Rio 2016: Kriz halkaları
Rio 2016’nın Olimpiyat halkalarına dahi sığmayan sorunları, IOC’nin son 32 yıla damgasını vuran ‘organizasyon tarzı’nı değiştirmesini sağlayabilir mi?
Mithat Fabian SÖZMEN
Uluslararası Olimpiyat Komitesi ve karakterini onun belirlediği “Olimpiyat” fenomeni, mega spor organizasyonlarının neoliberal evresinin en zor günlerini yaşıyor.
Olimpiyatlar, politik aktivizmin tavan yaptığı 1968 Mexico City, “Terör” ve güvenlik endişelerinin peydah olduğu 1972 Münih, korkunç bir ekonomik başarısızlık olan 1976 Montreal ve ABD’nin boykot ettiği 1980 Moskova dönemecinde popülaritesini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, bu süreçten 1984 Los Angeles’la başlayan “neoliberalleşme” atağıyla çıkabilmişti.
1984 Los Angeles, pek çok yanıyla –özellikle de Montreal hafızalarının taze olduğu Kuzey Amerika’da, finansal yanıyla- “başarılı” kabul edilmiş; sporun dünya çapındaki neoliberalizm akımına en ileriden ticari bağlarla eklemlenmesiyle yepyeni, güçlü bir endüstri yaratılmıştı.
Dönemin ABD Başkanı Reagan’ın adıyla anılan bu Oyunlar sonrası toplamda başarılı kabul edilen 1992 Barcelona ve 2000 Sidney’e rağmen, ’88 Seul, ’96 Atlanta, 2004 Atina, 2008 Pekin gibi Oyunlar, halk aleyhine yüksek maliyetleriyle anıldı ve mega spor organizasyonlarının işlevi ciddi biçimde sorgulanmaya başlandı.
ABD’de Büyük Buhran sonrası ekonomik yoksunluk döneminde 1932 Los Angeles’ta halkın “Olimpiyat değil ekmek istiyoruz” sloganları, 1968 Mexico City’de “Olimpiyat değil devrim istiyoruz”a kadar evrilmişti. Küresel ekonomik ve siyasi gelişmelerle bağlantılı olan bu slogan dönüşümü artık yeniden gündemde.
Olimpiyatların başını çektiği mega spor organizasyonları, girebildiği(‘Olimpiyata ev sahipliği yapalım mı’ sorusunu halkına soran pek çok Batı ve Kuzey Amerika kentinde yanıt olumsuz oldu ve adaylıklar düştü) her yerde
a)halk inisiyatifini tanımayan dayatmacılığı,
b)kentsel dönüşüm ve zorla yerinden etme gibi yıkıcı sermaye politikalarıyla kusursuz uyum sağlayan yapısı,
c)gittikçe büyüyen güvenlik endişeleri sebebiyle kamusal alanın militarizasyonu konusunda hükümetlere sağladığı avantajlar,
d)yüksek ekonomik ve çevresel maliyeti,
gibi karakteristikleşen özellikleriyle tepki çekiyor.
2014 Dünya Kupası ve 2016 Yaz Olimpiyatları’yla dubleye kalkışan Brezilya’da bu tepkiler, güncel siyasal gelişmelerle de birleşti ve hem 2014 Dünya Kupası hem de 2016 Olimpiyatları ciddi protestolara sahne oldu.
2014’te ulaşım zammı eylemleriyle birleşen, “Dünya Kupası değil hastane ve okul istiyoruz” sloganıyla güçlü bir yaygınlığa erişen tepkiler, 2016’da İşçi Partisi taraftarları tarafından “Darbe” olarak nitelendirilen iç çalkantılarla birleşmiş durumda. Geride bıraktığımız hafta boyunca sokakları dolduranlar, hem Dilma Rousseff’in yerine başkanlık koltuğuna konan sağcı Temer’e hem de Olimpiyatlara tepkilerini gösteren pankart ve dövizlerle alanlara çıktılar. “Defol Temer” anlamına gelen “Fora Temer” sloganları her yerdeydi. “Dünya Kupası-Olimpiyat” dublesinin arkasındaki iktidarın Lula ve Rousseff’in İşçi Partisi olması ise protestoculardan çok İşçi Partisi’nin çelişkisi.
Brezilya halkı, egemenlerine ve FIFA-IOC’ye oldukça zor anlar yaşattı ve tüm bunlar bizi yeniden yazının başındaki o tespite getiriyor: Olimpiyatların neoliberal evresi, -kısmen Brezilya’nın içinde bulunduğu zor koşulların da etkisiyle- kendisini bir krizin içinde bulmuş durumda. Ve buradan çıkması için Rio 2016’nın olumlu bir işlev görme ihtimali çok düşük. Tam tersine, Rio 2016, sayısı, meşhur Olimpiyat halkalarıyla eşit temel problemleriyle ‘Montreal 1976’ tipi bir kriz olimpiyatı olmaya aday.
Bir özgünlükten çok Olimpiyatların sebep olduğu yapısal sorunlara dönüşen o kriz halkalarını hatırlayalım.
1-YÜKSEK MALİYET
Yerel otoritenin açıkladığı rakamlar çoğu zaman gerçeği yansıtmaz. Kâr eden Oyunlar, kategorisinde kabul edilen 1984 Los Angeles için bile geçerlidir bu.
Ama kafamızdan atamayacağımız için ortada dönen rakamlara riayet etmemiz lazım.
