03 Eylül 2016 08:52

Anlat Xecire

Bir sigara yakıyor sonra, dünyanın bütün kahrını içine çekiyor bir nefeste... Ve tüm heybetiyle “Yeniden doğsam, yine direnirim” diyor. 

Paylaş

Meltem TEKER
Bugün, hep beraber Xecire Kadın’ın hikâyesi ile buluşmaya gidelim mi? Anadolu’nun kadim kentlerinden birine, Mardin’e doğru başlıyor yolculuğumuz...
Meşhur taş evlerini bağrında besleyen heybetli dağları aştığımızda, Kızıltepe ilçesinin köyleri karşılıyor bizi. Hiç bitmeyecek sandığım tozlu yollar, hayat belirtisi ararken rastladığım tek tük ağaçlar ve gün yüzüne ulaşmamış kim bilir kaç hikâyeyi özenle saklayan havadaki sağır sessizlik…
Sene 2005. Otoriter bir muhtarın “ağa” zihniyetiyle yönettiği bu köyde, herkes payına düşeni çekmektedir. Feodal düzenin ağırlığı altında, “töreler” ne demişse, o olmuştur her daim burada. Kadının, insani değerlerden uzak yaşatıldığı, kapıda ırgat, evde hizmetçi, yatakta köle diye görüldüğü, neredeyse evin değersiz eşyasıyla bir tutulduğu, Ortaçağdan kopup gelmiş bir zaman dilimindeyiz adeta... Tüm bu haksızlıklar bir yana, ağır bir veballe doğar kadınlar burada. Yaşadıkları evin “namus bekçisidirler” aynı zamanda. İşte tam da burada saklıdır Xecire’nin hikâyesi.
 

TECRİTTE BİR KADIN
Bin bir zorlukla ikna ettiğimiz komşuların aracılığıyla ulaştık kendisine. Ne ahır ne de ev denilemeyecek bir yapının önündeyiz. İçeriden belli belirsiz hayvan sesleri geliyor. Kocaman, boyasız, hiç açılmayacakmış gibi duran duman karası bir kapı var önümüzde. Köye yeni tayin edilmiş, gözü pek kadın öğretmen  “Bilgen Hoca” yanımda. Onun pırıl pırıl bakışları, cesur ses tonu içime su serpiyor. “Xecire Teyze! Kapıyı açar mısın? Korkma! Benim Bilgen…” 
Gürültüyle açılan kapının ardında beliren Xecire Kadın, sağından solundan dışarıya koşan keçiler, kuzular, tavuklarla birlikte karşıladı bizi. Hayatımda ilk kez, bir kadınla göz göze gelmekten bu kadar çekinmiştim. Uzun boyu omurgasının ortasından bükülmüş, derin çizgilerle döşenmiş yüzü önüne düşmüş, kırık dökük dişleri ve diken diken saçlarıyla, Fransız edebiyatının kahramanı Notre Dame’ın Kamburu’yla karşılaşmıştım sanki. Karanlık, uzun bir koridorda, bayıltıcı kötü bir koku bulutunda adeta yüzerek ilerledikten sonra loş bir salonda bulduk kendimizi. Etrafı inceledikçe, kadının yüzündeki derin, soğuk çizgilerin, donuk bakışların, cızırtılı ses tonunun sebebini anlamak hiç de zor olmuyordu. Xecire, bu berbat yerde “hücre” cezası çekmekteydi.
 

