil, zaten birçok adımı önceden atılmış olan dikta rejimini inşanın bir dayanağı olarak kullanma yolunu tutmuştur. Yani darbe tehdidine karşı savunulan demokrasi değil, Erdoğan rejimidir.
Ve bugün rejimin yönelimini anlamak bakımından Kürt sorunu adeta bir turnusol işlevi görmektedir.
Rejimin ülkede demokratikleşme yönünde adım atıp atmadığını ve Bölge’de (Ortadoğu/Suriye’de) müdahale politikalarından vazgeçip halkların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi hakkına saygı duyup duymadığını Kürt sorunundaki tutumuna bakarak anlayabiliriz.
Kürt sorununun çözümü bakımından geçtiğimiz dönem kilit bir rol oynayan HDP’ye karşı tutum ortadadır. Sanırsınız darbe girişimini Erdoğan’ın 11 sene “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkılarını söylediği FETÖ’cüler değil, HDP yapmış!
Suriye’ye müdahale politikasına gelince, bu politika iflas etmiş olsa da Erdoğan rejimi Esad rejimi ve Rusya ile ilişkilerin ‘normalleştirilmesi’ni Kürtlere karşı birlik arayışları üzerinden yapmaya çalışmaktadır. Tıpkı içeride CHP ve MHP ile yaptığı gibi.
YENİ REJİM İNŞASININ HARCI
CHP ve MHP demişken söylemeden geçmeyelim. Bugün Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, Erdoğan’ın yanında durarak demokrasiyi savunan sorumlu siyasetçiler pozuyla puan kazandıklarını düşünebilirler. Ancak onların vaziyeti bilgisayar oyunlarında bonus toplayan ama topladıkları bonuslarla kendilerini yutacak canavarın daha hızlı büyümesine hizmet etmekten başka işe yaramayan ‘küçük oyuncular’a benzemektedir. Yani bu “ağırbaşlı” muhalefet, olsa olsa Erdoğan’ın “Allahın bir lütfu” olarak gördüğü darbe girişimi sonrası baştan sona tek adam egemenliğine dayalı yeni rejim inşasının harcı olabilir.
Üstelik bu politikanın evveliyatı da var.
Tırmandırdığı savaş ve uyguladığı milliyetçi-gerici politikalarla Bahçeli’nin Erdoğan’a biat noktasına geldiği herkesin malumu. Ancak, Kılıçdaroğlu da söylemde ne kadar keskin bir karşı çıkış içinde olsa da pratikte Erdoğan rejimini güçlendiren bir tutum içinde olmaktan geri durmadı. Erdoğan’ın görüşme masasını devirip Kürt savaşını tırmandırmasına karşı çıkacağına “çözüm süreci”ni dava etti. Anayasaya aykırı olduğu halde dokunulmazlıkların kaldırılmasına ve OHAL ilanından çok daha önce meclisin askıya alınmasına ‘olur’ verdi. Vekillerin dokunulmazlıkları kaldırılırken Kürt kentlerini yakıp yıkan askerlerin dokunulmazlık zırhı içine alınmasını; yargılanmasının başbakan iznine bağlanmasını onayladı. Şimdilerde ise iktidarın ancak dikta rejimlerinde görülebilecek KHK’ler çıkarmasıyla ilgili “bizi de bilgilendirmeleri gerekir” babındamıymıy bir muhalefet yapıyor.
Özetle HDP’siz “normalleşme ve Kürtsüz “demokrasi” üzerinden Erdoğan rejimi, darbe öncesinden sürdürdüğü kamplaştırıcı politikayı yeni bir boyuta taşımaktadır.Yalnız bir farkla, bu kez darbe girişimini de kullanarak muhalefet partilerini de büyük oranda bu politikaya yedekleyerek tek adam etrafında bir “milli birlik” yaratma noktasına gelmiştir. Ülkedeki emek, barış ve demokrasi güçlerinin CHP’li geniş kesimlerce de desteklenen “ne darbe, ne dikta” sloganı Erdoğan rejiminin bu girişimi karşısında takınılması gereken tutumu çok açık olarak vurgulamaktadır. Bugün mesele Erdoğan’ın tek adam diktasına dayalı “birlik” tarifi karşısında “ne darbe, ne dikta” diyerek demokratik tutumu benimseyenlerin birliğini sağlamak ve halkların-inançların eşitliği temelinde laik-demokratik bir ülke mücadelesini büyütmektir.