14 Ağustos 2016 00:47

15 Temmuz sonrası kadın hareketi: Daha çok dayanışma

Darbe girişimi ve sonrasında yaşananlar kadın mücadelesine nasıl yansıdı? EMEP'ten Şükran Doğan ve HDP'den Müge Yamanyılmaz yanıtladı.

Paylaş

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden geçen 1 aylık bir zaman diliminde Kanun Hükmünde Kararnamelerle işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların hakları gasbedilirken; bu süreçte kadınlar kardeşi, eski kocası tarafından katledildi.
Yıllardır yürütülen muhafazakar ve cinsiyetçi politikaların bir parçası olarak çıkarılan Hadım Yasası’nın Yönetmeliği OHAL fırsat bilinerek uygulamaya kondu.
Ve linççi akıl, cinsiyetçi dil bu hafta da bir kadın şarkıcıyı buldu.Yenikapı’da yapılan ‘Demokrasi Mitingi’ne katılmayacağını açıkladığı için lince maruz kalan şarkıcı Sıla’nın konserleri AKP’li belediyeler tarafından iptal edildi, hakkında suç duyurusunda bulunuldu, Sıla hem sosyal medyada hem de farklı mecralarda cinsiyetçi küfürlerle linç ediliyor.
Kadınlar bu süreçte son olarak boşanma Komisyonu ile gündeme getirilen, kadınlar için boşanmayı zorlaştıran, şiddeti meşrulaştıran yasa önerilerinin, var olan hakların gasbedilmesi uygulamalarının da bu “olağanüstü” halde hayata geçirilmeye çalışılacağından endişeli.
Tam da bu nedenlerle ülkenin çeşitli kentlerinde kadınlar haklarının olağanüstü hale kurban edilemeyeceğini söylemek için sokaklara çıktı.
‘Darbe girişimi ve sonrasında yaşananlar kadın mücadelesine nasıl yansıdı?Ayrışmayı körükleyen politikalara karşı kadınların bir araya gelmesinin olanakları neler? Zorluklar nasıl aşılacak?’
Bu sorular etrafında iki haftadır kadın örgütleri, kadın hareketinin bileşenleri ile sürdürdüğümüz forumun sonuna gelirken kadınların bundan sonra dayanışmayı ve mücadeleyi nasıl ilerletecekleri tartışması yaptık. 

15 TEMMUZ DEMOKRASİNİN TARİHİ Mİ?

Şükran DOĞAN (Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı)
15 Temmuz darbe girişiminin iktidar açısından tamamen fırsata dönüştürüldüğü günlerdeyiz. OHAL ilanı ve arka arkaya çıkarılan KHK’ler ile Erdoğan ve AKP hızla kendi gerici, baskıcı rejimini kurma hesabında. Sadece kendilerini seçilmiş gördüklerinden KHK’lerin Mecliste yasalaşması bile beklenmiyor uygulanması için. Cumhurbaşkanı tüm yetkileri fiilen elinde toplamış durumda. Dolayısıyla adına demokrasi dense de ne tutulan nöbetlerden ne de iktidarın uygulamasından demokrasi çıkmayacağı açık. Erdoğan, “Alnı secdeye gelenden zarar gelmez diyerek ne istedilerse verdim” sözleriyle ifade ettiği Cemaatle ittifakını, ‘Aldatıldım’  sihirli sözcüğüne sığınarak hafifletmeye çalışıyor. Oysa aynı sözcük binlerce kamu çalışanı için bir sihir taşımıyor, ya açığa alınıyor, ya işten atılıyor, ya gözaltı veya tutuklama ile sonlanıyor durumları. 
Darbe girişimi gecesi tüm Türkiye canlı izledi bombalama, sivil katliamı ve şiddet görüntülerini. Linç görüntüleri, gözaltına alınanların işkenceye uğramış fotoğrafları, resmi görevlilerce edilen cinsiyetçi küfürler fütursuzca yayımlandı. TV’lerde ‘pişman’ itirafçıların falaka seanslarını anlatmasına tanık oluyoruz. Demokrasi nöbetleri idam naraları içinde sürüyor. Ve işkence, şiddet, küfür sıradan ve olağan olarak sunuluyor halka. Ne RTÜK var, ne basın savcıları!
Biliyoruz ki, şiddet dili ve kültürünün yeşertildiği ortamın en büyük mağdurları kadınlar ve çocuklar oluyor. Linç günlerinde; ağabeyi tarafından elektrik verilerek, eski kocası tarafından dövülerek öldürülen kadınlar yer alsa da gazetelerde üstünde duran yok. 15 Temmuz’dan bugüne kaç kadının öldürüldüğü, kaç kadının şiddete uğradığı dalgalandırılan bayrakların altında görünmez kılınıyor. 
Darbe gecesinden bugüne farklı kesimlerden kadınlar artan oranda yer aldı alanlarda. İlk gece iktidarın çağrısıyla, çoğunlukla iktidarın yanında örgütlü olan erkekler sokağa çıkarken bu durum kadınlar için de geçerliydi. Zaman ilerledikçe alanlar birer buluşma, şenlik, piknik alanına dönüştükçe, ücretsiz ulaşımında katkısıyla katılımcıların profili renklendi. Bugün sokaklara çağrılan, kahramanlıklarına övgüler dizilen kadınlara, yarın yine “3-5 çocuk doğur, yarım kadın olma, doğum kontrolü uygulama, kürtaj olma, sokağa çıkma, kahkaha atma…”  denildiğinde evlerine, yaşamlarına nöbeti tutulan demokrasinin uğramadığını önce kadınlar görecek ve yaşayacak. 

