Vedat Türkali’nin yumruğu yalnızca yazı yazmak için indi
Vedat Türkali öldü diyorlar, pek emin değilim. 'Bir Gün Tek Başına' ölmezken, 'Mavi Karanlık' ölmezken, 'İstanbul' şiiri ölmezken Türkali ölür mü?
Hakan GÜNGÖR
İstanbul
Vedat Türkali öldü diyorlar, pek emin değilim. “Bir Gün Tek Başına” ölmezken, “Güven” ölmezken, “Mavi Karanlık” ölmezken; “İstanbul” şiiri ve daha bir yığın eser, mücadele, havaya savrulmuş sıkılı yumruğun izi oracıkta dururken Vedat Türkali ölür mü?
Onu ilk ve son kez bir anma töreninde görmüştüm. Kapital’i de çevirmiş bir sosyalistin ölümü üzerine düzenlenmiş bir törendi. Kürsüye çıkıp bir konuşma yapmıştı. Hayatını kaybeden kişiyi anlatmış, ona olan sevgi ve saygısını belirtmişti. Ne var ki, Kapital çevirisini okumamıştı. Esprili üslubuyla; “Zaten bir ömür Kapital okuduğumdan bu son çeviriyi okumadım. Ee, bu kadar Kapital okuması bir ömür için yeter diye düşündüm” demişti. O gün bir anma töreninin ağır havasını bir nebze olsun dağıtan bu sözleri üzerine “Peki ‘Bir Gün Tek Başına’ romanı bana ne zaman ‘Bu kadarı yeter’ dedirtecek” diye sormuştum kendi kendime.
BİR GÜN TEK BAŞINA’NIN YÜZLEŞMESİ
Bir Gün Tek Başına, Vedat Türkali’nin ilk romanı. Kitap, 27 Mayıs’ın hemen öncesindeki Türkiye’nin çalkantılı iklimini gözler önüne seriyor. Kenan, komünist partisine üye olma suçlamasıyla polis sorgusuna alınmış ve yılgınlığa düşmüş biridir. Sorgunun ardından arkadaşlarından uzaklaşmış, evlenmiş ve eski günlerinden çok farklı bir hayat kurmuştur. Bu sınırlar çekilmiş hayat, günün birinde Günsel ile tanışması ile bambaşka bir hal alır. Kenan, Günsel’e aşık olmuştur, Günsel’se devrimci mücadelenin içindedir ve Günsel’le geçirdiği her an, Kenan’ın bir şekilde kaçıp durduğu geçmişiyle yüzleşmesine neden olacaktır. Günsel’e duyduğu aşk ve geçmişte yarım bıraktıklarına yönelik pişmanlıkları Kenan’ı tekrar siyasi kavgaya yaklaştıracaktır. Ancak geçmişte yılgınlıkla dostlarına koyduğu mesafe, mücadelesinde de, yaşadığı aşkta da karşısına tekrar tekrar çıkacaktır.
Türkçe edebiyatın en nitelikli eserlerinden biri olduğunu düşündüğüm Bir Gün Tek Başına’da kendi çelişkileriyle çarpışıp duran karakterlerin savruk duyguları, bir türlü dizginlenemeyen düşünceleri, adeta sınanan kişilikleri berrak bir şekilde ortaya konuyor. Öyle ki, toplumsal normların, siyasi baskıların ortasında yeşermeye çalışan bir aşkla, yükselen mücadele arasındaki gerilimli ilişki bir varoluş meselesine kapı aralıyor.
TEKERLEKLİ SANDALYEDE BİLE ‘YÜRÜYÜŞÜ’ SÜRDÜ
Harcı gerçek ve gerçekçi kişiler, güçlü kalem, ilgi çekici üslup; malzemesi insanlığın ortak kaygı ve direnci olan bir eser Bir Gün Tek Başına. Bir de “atmosfer” meselesi var. Sınıf mücadelesinin yükseleceğinin, emekçilerin örgütlülüğünün haberini veren bir roman bu. “Çok yakın değil, ama uzak da değil” diyen. Sosyalistlerin üzerine çökmeye çalışan kolluk kuvvetleriyle girişilen mücadele var romanda. Dikkatli gözler için, eylemlerin odağında sıkılıp havaya kaldırılan, zalime savrulan, tüm bunların ortasında mümkün oldukça da aşkla diğerininkini tutan bir el var. Romandaki herhangi bir kahramanı doğrudan Vedat Türkali’ye benzetmek mümkün değil. Ancak bahsettiğim o el, o yumruk, Vedat Türkali’nin ta kendisi.
