Tarih yazımında hayalcilik ve komün
Ercüment Akdeniz, Kristin Ross'un Metis Yayınları'ndan çıkan “Ortak Lüks - Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi” kitabını yazdı.
Ercüment AKDENİZ
Dünyayı saran ekonomik, sosyal ve siyasal çalkantılar acaba neyin habercisi? Siyaset bilimciler, iktisatçılar ve bilcümle analizciler bu soru etrafında dönüp duruyor, kafa patlatıyor. Kalemlerin önemli bir bölümü, 21. yüzyılı bir savaşlar ve kaos yüzyılı olarak görüyor. Yani onlara göre 21. yüzyıl, daha baştan kayıp bir asır.
Ufukta halk isyanları ve devrimlere dair izler gören araştırmacı yazarların sayısı ise oldukça az. Kristin Ross bunlardan biri. Onun saptamalarında en azından bir kaos tespiti göze çapmıyor ama geleceğe dair yapmaya çalıştığı saptamalarda kullandığı tarihsel referanslar bir o kadar sorunlu.
Ross’un kitabı Metis yayınlarından çıktı. Newyork Üniversitesinde karşılaştırmalı edebiyat profesörü olan yazarın kitabı “Ortak Lüks - Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi” adını taşıyor.
TARİH YAZIMINDA MUHAYYİLE
Komün gibi tarihe damga vurmuş bir toplumsal devrimin siyasi muhayyilesini (hayal gücünü) yazmak kitabın temel amacını teşkil ediyor. Ve fakat Kristin Ross bunu yapmaya çalışırken; tarih yazımını kendi hayal gücüne bağlamaktan geri durmuyor. Dolayısıyla Ross’un saptamaları daha baştan Komün gerçekliğini ıskalayan bir subjektizme düşüyor.
“Soğuk Savaş”ın sona ermesi ve Fransız cumhuriyetçiliğinin tükenmiş olması”... Ross’a göre bu iki gelişmeyle birlikte, Paris Komünü tarihsel zincirlerinden kurtulmuş oldu. Yani Komün böylece hem “devlet komünizmi” hem de “ulusal Fransız cumhuriyetçiliği” gibi iki resmi tarih yazımının esaretinden kurtuldu! Peki, bu tez neden yanlış ya da subjektif?
Öncelikle “Soğuk Savaş” denen süreç 1945’te faşizmin yenilgisinden sonra emperyalist/kapitalist blok ile sosyalist blok arasındaki gerilimi ifade eder. Bu süreç aynı zamanda 20. kongreyle birlikte Sovyet Komünist Partisinin adım adım revizyonizme sürüklendiği ve sosyalizmden uzaklaştığı bir süreçtir. Dolayısıyla “Soğuk Savaş” tanımı ne 1917 Ekim Devrimi’ni ne de 1945’te faşizmin ezilmesi ve zaferle gelen halk demokrasili ülkeleri temsil eder.
1871 Paris Komünü nasıl ki işçi sınıfı üzerinde uluslararası etkisi olan bir 19. yüzyıl devrimi ise; 1917 Ekim Devrimi de 20. yüzyılı sarsan bir proletarya devrimidir. Dolayısıyla Paris Komünü ile Ekim Devrimi arasındaki içsel bağ; “soğuk savaş” ya da “reel komünizm” gibi indirgemeci kalıplara sığmayacak kadar derin ve güçlüdür. Profesör Ross’un görmediği/görmek istemediği gerçeklik tam da budur. Çünkü Ross esasen işçi sınıfı ve onun öncülüğündeki halk iktidarını sosyalist bir devletle taçlandıran devrime/devrimlere tahammülsüzdür. Çünkü o, kitabında her ne kadar anarşizmin çeşitli türevlerine eleştiriler getirse de sunduğu perspektifle bizatihi anarşizme işaret eder.
“Ulusal Fransız cumhuriyetçiliği” meselesine gelince... Kristin Ross burada da büyük bir hata yapıyor. Çünkü Komün’ü Ekim Devrimi’nden ve dolayısıyla sosyalizmden koparıp aldıktan sonra geriye onu ulusal (Fransız) ya da küresel kapitalizmin kollarına atmaktan başka bir seçenek kalmıyor. Ross’un, Komün’ü sosyalizm ile ulusal cumhuriyetçilik (burjuva demokratik cumhuriyet) arasında bir muhayyileye sıkıştırma gayreti ise bu durumda pek ciddi durmuyor.