12 milyar dolarlık Rio Olimpiyatları’nın Pekin, Soçi, Londra gibi örneklerle karşılaştırılarak “olumlu”, “daha az maliyetli” bir örnek olarak kabul edilmesi anlamsız. Çünkü her ülkenin bu maliyetleri sübvanse edebilme koşulları farklı. Ekonomik açıdan büyük bir durgunluk dönemine giren Brezilya, yaşadığı mali problemler sebebiyle büyük organizasyon sıkıntıları yaşamaya şimdiden başladı bile. Brezilya’nın en büyük 2. kenti olan Rio de Janeiro, ekonomik afet bölgesi ilan edilmiş durumda ve bu, kentteki olumsuz vaziyete dair epey şey söylüyor.
2-ZORLA YERİNDEN ETME
Örneklerine 1936 Berlin’den bu yana rastlanıyor olsa da 1988 Seul bu konuda milat kabul edilebilir. 720 bin insanın zorla yerinden edildiği kentsel dönüşüm politikaları, Olimpiyat’ın “Olağanüstü hal yaratabilme” gücüyle acımasız bir şekilde uygulandı. Ve o günden bugüne mega spor organizasyonlarında 3.5 milyonu aşkın insan bu politikaların mağduru oldu.
Favelalarıyla meşhur Rio de Janeiro, böylesi bir uygulamanın hayata geçirilebilmesi için egemenlere uygun koşullar sundu ve neticede 77 bin insan yaşadığı yerden sürüldü.
3-KAMUSAL ALANIN MİLİTARİZASYONU
Brezilya’da “Favela Pasifizasyon Ekipleri” sözde uyuşturucu çeteleriyle mücadele kapsamında 2000’lerin sonunda gündeme geldi. Ne tesadüf ki bu dönem aynı zamanda Dünya Kupası ve Olimpiyatların Brezilya’da düzenlenmesi hakkının elde edildiği dönemdi. 2009’dan bu yana Rio de Janeiro’da 2 bin 500 kişi polis kurşunuyla öldürüldü. 2014 Dünya Kupası sürecinde bu rakam yüzde 40 oranında arttı. Benzer bir yükseliş şu anda da yaşanıyor. Rio’nun yoksul mahallelerini kontrolü altına alan ekipler, uyuşturucu çetelerinden çok Dünya Kupası-Olimpiyat rüzgarını da arkasına alan sermaye politikalarının mağduru konumundaki halkı pasifize ediyor.
4-KAYNAKLARIN ADİL DAĞITIMI
Mega organizasyonlar sayesinde iş imkanlarının doğacağı, kent altyapısının geliştirileceği gibi argümanlar, çok sık dile getirilir. Hele karşımızda Rio gibi bir şehir varsa, altyapı vaatleri daha önemlidir. Ancak iplerin kapitalistlerin elinde olduğu her “kentsel dönüşüm” hikayesinde olduğu gibi Rio’da da işler halkın çıkarına değil zenginlerin çıkarına ilerledi. Belediye Başkanı Eduardo Paes, yatırımların yüzde 75’inin kentin kuzeyindeki yoksul bölgelere yapıldığını iddia etse de Rio on Watch gibi oluşumlar, hazırladıkları haritalarla Paes’e yanıt verdi ve onun iddialarının aksine Olimpiyat kaynaklarından kentin yoksul kesimlerinin değil varsıl kesimlerinin yararlandığını ortaya koydu. Rioonwatch.org’un yatırım haritası yoksul kesimle siyah ve yerlilerin paralelliği de hesaba katıldığında, Olimpiyat şehrinde fiili bir Apartheid yaşandığını ileri sürüyor.
5-ÇEVRESEL ETKİLER: GUANABARA ÖRNEĞİ
Guanabara Körfezi’ndeki kirlilik Rio 2016’nın en büyük sorunlarından biri. Çünkü sadece halkı değil sporcuları da etkiliyor. Brezilyalı yetkililer, korkunç kirlilikteki körfezi yüzde 80 oranında temizleme sözü vermişti. Ancak bu sözler tutulabilmiş değil. Associated Press, bu konuda geçtiğimiz yıl yaptığı bir haberde kirlilik oranının ABD ve Avrupa’da “tehlikeli” kabul edilen oranın 1.7 milyon katı seviyede olduğunu ortaya koyan bir çalışma yayımlamıştı. İnşa edilen “eko-bariyer”ler IOC’yi ikna etti ama Oyunlar’ın ötesinde kentin bu önemli sorununa “Olimpiyat yatırımları”nın dahi çözüm bulamamış olması hayli düşündürücü.
Olimpiyat halkalarının sayısını geçmemek adına Zika virüsü, yerli halkların tarihsel mirasına yönelik saygısızlık(Aldea Maracana tahliyesi), golf sahası inşası gibi problemleri listeye almadım. Ancak Rio’nun Dünya Kupası ve Olimpiyat dublesi maliyetiyle(insani, ekonomik, çevresel, toplumsal açılardan) başa çıkamayışı, 2 haftanın sonunda bir felaket tablosuyla karşılaşılabileceğini ortaya koyuyor.
Belki de bu tablo, IOC’nin, istikrarlı şekilde “halka rağmen halka karşı Olimpiyat” üreten ’84 sonrası neoliberal statükodan sıyrılması için bir baskı unsuru olur. IOC ve sponsorları halen çok büyük kârlar elde ettiği için bunun gerçekleşme ihtimali zor. Ama Rio’nun felaket kapasitesini de yabana atmamak lazım.