Vedat Türkali, hep yürüdü. Kendi başına da yürüdü, kitlelerle de yürüdü. Anmak için de yürüdü, direnç için de yürüdü. “Kavga için de” yürüdü ve dahi “kavga içinde” yürüdü. Gün geldi, yürüyemez hale geldi, bu kez yoluna tekerlekli sandalyesiyle devam etti. Okurları satırlarını takip edecek, yoldaşları önce adım, sonra tekerlekli sandalyesinin izlerini. Ve takip mesafesi ne olursa olursa olsun, izinden giden onun yumruğunu görecek ilkin.
Vedat Türkali’nin kolu sıkılı bir yumruk olarak kalktı havaya. Kavganın bir yumruğu olarak savruldu. Bir tek yazı yazmak için indi o yumruk. Zalime en büyük darbeyi de o zaman vurdu zaten. Bizde mücadelesi, kavgası, edebiyatı, anısı kalacak. Onlarda ise yumruğunun sızısı.
İSTANBUL ŞİİRİ NASIL YAZILDI
Vedat Türkali’nin “Bekle Bizi İstanbul” adıyla bilinen şiiri “İstanbul”un bir bölümü de “Bir Gün Tek Başına” kitabında kendine yer bulmuştu. Uzunca bir süre isimsiz olarak elden ele dolaşan şiir haklı bir ün elde etmişti. Vedat Türkali ünlü şiirini hiç gelmeyecek bir yoldaşını beklerken Akşehir’de yazmıştı. 1944’te Mihri Belli, Adana ve çevresindeki kimi TKP’lilerle kopmuş ilişkileri yenileme konusunu açmıştı Vedat Türkali’ye. O yöreleri dolaşıp bağlantı kuracak sağlam, güvenilir bir kişi Akşehir’e gönderilecek, orada Vedat Türkali’yle buluşacaktı. Gün, saat, parola dahi belliydi. Türkali, eşi Merih’i ilk çocukları Deniz’in doğumu için İstanbul’da bırakıp Akşehir’e dönmüştü. Akşehir’deki buluşma yerinde günlerce bekledi. Kimse gelmedi. Doğum yapacak eşi, mücadele için bekleyiş, İstanbul’a özlem ona Akşehir’de “İstanbul” şiirini yazdırmıştı.
ROMANDAKİ ‘BABA’ HİKMET KIVILCIMLI’YDI
Vedat Türkali, Bir Gün Tek Başına’da gerçek kişilerden esinlendiğini belirtmişti. Özellikle “Baba” karakteri bunun en temel örneği. Roman boyunca hemen herkes zaafları ile boy gösterirken, romandaki ana karakterlerin sık sık gidip görüştüğü, örgütlü mücadeleyle ilgili fikirler aldığı “Baba”, bir deniz feneriymişçesine yol gösteriyor, soğuk kanlılığını koruyor, zaaf göstermiyordu. Üslubu, olayları yorumlama biçimi, en çok da “tefeci-bezirgan”, “finans kapital” gibi sıklıkla kullandığı ifadeler nedeniyle bu karakterin Hikmet Kıvılcımlı olabileceği yazılmış, çizilmişti. Vedat Türkali de daha sonra bu karakterde Kıvılcımlı’dan esinlendiğini açıklamıştı. Türkali, “Diyebilirim ki sözlerinin nerdeyse yarısından çoğuyla Hikmet Kıvılcımlı’dır Baba; otantiktir konuşmalarının çoğu…” demişti. Kitapta adı geçen ve karakterlerin eleştiriyle yaklaştığı Fahir Cemal’in de Kemal Tahir olup olmadığı bir tartışma konusudur… Vedat Türkali’nin başka kitaplarında da gerçek kişilerden izler vardı. Güven romanındaki Halil karakterinin Mihri Belli olduğunu açıklamıştı örneğin.