NEYİN BEDELİ BU?
Ortamın ürkütücü sessizliğini bozan, yine Bilgen Öğretmenin sıcak bir tebessümle sorduğu sorular oldu. “Nasılsın teyze? Dizlerinin ağrısı azaldı mı? Gönderdiğim ilaçlar fayda etti mi?” Xecire’nin yüzündeki çizgiler hareket ettikçe, ne güldüğüne ne de ağladığına karar veremeden sorular da havada asılı kalmıştı adeta. Şimdi konuşma sırası ondaydı; “Çay getireyim size.” Mutfağın var olduğuna şaşarak, beklemeye başladık çayımızı… İnsan onuruna yakışır her şeyden uzak, nefes alırken bile zorlandığımız bu yerde hangi günahın bedeli ödetiliyordu ona?
“Yiğit kadınmışsın Hoca Hanım. Okulu tamir etmişsin tek başına.” Getirdiği çaya lezzet katma telaşıyla söylediği sözler, Xecire’yi tanımam için de ipucu vermeye başlamıştı benim için. Bilgen Öğretmenin yüzüne, aniden ciddi bir ifade yerleşti. “Ne biçim adam şu muhtarınız! Köyün kızları okula gelmesin diye tuvalet duvarı yıkılmış resmen. Hem yapmıyor hem de yaptırmıyor utanmaz. Kimsenin de gıkı çıkmıyor korkudan. Sen misin öyle yapan? Açtım telefon, her yere bildirdim. Anneme de sordum kerpiç duvarın nasıl yapıldığını. Yaptım bir güzel. Şimdi kızlar gelmesin okula da göreyim.”
 

‘VERMEM KIZIMI’
Gözleri parlamaya başladı Xecire’nin. Sanki çok şey anlatacak, içini yakan ne varsa oracıkta ortaya dökecek de biri ağzını kapatıyor, başka biri boğazını sıkıyor gibiydi. Bir yıldır bu evde hapis hayatı yaşamaktaydı. “Anlatmak istemez misin bize? Hak etmediğin bir hayat yaşatılıyor sana. Duyuralım sesini her tarafa. Burada çürümemelisin böyle.”
Yavaşça doğruldu Xecire. Temkinli bir şekilde oturarak önce pencereden dışarıyı, sonra da bizi süzmeye başladı kaçamak bakışlarıyla. Kısık, çatallı ses tonuna yaşadığı tüm acıları serpiştirerek anlatmaya başladı hikâyesini.
Muhtarın, oğluyla evlendirmek için gözüne kestirdiği kız çocuğu, Xecire’nin kızıymış. Henüz 13’ünde, annesinin kuzusu, gözünün nuru Dilan’ı… Kendisinden 20 yaş büyük bir erkekle zorla evlendirilmiş Xecire, benzer bir hayatı kızına yaşatmamak için direnmeye karar verir. Ağaya karşı gelmiş, “Vermem kızımı” demiş önce. Bu davranışı, köyde “fişlenmesine” neden olmuş. Bitmek bilmez tartışmalar, “kız isteme” merasimleri, hırgürlü günler derken, bir gün Dilan ortadan kaybolmuş. Kaçtı mı? Kaçırıldı mı? Yaşıyor mu? Nerede? Kiminle?.. derken Xecire, evinin “namus bekçisi” değil, tüm köyün günah keçisidir artık. 
 

YENİDEN DOĞSAM...
Töre gereği bulunduğu an, yanındakilerle öldürülecektir Dilan. Suçu ağırdır çünkü. Sevdiği erkekle kaçmıştır. Annesi ise önce kocasından, sonra muhtar ve yakınlarından, hatta erkek kardeşlerinden defalarca dayak yer. Döve döve haşat ederler vücudunu. İki yıl kadar hapis kalır evinde. Halkı galeyana getirip taşlattırırlar evini. En sonunda da hayvanların barındığı işte bu dama atılır.
Xecire’yle daha pek çok şey konuşmak istiyoruz. Ondaki direngen ruha yaklaştıkça, nasıl da büyüdüğüne, güzelleştiğine tanıklık ediyoruz şimdi. Üç çay bardağını çevrelemiş üç kadın, dayanışmanın sıcaklığını katıyoruz birbirimize. Tabakasından çıkardığı tütünü sararken tavırlarıyla İran’da taşlanarak öldürülen Soraya’nın halasıdır artık. Bir sigara yakıyor sonra, dünyanın bütün kahrını içine çekiyor bir nefeste...  Ve daha sormadan bakışlarımızda yakaladığı soruyu cevaplıyor tüm heybetiyle “Yeniden doğsam, yine direnirim.”

ÖNCEKİ HABER

Tek başına değil, birlikte mücadele

SONRAKİ HABER

Aldatan kim, Aldatılan kim?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa