03 Eylül 2016 10:39

Atika'nın yolculuğu sürüyor

'Uyuduğumu ve kâbus gördüğümü o an fark ediyorum. Başım asfalta değil sol yana düşüp otobüsün camına çarpıyor. '

Paylaş

Hazal KAR / Beyar ÖZALP
Atika’yı hatırladınız mı? Hikâyesine dergimizin mayıs sayısında yer vermiştik. Atika’nın yolculuğu Silopi’de son bulmuştu. Ama Atika bize devam eden savaşa ve uzun yollara rağmen yolculuğunun bitmediğini hatırlattı. Yolunu Silopi’den Dersim’e çevirdi. Ekmek ve Gül okurlarına özellikle iletmemizi istediği yeni bir mesajı var: “Kadınlara önerim kendilerine ait bir yaşam alanları olsun. Kendi yaşamlarını sürdürebilecek kadar paraları olsun ve aile, erkekler, toplum ne der kaygısı taşımadan okuyup yaşayabilsinler. Bir de yaşamlarının önüne çocuk koymasınlar, öncelik kendileri ve kendi yaşamları olsun. Bu savaşın ortasına çocuk doğurmasınlar.”
Kulağınızdaki fısıltı hiç eksik olmasın ve umudunuz Atika’nın umudu misali hep diri kalsın. Çünkü sizler yaşamı her patlamada, her mermide, her zılgıtta yeniden yeniden doğuransınız.

Tekrar tekrar duyulan ve göğü inleten bir ses... Arkası kesilmeyen havan mermisi sesleri, kundaktaki bebeklere nişan almış mermiler, kanlı tülbentlerin altındaki ağıtlar... Bir sağa bir sola kaçan yerde yatanlar arasında tanıdık insan yüzleri arayan ben... Ağlayamıyorum, çığlık atamıyorum, vücudumun her yanı acıyor. Saç diplerim, onlar daha çok acıyor ve artık daha fazla dayanamayıp yere yığılıyorum. Kandan ıslanmış başımın asfalta çarpmasıyla irkiliyorum. Uyuduğumu ve kâbus gördüğümü o an fark ediyorum. Başım asfalta değil sol yana düşüp otobüsün camına çarpıyor. Hissettiğim ıslaklık ise asfaltı kaplamış kan değil, otobüsün camının üst kısmından sızmış yağmur damlalarından kaynaklanıyor. Ardımda bırakamadığım coğrafyamı kana bulamış bu savaş hiç bitmez mi?
Bedenimde daha da artığını hissettiğim yorgunluğumla beraber üç saati aşmış yolculuk bitiyor. Benim için tanıdık ama umutlarımı yeniden yeşertmemi sağlayacak bir yere, Silopi’ye geldim.
Evin kapısından adımımı atmamla bir süredir kesilmiş yağmur yeniden yağmaya başlıyor. Çok yorgunum ama yemeği bekleyecek kadar da açım. Yemek yer yemez dinlenmem için ayrılmış odaya geçip yastığa başımı koyuyorum. Gözümü kapatır kapatmaz zihnimde canlanan görüntüler ve kulaklarımdan hiç eksilmeyen o sesler... Dinlenmekten vazgeçip çantamdaki konu anlatımlı ders kitaplarını çıkarıyorum. Kitaplara saniyelerce baktıktan sonra yerleştirecek yer arıyorum ve buluyorum. Aklımda hep aynı düşünce; Silopi, üniversiteye ulaşmam için bir yol.
Birkaç günümü bu umutla geçirmişken Nusaybin’deki o kesilmeyen sesler Silopi’ye varıyor. Silopi’de de sokağa çıkma yasağı ilan edilince umutsuzluğum göğe ulaşıyor. Ağlamak hem de bağıra bağıra ağlamak istiyorum ama bunun hiçbir işe yaramayacağını da biliyorum. Birkaç günüm ne yapacağımı düşünmekle boş yere geçiyor. Ama birkaç günün sonunda Nusaybin’deki fısıltı beni yeniden buluyor ve hayallerimi sokak ortasında bırakmamam gerektiğini söylüyor. İşime yarayan üç beş kitap elimin altında, üstelik internet aracılığıyla ders çalışabiliyorum. Silopi’de geçen günleri kulağımdaki fısıltıyı eksik etmeden geçiriyorum ve YGS’ye yine aynı fısıltıyla giriyorum. Bugünleri Silopi’deki arkadaşlarımla geçirmiş olmam da bana güç veriyor. Çünkü aynı yoldan beraberce ilerliyoruz. Ama ilk sokağa çıkma yasağının bitip de ikincisinin başlamasıyla yeni bir umutsuzluk başlıyor. Ders çalışmaya odaklanamıyoruz ve saatlerimizi daha çok ne olacağımızı ve coğrafyanın gidişatını konuşmakla geçiriyoruz.
YGS sonucunun açıklanmasıyla birlikte benim için bundan sonrası şekilleniyor ve geriye üniversite tercihi zamanını beklemek kalıyor. O zamana kadar aklımda milyon tane düşünceyi kontrol altına almaya çalışıyorum. Hangi üniversite, hangi bölüm, arkadaşlarımın düşünceleri, ailemin fikirleri, benim isteklerim derken çevremdekilerin de yardımıyla tercihimi yapıyorum.
Dersim!.. Bundan sonra fısıltımla gideceğimiz yer Dersim Üniversitesi’ymiş. İçimde kıpırtısı yüksek bir merak var. Dersim’de neyle karşılaşacağım ve neyin beni beklediği konusundaki bu merakla kendimi yeniden İstanbul’da dikiş makinesi ve makas seslerinin ortasında buluyorum. Dikiş makinelerinin arasında burnuma tozlar kaçarken umudumu nasıl diri tuttuğumu düşünüyorum. Nusaybin’deki evimiz yıkılmış, ailem kiraya çıkmak zorunda kalmış durumdayken ve ben kendimi yine koşulları her gün daha da zorlaşan, bazen iş çok olunca gece saat 10’a kadar çalışmak zorunda olduğum bu yüzden sosyal hayatımın olmadığı şu tekstil atölyesinde bulmuşken umutlarım nasıl diri kalabiliyor? Ama bu defa tekstil atölyesinde çalışmak beni eskisi kadar yormuyor. Çünkü kısa süreliğine, yani Dersim’e gidene kadar burada çalışmak zorunda olduğumu biliyorum. Ne kadar zaman sonra nerde olacağını bilmek güzel şey... Hele ki verilen bunca kayıptan sonra...

ÖNCEKİ HABER

Tuzla’da 4 Eylül Mitingine çağrı

SONRAKİ HABER

Karaburun Bilim Kongresi: Son KHK akademiye bir darbedir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa