11 Eylül 2016 08:18

Kamuda tasfiye, memleketi tasfiyeye dönüşüyor

Görkem DOĞAN*

1 Eylül gecesi yayınlanan 672 sayılı KHKL ile kamu çalışanları arasındaki FETÖ tasfiyesi başka bir boyut kazandı ve toplumsal bir sorun haline geldi. Bu KHK ile pek çoğunun hakkında hiçbir doyurucu hukuki gerekçe gösterilmeden 50 bin 875 kamu çalışanı kamu görevinden ihraç edildi. Böylece aileleriyle birlikte yüz bini geçen sayıda insan itibarsızlaştırılarak yoksulluğa mahkûm edildi. Bizler daha ziyade bu durumu 672’nin sola ve barış mücadelesine yönelik veçhesiyle gördük. Özelikle Kocaeli Üniversitesinden ihraç edilen 19 hocamız ve diğerleri ile özellikle bölgede ihraç edilen KESK’liler sosyalist basının ilgi odağını oluşturuyor. Tabii ki 672 sayılı KHK ile hükümet, ne yazık ki kaygılarımız doğrultusunda, kamudaki tasfiye operasyonunu kendisine muhalif tüm kesimlere yöneltme yolunda ilk adımını atmış oldu. Üstelik bizzat başbakan Eğitim Sen’li Kürt öğretmenlere yönelik yaygın bir tasfiye tehdidi de savurdu, 8 Eylül günü ise on bir binin üzerinde mücadele arkadaşımızın açığa alındığını öğrendik, dolayısıyla teyakkuz halinde olmak için her türlü nedenimiz var. 
Ben bu yazıda iki husus ileri süreceğim. Birincisi daha önce de çeşitli mecralarda dile getirdiğim üzere kamuda cemaat yapılanmalarının tasfiyesi bir zorunluluktur ve öncelikle bizlerin talebi olmalıdır. İkincisi ise bu tasfiye süreci hukukun üstünlüğü normları doğrultusunda yürütülmediği ölçüde süreç sulandırılmış ve itibarsızlaştırılmış olur. Hukuku savunan tutum ise sadece kendi arkadaşlarımızın uğradığı haksızlıktan bahsederek değil bu mağduriyeti genel bir toplumsal sorun olarak anlatabilmeyi becerdiğimiz ölçüde başarıya ulaşacaktır. 11 binin üzerinde arkadaşımızın açığa alındığı günlerde bunları ifade etmek havanda su dövmek olarak algılanabilir ama herhangi bir toplumsal mücadelenin kendisini, dışındaki kitlelere ne şekilde anlattığı temel önemdedir. Özellikle sorunu dar bir kesimin değil toplumun genelinin problemi olarak tarif edebilmek mücadelenin başarıya ulaşmasında en az mücadele azmi ve direngenlik kadar belirleyicidir.