KADINLARIN KAYGI DUYMASI KAÇINILMAZ

Laik ve bilimsel eğitimin temel alınmadığı, kadınların eğitimin dışına itildiği gerçeğini yaşıyoruz. Cenazede görevli imamın Cumhurbaşkanı dahil tüm devlet erkanı önünde “okumuşların şerrinden korunma” duası ederek cehalete övgü dizdiği bir ülkede kadınların, bugünlerinden ve geleceklerinden derin kaygı duyması kaçınılmazdır. 
Bugün AKP ve Cumhurbaşkanı, devleti sıfırdan kuracaklarını iddia ediyorlar. Her türlü antidemokratik ve baskıcı uygulamalarıyla işçi, emekçi halkın üzerinde zor uygulama aygıtı olarak varolan devletin sıfır kilometre ilan edilecek modelinin de bugünden farkı olmayacak. Daha baskıcı olacağının alametleri de çok. Kadınlara yansımasının ilk adı da kimyasal hadım yasası. Hükümetin, kadına yönelik her türlü şiddete karşı önlem almaktan ne anladığı bir kez daha görüldü. Cinsel suçları toplumsal tüm bağlamlarından kopararak bireyselleştiren, hatta erkeğin libido sorununa indirgeyen yasanın kadınları cinsel ve fiziksel saldırılardan korumayacağı açıktır. 
Darbe girişimi ve sonrası yaşananların işçi ve emekçilere çıkaracağı ekonomik fatura gözlerden gizlenmeye çalışılsa da birçok fabrikada işçilerin taleplerinin OHAL sopasıyla bastırılmaya çalışıldığını görüyoruz.  Tekstil sektörünün krizi, iflas başvuruları biliniyor. Turizm sektörü, Rusya kriziyle daha da sıkıştı. Ekonomik kriz olabilir gerekçesi patronların işçi ücretlerini düşürme, işten atma bahanelerinin hep başında olmuştur ve bu bahane önce kadın işçileri vurmuş, önce kapı önüne konulanlar kadınlar olmuştur. Kadınları işçi olarak da mutfağı çekip çeviren olarak da zor günler beklemektedir.
Tek adam tek parti diktatörlüğüne gidişin yolunun daha çok baskıdan geçtiğini bilen Erdoğan’ın militarist dili, halkın milliyetçi ve muhafazakar duygularının kışkırtılaması karşısında kadınlara tek yol kalıyor; örgütlenme, dayanışma ve mücadele. Eşitlik, adalet, gerçek laiklik ve demokrasi için mücadele…

‘SÖZÜMÜZÜ SÖYLEMEK KAPSAYICI BİR ÇABA GEREKTİRİYOR’

Müge YAMANYILMAZ (HDP Kadın Meclisi Genel Koordinasyonu Üyesi)
7 Haziran genel seçimleri sonrasında ülkenin her yerinde artan baskı ve çatışma süreçlerinde, kadınlar bir yandan savaşa ve baskıya dair seslerini daha çok yükselttiler, bir yandan da kadınların siyasette görünür olması, söz söylemesi zorlaştı.
15 Temmuz darbe girişiminden yaklaşık bir yıl önce, Kürt illerinde ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve yaşanan çatışma ortamında kadınları sokakta, tankların önünde, sivil direnişlerde, canlı kalkan olarak veyahut beyaz bayrakla yaralı taşımaya öncülük ederken gördük. O günlerde AKP hükümetidirenen tüm kadınları kriminalize etmekle, kamuoyuna her birini terörist olarak sunmakla meşguldü. 15 Temmuz akşamı ve sonrasında ise yine kadınlar darbe ve darbeler karşıtı gösterilerde, kimi zaman tedirgin bir şekilde kimi zaman da cesaret ve güçle yerlerini aldılar. Ancak bir kısım kadınlar da AKP tarafından “kurucu öteki” üzerinden öyküsü yazılan bu atmosferde, muhtemelen kolektif travmalarının da etkisiyle (Alevi katliamları, Kürtlere yönelik linçler ve zaten süregelen soykırım, Ermeni ve Süryani toplumlarının 1915 soykırımı, Rum toplumunun 6-7 Eylül’ü gibi...) darbe karşıtı olmalarına rağmen sokak gösterilerinde yer almaya dair çok da haklı çekinceler duydu ve sokağa çıkmadı.
Öte yandan AKP’nin 14 yıllık iktidarı süresince söylem, politika ve uygulamalarına bakınca açık bir kadın düşmanı hükümeti ile muhatap olduğumuzu da söylemek gerek. Darbe girişimi sonrasında OHAL, sıkıyönetim, KHK’lerle sınırlanan veya süreli-süresiz kaldırılan hak ve özgürlükler, faşist askeri darbeye karşı topyekûn direnen parlementonun 1 Kasım-15 Temmuz döneminden daha da çok işlevsizleştirilmesinin, AKP’nin başını çektiği erkek egemen zihniyetin hareket alanını büyüttüğünü, alelacele çıkarılan hadım yasasından da görebiliriz.

