21 Ağustos 2016 07:18

Sen yazmasan, ben yazmasam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa

Faruk EREN*

Son yıllarda en çok dikkat çeken gazeteci yargılanması kuşkusuz Can Dündar ile Erdem Gül davasıydı. İki gazetecinin tutuklanması sadece yurt içinde değil, yurt dışında da büyük tepki topladı. Dündar ve Gül, bir süre sonra serbest bırakıldı ve tutuksuz yargılanmaya başlandı.

Bu davalardan birinde ara verilmiş ve Can Dündar adliyeden çıkmıştı. Çağlayan Adliyesi’nin önündeki meydana geldiğinde silahlı saldırıya uğradı. İşte bu anlar İMC canlı yayınında ekranlara yansıdı. Canlı yayında suikast girişimi...

Bu aslında İMC TV’nin başarısı değildi. Diğer haber kanallarının bu önemli davayı haber yapmamalarının sonucuydu. Yani CNN, NTV, Haber Türk gibi kanallar adliyeden çıkan Can Dündar’a mikrofon uzatmaya değer görmemişti. Eğer onlar da kameralarını açıp canlı yayına çıksa bu suikast görüntüleri o ekranlarda da olacaktı.

Bu durum sadece Can Dündar örneğiyle sınırlı değildi ne yazık ki... Özgür Gündem gazetesine art arda yüzlerce dava açılmaya başlandı. Davaların önünü kesmek, basın özgürlüğünü savunmak için gazeteciler, aydınlar, sanatçılar, bilim insanları sırayla Özgür Gündem gazetesine eş genel yayın yönetmeni olmaya başladı. Savcılıktan hemen karşı hamle geldi ve eş genel yayın yönetmenleri peş peşe ifadeye çağırılmaya başlandı.

Artık her pazartesi Çağlayan Adliyesi’ndeydik. Bir avuç gazeteci, gazeteci örgütlerinin temsilcileri ifade vermeye giden eş genel yayın yönetmenleriyle dayanışma için adliyede toplanmaya başlandı. Gerçekten bir avuçtuk. Her pazartesi adliye önündeki meydanda kısa bir açıklama yapıyor ve ardından adliyeye giriyorduk.

Bunların sonuncusu ya da bir önceki Hrant Dink davasıyla çakıştı... Hrant’ın arkadaşları adliye önünde açıklama yaptı, bizler de o açıklamaya destek verdik. Karşımızda kameralar, fotoğraf makineleri açıklama yapıldı. Sonra pankart kaldırıldı, biz başladık açıklamaya. Birden karşımızdaki kameraların sayısı azaldı.

Ünlü haber kanallarının, gazetelerin muhabirleri bizim açıklamamızı çekme ihtiyacı duymamışlardı. Arkamızdaki bankta oturuyorlardı. Haber merkezlerinden mi böyle bir talimat almışlardı bilemiyorum ama çok şaşırmıştım. Yaklaşık 30 yıldır gazetecilik yapıyorum. Normal gazetecilik relfeksiyle kameramanların, foto muhabirlerinin arkamızda oturmak yerine bizi çekmelerini gerektiriyordu. Ne bileyim, belki bir saldırıya uğrayabilirdik mesela o an. Onu çekmiş olurlardı. Ya da muhabir, iki cümle haber yazar, haber merkezine sunardı. Ama o arkadaşlar buna bile gerek duymuyordu. “Nasıl olsa haber girmez” mantığıyla bizimle hiç ilgilenmediler bile. İşte aslında bu ülkede gazeteciliğin geldiği durumu anlatan iki örnek.

Sonuncu örnek Özgür Gündem gazetesine yapılan baskınla ilgili. Mahkeme kararıyla bu ülkede yıllardır yayın yapan bir gazete kapatılmış, gazete büyük bir zalimlikle basılmış, gazete çalışanları dövülerek gözaltına alınmış. Bu haber değil mi? Tabii ki haber. O gün anlı şanlı haber kanallarının ana haber bültenlerinde yer almadı, Özgür Gündem’in kapatılması ve basılması.

Ertesi gün sadece  Cumhuriyet, Evrensel ve Birgün’ün birinci sayfalarında yer aldı. “Çok satan” gazeteler Özgür Gündem’in kapatılıp basılmasında haber değeri görmemişti.

OHAL’DEN SONRA

Sendikamızın tespitine göre darbe girişiminin ardından 2 bin 300’ün üzerinde gazeteci, sektörün yüzde üçü bir kalemde işsiz kaldı.

Basın kartı dağıtan Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, darbenin hemen ardından 30 gazetecinin basın kartının iptal edildiğini açıkladı ve marifetmiş gibi ekledi: 300 civarında gazetecinin durumu inceleniyor. Bazı gazetecilerin pasaportlarının iptal edildiği duyuruluyor. Sektörün durumu gerçekten içler acısı...

Artık, birkaç televizyon ve gazetenin dışında kalan (ki bu mecraların da izleyici/okur sayısı ne yazık ki çok düşük) medyanın tamamı tek ses haline gelmiş durumda. Tüm yayınlar iktidarı güçlendirmek, kamuoyunu tek bir doğrultuda yönlendirmek için yapılıyor. Gazeteler de aynı durumda. 

Her şeye rağmen habercilikte ve farklı görüşleri kamuoyuna ulaştırmakta ısrar eden birkaç yayın organı iktidarın sürekli hedefinde. Bu yayın organları her türlü güçlüğe rağmen kamuoyuna gerçekleri duyurmaya çalışıyor. Aslında sayıları hiç de az olmayan -çoğu işsiz- gazeteceler teknolojinin de nimetlerinden faydalanıp internet, sosyal medya ya da benzer mecralarla mesleklerini sürdürmeye çalışıyor.

Son Özgür Gündem örneğinde olduğu gibi, iktidar basın ve ifade özgürlüğü konusunda gözünü karartmış görünüyor. Elde kalan bir avuç yayın organının da tehlikede olduğunu düşünmek için çok sebebimiz var. Ama şunu unutmamak gerekiyor.

İnsanlık tarihinde birçok kez böyle karanlık dönemler olmuştur. Karanlık ancak kamuoyunun gerçekleri öğrenemesiyle dağılır. Burada gazetecilere, insan hakları örgütlerine, sosyalistlere büyük görevler düşüyor. Topluma mümkün olduğu kadar çok gerçek ulaştırmak. Biliyorum, ülkede karamsar bir hava var ama bu karamsarlığı dağıtacak olanlar da bu saydıklarım. Haberlerimiz, konuşmalarımız, yazılarımız karanlığı yaran ışıklar olacak.

* Basın- İş Sendikası Başkanı

Evrensel'i Takip Et