KRİZİN ORTAĞI AKP BU KİRİ TEMİZLEYEMEZ

İlk hususa dair söyleyeceklerimin ilginç bir tarafı yok. 12 Eylül’den beri semirtilen Türk İslam sentezi anlayışının bir sonucu olarak devlet kadrolarında muhafazakâr mukaddesatçı isimler giderek güçlendi. Fakat 2002’de iktidara gelen AKP, devlet organizasyonuna hakim olmak için bundan daha fazlasına, gerekirse kumpas kurarak eski devlet kadrolarının tasfiyesine ihtiyaç duyuyordu. Bu tür kumpas operasyonlarını gerçekleştirme kapasitesine sahip tek dinci odakla yani Fethullah Gülen cemaatiyle, ne yaptıklarını pekâlâ bilerek, bir ortaklık geliştirdiler ve pek çok insanın ekmeğiyle, itibarıyla, hayatıyla oynadılar. Bunların hepsi suçtur ve bu suç sadece cemaate yıkılarak işin içinden çıkılamaz. Ama daha da önemlisi bizzat bu kadrolaşmanın müsebbibi olanlar bu sorunu çözemezler. Nitekim eylül ayı başladığından itibaren hükümet bunu her hareketiyle ispat ediyor. AKP 15 Temmuz sonrası Türkiye’sini huzura ve temizlenmeye ulaştırabilecek bir siyasi aktör değildir.
Gerek 672 sayılı KHK gerekse 8 Eylül açığa almaları Türkiye’nin sol demokrat ve barış yanlısı birikimini sıfırlamayı ideolojik bir hedef olarak benimseyen AKP hükümetiyle bizleri bir kez daha tam cepheden karşı karşıya getirdi. Fakat bu kez bizlerin yanı sıra başka siyasi yönelimlerden halk kesimleri de mağdur edilmiş durumda. Bunu iktidar bile kabul ediyor ve belki de özellikle kendi mahallesindeki tepkiyi soğurmak için sahte bir düzeltme umudu yayıyor. Çalıştığım üniversiteden 672 ile ihraç edilenlerin arasında adı zaten az çok bilinen Fethullahçıların yanı sıra hükümetin bunlarla artık geçmişte kalan yakın işbirliğinin sonucu yaygınlaşan banka, okul ve dershanelerle ilişkisi olduğu için ihraç edilenler de var. Ayrıca listeden Harun Cansız hocanın kampanyasına destek veren muhafazakâr kesimden öğretim üyelerinin de hedeflendiği izlenimini edindim. 

DAHA GENİŞ SÖYLEM, DAHA KİTLESEL MÜCADELE

Bu örnekten hareketle diyebiliriz ki hükümetin tasfiyede hukuki mesnet değil de keyfi kriterler koymasından dolayı mağdur olan sıradan kamu emekçileri ve yerel idarecilerin kendi otoriter ve hukuksuz yönetimlerine tehdit olarak gördüğü kendi mahallelerinden insanlar da tasfiyelerde hedef alınıyor. Bu durumda bizlerin izlemesi gereken mücadele hattı sadece isim isim kendi üyelerimizin ne kadar değerli insanlar olduğunu öne çıkaran değil bir bütün olarak burada izlenen antidemokratik ve hukuksuz yöntemin yarattığı toplumsal soruna işaret eden ve bunu çözmeye namzet bir özgüvenle konuşan bir hat olmalı. Eğitim Sen sadece kendi üyelerine dokundurtmayacağını değil kamuda temizlik yanlış yöntemle yapıldığı için oluşan sorunla topyekûn cebelleşeceğini ifade etmeli. Hatırlanılırsa özelleştirmeler ilk gündeme geldiğinde Türk İş sendikaları esas olarak kendi üyelerini kollayan bir hat izlemiş sorunun kendisiyle yani özelleştirme politikasıyla sadece retorik düzeyinde ilgilenmişti. Bu da onların sınıfın bütünü adına konuşma meşruiyetinin altını oymuştu. Bu yanlışa bugün biz düşemeyiz.
Hükümet bize saldırıyor ama 15 Temmuz sonrası benimsediği OHAL seçeneği büyük bir toplumsal sorun yaratmıştır. Ortaya çıkan rahatsızlığı soğurmak için sanki 672’yi çıkaran kendileri değilmiş gibi yanlışlıkla mağdur edilen varsa bir başka KHK ile bunların geri alınabileceğini dahi söylüyorlar. 8 Eylül günü bizim arkadaşlarımızı da torbanın içine sokarak kendi mahallelerindeki tepkiyi de saptırmayı denediler. Buna yanıtımız bizim uğradığımız hukuksuzluğu aşan bir yerden verilmeli. AKP 15 Temmuz’da açıkça ortaya çıkan felaketin hem daha önce verdiği destekten dolayı sebebi olduğundan hem de bu felaketle mücadelede demokrasiyi değil OHAL’i yani darbecilerin yöntemini tercih ederek ülkeyi daha da büyük bir felakete doğru sürüklediğinden sadece bizi değil artık bizzat ülkenin varlığını tehdit eder hale gelmiştir. Mücadeleyi bu anlayışla örgütlemeliyiz.

*Eğitim Sen İstanbul 6 No’lu Şube Başkanı

Evrensel'i Takip Et