KADINLAR HER DÖNEMDE VE KOŞULDA KENDİ SÖZLERİNİ SÖYLEMİŞTİR

15 Temmuz ve sonrasında yaşananlar, büyük resmi geçmiş ve kimlikten kimliğe, kadından erkeğe, sınıftan sınıfa farklılaşan hafızaya rağmen, toplum açısından yeni bir durumdur. Bu yeni durumu kadınlar olarak doğru kavramak ve mücadelemizi daha geniş bir hatta örgütlememiz gerektiğini düşünüyorum. Elbette tarihin her döneminde kadınlar kendi sözlerini o veya bu şekilde, farklı görüşlerle referanslarla söylemişler; kendi mücadele hatlarını farklı perspektiflerle ama daima örmüşlerdir. Ancak bu, bugün çok daha özenli ve kapsayıcı bir çaba gerektiriyor. Bir tarafta “demokrasi nöbetleri”nde sokağa çıkanların neredeyse yarısını oluşturan, çoğunluğu protesto amacıyla sokağa ilk kez Erdoğan’ın çağrısıyla çıkmış kadınlar var; ancak kadınlar sokaklarda sözünü söyleme, siyasette görünme, karar alıcı olma noktasındalar demek gerçekçi olmayacak. Şimdilik, bu sokağa çıkışların buralara, yani demokratik siyasetin alanına evrilmesini umalım.
Diğer tarafta ise kadınları “savaş ganimeti” olarak gören erkekler, kadınları sokaktan çekilip, evinde oturup sadece dua etmeye çağıran cemaatler, militarizm ve milliyetçiliğin had safhada olduğu meydanlar, o meydanlarda çalınan; Kürtlere, solculara, devrimci kadınlara cezaevlerinde fiziksel işkence eşliğinde dinletilen şarkı ve türküler, bayrak tutmadığı veya Kürtçe konuştuğu için linç edilen yurttaşlar, Alevilerin ve Suriyelilerin yaşadığı mahallelere yönelen faşist güruhlar, “giyiminden ötürü” taciz edilen, darp edilen kadınlar... Bunlar da kadınların, en başta kamusal bir alan olan sokakları kullanmasını sınırlandırması açısından oldukça kaygı verici.

GÜÇ ÇATIŞMALARINDA HEP KADINLAR ZARAR GÖRÜR

15 Temmuz sonrasında AKP kendince bir hikaye yazmaya, CHP ve MHP ile birlikte bir Milli(yetçi) Cephe oluşturarak devleti yeniden yapılandırmaya soyundu. Bu yapılandırmada “kurucu öteki”likten nasiplenenler de yine Kürtler, Aleviler, azınlık toplumları ve milliyetçi cephenin makbul kadınlık tanımının dışında bıraktığı kadınlar oldu. Yenikapı mitinginde, Saray darbesi de dahil olmak üzere tüm darbelere karşı duran, özgür ve eşit bir yaşam, demokratik bir toplum isteyen kadınlar meydanda değillerdi. Üstelik siyasi görüşü fark etmeksizin siyaset yapan kadınlar da sahnede yoktu. Başka bir deyişle söylemek gerekirse, bu cephe Yenikapı’da, “darbeye karşı direnen kadınlar”ı bir irade olarak değil de sadece oy getiren kimseler olarak görmeye devam ettiğini duyurmuş oldu. Kaygı verici olan şu: Yine, geçmiş örneklerin de gösterdiği üzere devletin yeniden kurulması süreçlerindeki güç çatışmalarında kadınlar zarar görür.
Biz HDP’li kadınlar olarak süreci partimizin eşitlik ve özgürlük ilkelerini ve kadın mücadelesi perspektifimizi esas alarak karşılayabilecek güçte olduğumuzu biliyoruz. Yine bu yeni durumda kadınlarla daha fazla yan yana gelmek, kadınlar için güvenli ve özgür bir yaşamı mücadele ederek örmek ve cinsiyet eşitlikçi bir toplumun inşa etmek için çalışıyoruz. Ankara, Mersin ve İstanbul’da yaptığımız “Darbelere Karşı Kadın Özgürlük Buluşmaları” bu çalışmanın birer parçasıydı. Daha çok kadın dayanışmasına ihtiyaç duyduğumuz net, ancak bunun nasıl’ına dair en geniş kadın özgürlük mücadelesi bileşenleriyle tartışmak önemli. Ve sanıyorum buna dair tartışmalar önümüzdeki dönemde de belirleyici olacak.

ÖNCEKİ HABER

Süper Kupa, Galatasaray'ın oldu

SONRAKİ HABER

Şehir Tiyatroları'nda taşeron olmak ya da olmamak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa