Boşuna çekilmedi bunca acı, bekle bizi!
Nuray Sancar, yaşamını yitiren Vedat Türkali'nin ardından yazdı.
Nuray SANCAR
İstanbul
Can çekişen imparatorluğun başkenti işgal altındayken, yeni Türkiye’nin kuruluş yolculuğunun başladığı Samsun’da, 1919’un Mayısı’nda doğmuş Vedat Türkali. Ölümüne kadar geçen, neredeyse bir asırlık zaman içinde Türkiye’nin dönüm noktalarının, siyasal çatışmaların, sosyal ilişkilerdeki değişimin ve bütün bunların dünyadaki altüst oluş süreçleriyle ilişkisinin edebiyat için muazzam bir kaynak olduğunu en iyi bilen entelektüellerden biri olarak sahip olduğu şansı sonuna kadar kullandığı söylenebilir. Ancak Türkali sadece yetkin bir edebiyat için gerekli verileri ustaca bir araya getiren, aralarında mantıklı bir bağ kurarak kurgunun hizmetine sokan bir olgu toplayıcısı değildi. Üzerinde kalem oynattığı konuların bizatihi öznesi olmuş, toplumsal iniş çıkışların etkisini, sonuçlarını yaşamış, gerektiğinde de bedel ödemiştir. Bir bakıma onun edebiyatı büyük harfle yazılması gereken bir Otobiyografidir aslında.
Bu otobiyografi son tahlilde bir arayıştan ibarettir. İlk romanı “Bir Gün Tek Başına”da askeri darbenin yaklaştığı Menderesli zamanlarda, belli belirsiz bir ideali el yordamıyla inşa etmeye çalışan insanların başlangıçtaki kırılgan deneyimlerinden nasıl sağlam bir öngörünün inşa edilebildiğini işler. Bir tür haberci kitaptır bu. 68’deki kitle mücadelelerine, giderek örgütsel bir karakter kazanan gençlik mücadelelerine erkenden açılmış bir sahne gibidir.
İsmi gizli TKP’ye açılan dava dosyasında yer almış, poliste işkence görmüş bir yazar için bu hiç de şaşırtıcı değildir. Sosyalist dünya görüşünün kazandırdığı bir öngörüdür bu nihayetinde.
YÜZYILIN BÜTÜN BİLGİSİNİ KUŞANARAK YAŞAMIŞTIR TÜRKALİ
60’lardan sonra 12 Eylül’e kadar bu öngörü epeyce doğrulanır. Kitle mücadelesi yükselir. Bu yüksek politizasyon ortamı 1980’de bir darbeyle kesildiğinde bir muhasebe romanı olarak “Mavi Karanlık” çıkar Türkali’nin elinden. Kentli orta sınıfların hayatına bir bıçak gibi girerek onları savuran askeri darbenin toplumsal sonuçlarını, ruhsal etkilerini yazar.
Ama Türkali’nin asıl eseri "Güven"dir. "Güven" Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı kıyametinde, nefes alamayacak kadar baskı altında olduğu için sıkı illegal koşullar altında çalışmak zorunda kalan TKP’yi bulmaya çalışan gençleri anlatır. Onun nezdinde örgütlenme zorlu bur arayıştır. O zamanki faşizan koşullarda istihbarat ve polis devletinin hareket edemez hale getirdiği örgütün iç çatışmaları, partisine ulaşamayan kadrolarının gelgitli ruh hallerinin fonda yer aldığı dönem tablosu bir başka romanda bir başka arayışla yer değiştirecektir. Vedat Türkali “Kayıp Romanlar” da 90’lı yıllarda yasallaşma hakkı kazanan ama çok geçmeden de kendini fesh etmek zorunda kalan TKP’den kalan mirası devredebileceği bir kurum arayan eski TKP’li kurmaca kahramanının peşindedir.
Bir devrin sonudur bu. Miras/meşale artık yeni kuşaklara aktarılmalıdır.
Türkali’nin “arayış”ı metafizik bir anlam taşımaz. Aynı zamanda bugün yaşadığımız pek çok çelişkinin geçmişteki izdüşümlerini de bulup çıkarır. Kutuplaşma siyasetinin ve aşağıda uğuldayarak biriken çatışma öğelerinin ilk hallerini; İttihat Terakki’den bu yana siyasi hayatı temel çatışma alanlarına bölen yönelimleri, geçmiş kaynağında yakaladığı ipuçlarından tutup gün yüzüne çıkararak günden geçmişe bir seyir halindedir. Arayış bu tarihsel bilginin üzerine inşa edilir.
Böyle bir birikimle, yüzyılın bütün bilgisini kuşanarak yaşamıştır Türkali. İlerlemiş yaşına karşın onu açlık grevlerindekilerle dayanışmaya, Kürt sorununun demokratik çözümü talebiyle yapılan eylemlere, barış gösterilerine götüren, Türkiye’nin geleceğine ilişkin kolektif arayışın bir parçası olmayı tercih etmesindendir. Bu bakımdan hep örgütlü kesimlerle hareket etmiş. Onların acılarını acısı, kazanımlarını kazanımı bilmiştir.
İSTANBUL ROMANLARINDA DOLAŞIR
Bütün büyük çelişkilerin en şiddetli yaşandığı kentlerden biri olan İstanbul, onun tutkularının simgesi, romanının da baş kahramanlarından biridir. Onun yapıtında bu kentte dolaşılmaz, kent bu romanlarda dolaşır. Etkiler, sever, dönüştürür, kusar, acı çeker, sevinir. Ve ama İstanbul onun için aynı zamanda bir tahayyüldür. Bir kurtuluş tahayyülü, bir ütopya, yer yer bir mesih ve ona baktıkça doğrulanan işçi sınıfı sosyalizmine dair açık bir müjde. Ünlü İstanbul şiirinde şöyle yazmıştır:
“...Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyun koyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın...”
Biz’dir Vedat Türkali. Tophane’nin karanlık sokaklarındaki kirli çocukların, 15-16 Haziran destancısı işçilerin, örgütünü arayan militanların, Kürtlerin, öteki ezilenlerin; itilip kakılanların adına söylemiştir ne söyleyecekse.
Bilir; boşuna çekilmemiştir bunca acı. O şehir/ülke şimdi haramilerin elindeyse bile, orada, mavi patiskaları yırtan gemileriyle “kavgamızın şehri” zafer şarkılarıyla geçişimizi bekleyecektir.
Vedat Türkali’yi kaybetmiş olabiliriz; ama o şehir zafer şarkılarını yine de bekleyecektir. “Süleymaniye’de güneş” kaybolmayacaktır.
Çünkü miras bizdedir usta.