18 Eylül 2016 05:38

İsmail DİNDAR

İlk kez göreceğim, annemin doğup çocukluğunu yaşadığı köyü. Köye dair duyduklarımı canlandırmaya çalışıyorum zihnimde. “Êrdê”, Cumhuriyet’ten sonra Türkçeleştirilmiş adıyla “Yamanlar”, yaman hikayelerin yaşandığı bölge Turabdin’in kuzeyinde yer alan onlarca Süryani köyünden bir tanesi. Kercews’ten (Gercüş) başlayıp Bagok Dağı’nın eteklerine, Botan’n zirvelerinden Mardin Eşiği’ne kadar, bir zamanlar üzerinde yaşayan Süryanilerle adeta zanaat ve üretim merkezi olan bölgede, şimdilerde ara ki bir Süryani ailesi bulabilesin.
Ne 1915 öncesi Bedirhanilerin yönelimi, ne en acıması olan 1915 felaketinin kendisi, ne  sonrasında yaşanan  Beytüşşebap kırımı, ne de tesbih taneleri gibi zamana yayılan  benzeri onlarca  kıyım ve yıkım; 1980 Eylül’ünde ülkeye egemen olan faşist yönetimin baskıları ve asimilasyonist politikaları ile  başlayan Avrupa ülkelerine göç kadar öksüz bırakmamıştır bu coğrafyayı. Yoksulluk ve  yanı sıra artan baskılarla tetiklenen göç giderek hızlandı ve 80’li yılların sonunda önce Süryaniler, ardı sıra Yezidiler Avrupa’nın yollarına düşüp dört bir yana savrulduklarında, onlarca  kızıl katliamlarla başarılamayan kıyım, kendiliğinden ve kolay bir şekilde hayat buluyordu.  
Çok değil, daha 20-30 yıl öncesine kadar, nüfusun üçte ikisini oluşturan Süryanilerden, Seyfo (Kılıç) ve göçten geriye kala kala doksanına merdiven dayayan bir çift kalmış: Musa Dayı (MusayêÎsik) ve Terêza Teyze. İlk kez karşılaştığımız halde, kendimi tanıtınca kırk yıllık ahbaplar gibi sohbete dalıyoruz. “XalêKirîv”e (Kirve Dayı), öykümün konusu olan olayı soruyorum. (Annemin babaannesi Nura adında bir Hiristiyan Süryani. Musa Dayı, dedemin dayısının oğlu. 1915 felaketinde, dayılarımın tarafı bu aileyi kırımdan korur. Olaylar sona erince, annemin Müslüman Kürt olan dedesi, Nura ile evlenerek onu müslümanlaştırır. Bizimkiler, “Onları ölüm ve talandan koruduğumuz için bize hediye ettiler” derken; Süryani tarafı da her anlatışta, “Biz hediye etmedik, onlar bizden zorla aldı” derlerdi. “Bunlardan hangisi doğru Musa Dayı?” diye sorduğumda, acılı tarihten geriye kalan hüzün dolu bakışlarla, “Her ikisi doğru yeğenim” dedi. Ben “Nasıl olur bu?” diyemeden ekledi: “Erkekler öldürülmüş, kızlar, kadınlar ortalıkta kalmış, evlenebilecekleri Süryani erkek kalmamış ki…”
Ancak bir çok el zanaatı ve çalışkanlığıyla üretimin sembolü olan bu tarihin öksüzü halktan çok kimsecikler kalmamış olsa da, zamana inatla direnen, kesme taşlı, kemerli evleri ve nazlı bir gelinin beline dolanmış kemer misali köyü dört yandan sarmalamış yemyeşil üzüm bağları,  Süryanileri ve Turabdin’e yerleştirdikleri kültürü anlatıyor adeta.
Altın, gümüş, tahta, taş, demir, bakır işlemeciliği başta olmak üzere, bağcılık ve şarap üretimi, hayvancılık ve yapı sanatıyla bu kıraç topraklarda yaşamı adeta hep yeşil, hep diri tutan halkın çocukları Avrupa ülkelerine savrulup kaybolmaya yüz tutmuşsa eğer, bunun vebali bu coğrafyada zora, zulme başvurmuş herkesindir.
Zanaatları, temiz, çalışkan, dürüst ve üretken yaşam biçimleri, barışçıl ve hoşgörülü yapıları ile; kanayan, yangın yerine dönen bu toprakların, solmak, kurumak üzere olan bu kültüre gereksinim her zamankinden daha fazladır. Kuşkusuz bunun da tek dermanı, ötekine saygıdan çok, ötekileştirmemek, halkların haklarını tanımak, sevmek ve yaşatmaktır. Bunun yolu, bunun zemini demokrasiden başka bir şey değildir.
Bu duygu ve düşüncelerle köyden ayrılırken, tarihten arta kalan hüzünlere hüzünler katıyorum, günümüz gerçekliğinde yaşanan anlamsız sonu gelmez  kavgaları düşündükçe…

Evrensel'i Takip Et