Suç ve toplum arasına ‘köprü’: İskandinav polisiyeleri
Bron/Broen 'Kara Nordik' türün çok tipik ve başarılı bir örneğini oluşturuyor,

Hakkı ÖZDAL
28 Şubat 1986… ‘Soğuk Savaş’ın bir yandan sona yaklaştığı ama bir yandan da ABD’deki ‘şahin’lerin elindeki Reagan yönetimince tırmandırıldığı günlerdi…
İsveç’in barış yanlısı Başbakanı Olof Palme, akşam saatlerinde, eşi ve oğluyla birlikte gittiği sinemadan eve dönüyordu. O gün de, tıpkı önceki günlerde olduğu gibi, çevresinde hiçbir güvenlik önlemi, özel koruma tedbirleri yoktu. Sırtından ateş edilerek öldürüldü.
Palme, Soğuk Savaş’ta açıkça bir kampın yanında yer almayan ve “Bağlantısızlar” olarak anılan ülkelerle, batı ülkelerinin toplumları arasında etkin ilişkiler gelişmesi için çalışıyordu. ABD’nin, “Hür dünyaya komünist zehrini bulaştıran” herkesten çok “rahatsız” olduğu biliniyordu.
Palme cinayeti faili meçhul kaldı.
İsveç, başbakanını ‘faili meçhul’ bir suikastla kaybettiği 1980’lerde bir edebiyat parlaması yaşıyordu. 80’lerde görülmeye başlanan bu ‘ışıltı’, 1990’lardan itibaren dünyanın da dikkatini çekmeye başladı. 80’ler ve 90’larda yazılmış çok sayıda roman İsveççeden elliyi aşkın dile çevrilerek yüze yakın ülkede yayınlandı. Bunların önemli bir bölümü polisiye romanlardı. “Nordik Noir” (Kara Nordik” ya da “kuzey karası”) olarak da adlandırılan bu İskandinav polisiyesi ekolü tüm dünyaya yayıldı. Bu etki 2000’li yıllarda da sürdü ve 2005’ten sonra, Stieg Larsson’un “Ejderha Dövmeli Kız” romanıyla Türkiye’ye de ulaştı.
Polisiye romanın, doğum yeri olan İngiltere ve ardından bayrağı devralan ABD’deki “Anglosakson geleneği”, bir yandan büyük bir çeşitlilik bir yandan da Agatha Christie’den Susan Hill’e uzanan bir kadın yazar damarı yaratmıştı. Ama İskandinav yazarlar, genellikle toplum(sal)dan izole ve apolitik öyküler anlatan bu Anglosakson geleneğinin karşısına, sistem eleştirileri ve toplum analizlerini de içeren “Kara Nordik” türünü dikti.
İskandinav yazarların büyük satış başarıları kazanan romanları elbette sinemaya da uyarlandı, derhal. Ve 2000’lerden itibaren kültür endüstrisinin dünya çapında büyük yatırımlarla beslediği dizilere de sirayet etti bu. “Kara Nordik” türünün tipik romanları ve türden etkilenerek çok sayıda dizi yapıldı. Hatta, polisiye edebiyatta iki ayrı kolu temsil eden İngiliz ve İskandinav ruhu, iş dizilere geldiğinde, “Kara Nordik” ekseninde bir ortak zemin edinmeye başladı. 2010’larda, İngiltere’de “Broadchurch”, “Happy Valley”; Danimarka’da “Forbrydelsen”; İsveç’te “Jordskott”; İzlanda’da “Trapped” gibi, “Kara Nordik” türünün devamı olarak görülebilecek TV dizileri çekildi. Bu diziler, (elbette bir suça ve faillerin aranmasına dayalı) hikayesini anlatırken, toplumsal ilişkileri ve toplumun kendisini de; suçu üreten, kimi zaman doğrudan ya da dolaylı olarak onu besleyen, kimi zaman himaye eden bir hücre olarak eleştirdiler. Kıtanın kuzey aksında, İzlanda’dan Finlandiya’ya kadar uzanan “buzlu yay”da üretilen ve yaşama/topluma bakışın kimi zaman “buz gibi sert” olduğu, bu çelik sinirli dramalar, “çok tuttu”. Kara Nordik türü kitap, film ve dizilerin, (batıda ve bizde) özellikle eğitimli orta sınıflar arasında gördüğü yüksek teveccüh ayrıca incelenmeye değer ilgi çekici bir nokta.
Evrensel Pazar’ın dizi dosyası için, yukarıda bazıları adıyla anılan bu Nordik dizilerin bir genel değerlendirmesini yapmayı umut etmiştim. Ama yazmaya başladıktan sonra, hem tam anlamıyla “amatör” bir dizi izleyicisi olarak bunlara dair genellemeleri yapacak donanıma sahip olmadığımı görüp, hem de yazı hacminin sınırlarına dayanınca, naçizane bir öneriyle bitirmenin daha doğru olduğu anlaşılıyor.
Henüz izlemeyenler için “Bron/Broen” (“Köprü”), hem bu polisiye türün çok tipik ve başarılı bir örneğini oluşturuyor, hem de olağanüstü karakterleri ve hikaye arka planlarıyla kuzey toplumlarına güçlü, eleştirel bir bakış yöneltiyor. Danimarka-İsveç ortak yapımı olan dizi Kopenhag ile Malmö arasında uzanarak iki ülkeyi birleştiren Oresund köprüsünün tam ortasında bir ceset bulunmasıyla açılıyor. Bulunan cesedin aslında bir İsveçli siyasetçi ile bir kayıp Danimarkalıya ait parçalardan oluştuğunun anlaşılması iki ülke dedektiflerinin birlikte çalışmasına yol açıyor. Ve İsveçli kadın polis Saga Noren ile Danimarkalı Martin Rohde, gittikçe çetrefilleşen bu dosyanın etrafında bir araya geliyor. Son derece farklı kişisel özellikleri ve toplumla girdikleri “sorunlu” ilişkiler çerçevesinde iki dedektifin hayatları da dosyayla birlikte akıyor.
Bir işkolik olan, anti-sosyal, kimi zaman bir robot gibi davranan, asperger sendromlu Saga Noren (Sofia Helin) bir bakıma tüm hikayenin kilit ismi. Kuzeyli ‘rasyonalite’nin tüm sonuçlarına vardırıldığı bir tür “ucube” olarak Saga, kültür endüstrisinin “iyi, zeki, sosyal ve erkek kahraman” olarak idealize ettiği dedektif imgesini, kuzey geleneğine uygun olarak ters yüz ediyor. Biz arka fonda İsveç ve Danimarka’yı, kuzeyin bu iki büyük “refah” ülkesini, 2010’larda artık tüm dünyaya yayılmış toplumsal sorunların (göçmen nüfus, ırkçılık, gelir adaletsizlikleri, işsizlik, uyuşturucu ve alkolizm, çevre katliamları…) baskın etkisi altında görürken, Saga Noren, hem vaatlerle dolu eski refah toplumunun akılcılığını, hem de huzurunu ve tekinliğini kaybeden “yeni kuzey”in iletişimsizliğini temsil eden bir “köprü” gibi tüm hikayenin tam ortasından geçiyor.
Evrensel'i Takip Et