KOMÜNİZMDEN KÖY KOMÜNÜNE DÖNÜŞ
Arap halk isyanları, İspanya’da “Öfkeliler Hareketi”, Amerika’da Wall Street işgali, Türkiye’de Gezi (haziran) direnişi vs... Bütün bu isyan ve direnişlerden etkilenen aydın ve araştırmacılar, yeni bir toplum tahayyülü peşinde yüzlerini yeniden tarihsel raferanslara döndüler. Paris Komünü’nün bu denli merak edilip araştırılmasında da bu sürecin etkisi oldu. Ne var ki bu tip araştırmalarda, başta Ekim Devrimi olmak üzere işçi sınıfı ve sosyalizm tarihinden öğrenmek yerine 20. yüzyılın bütün kazanımlarını bir kalemde silip atmak moda oldu. Bu ekolden yazarlara göre 20. yüzyıl “kötü bir parantezdi” ve o parantez cümle aradan çekilip alındığında 1871 Paris Komünü doğrudan 21. yüzyıla kucak açacak ve Komün gerçek muhayyilesine kavuşacaktı! “Ortak Lüks” kitabı da ana hatlarıyla bunu söylüyor zaten.
Profesör Ross’un 20. yüzyıl devrimlerine bakışındaki bu idealist yaklaşım, kaçınılmaz olarak 1871 Komün değerlendirmesine de yansıyor. Zira Ross’a göre “Marx Rus köylü komününde Paris Komünü’nde gözlemlediği ilkel komünizmin izlerini tespit eder.”
Ross’un defterinde, Komün’ün zaaflarının üzerine şiddetle giden ve devrime modern çözümler üreten bir Marx portresi yoktur. Ona göre; Marx Komün sonrası bütünüyle kendini Rus topraklarındaki köy komünü modelini incelemeye adamıştır! Çünkü Rus köy “obşina”sı hem ulus öncesi hem de ulus dışıdır! Ve yine bayan Ross’a göre; bu prototip yerel özerkliğin abidesi olarak Paris Komünü’nün yapmaya çalıştığı şeyin de anahtarıdır!
“Proletarya devrimi”, “işçi-köylü iktidarı”, “sınıf savaşımı”, “burjuva diktatörlüğüne karşı proletarya diktatörlüğü” gibi Marksizme ait kavramların 20. yüzyıl sandığına kilitlendiği bir süreçte; ilkel “köy komünleri” ya da “yerel özerklik” gibi modellerin 21. yüzyılın “yeni” toplum projeleri olarak piyasaya sürülmeleri pek de zor olmuyor doğrusu. Bu durum en basit ifadeyle; 1848’de ana ilkeleri Komünist Manifesto’yla ilan edilmiş olan komünizmden ilkel kır komünlerine geri dönüşü resmediyor. Ki sunulan bu yol kitleleri sistem dışı tahayyüllerden ziyade sistem içi (kapitalist-feodal) modellere hapsediyor.
MERKEZİ DEVLET MEKANİZMASI
Kristin Ross, Marx’ın ‘O her yeri kaplayan karmaşık askeri, bürokratik, dini ve adli organlarıyla yaşayan sivil toplumu bir boa yılanı gibi kapana sıkıştıran merkezi devlet mekanizması” sözlerine atıf yaparak 1871’in yegane kazanımının “merkezi devlet mekanizması”na karşı olduğunu iddia ediyor. Yazar, muhayyile uğruna burada ne yazık ki açık bir tahrifata girişiyor. Çünkü Marx’ın bu cümlede dile getirdiği karşıtlık öncelikle burjuva devlet mekanizmasınadır. Genel anlamda merkezi devlet mekanizmasının ortadan kalkması sorunu ise ne Marx’ta ne de Lenin’de sosyalizmi es geçerek yapılmaz. Marksizmin öngördüğü; komünizme ulaşmak için zorunlu merkezileşme ve zorunlu devletleşme (proleter-sosyalist devlet) aşaması yazar tarafından bilinçli olarak görmezden geliniyor. Doğal olarak sosyalizmde devletin giderek sönümlenmesi süreci de “Ortak Lüks” kitabında hiç yer bulmuyor.
Yine Marx’a atıf yapıp “Paris komünü herşeyden önce işçi sınıfının hazır bekleyen devlet mekanizmasına el koyup onu kendi amaçları için kullanamayacağını öğretmişti” derken de Ross benzer bir çarpıtma yapıyor. Çünkü burada Marx’ın dile getirdiği şey; burjuva devlet mekanizmasına el koymanın gerçek çözüm olmadığı ve fakat çözümün onu parçalamak ve yeni bir işçi devleti mekanizması inşa etmek olduğu şeklindedir.
Sonuç olarak Profesör Kristin Ross, ne kadar Marx’ı Komün muhayyilesi üzerinden Reclus, Kropotkin ve Morris ile birlikte anmaya (ve ortaklaştırmaya) çalışırsa çalışsın; bu çaba dikiş tutmaz/tutmuyor. Çünkü 1871 Komün günlerinde barikatlarda omuz omuza dövüşen ama ilkelerde ve yeni toplum tahayyülünde cepheden ayrışan komünarların bir yanını Marx taraftarları oluşturken diğer yanını çeşitli türden anarşizm ve ekonomizm taraftarları oluşturuyordu. Ve eğer bu ayrışma ve çatışma olmasaydı 1917 Ekim Devrimi asla başarıya ulaşamazdı.