Fikret Kızılok için ‘başka türlü’ bir portre denemesi
Murat Meriç , Fikret Kızılok'u yazdı
Murat MERİÇ
1969 yılındayız. Önemli bir tanışmaya tanıklık edeceğiz. Taraflardan biri, Milliyet’te “stajyer muhabir” olarak çalışıyor, diğeri ise müzisyen ve dönemin meşhur isimlerinden birinin yanında çalmak suretiyle “staj” yapıyor. Hikayenin asıl “kahraman”ı: Gazeteciden 1 yaş büyük, yanında çaldığı isimden üç yaş küçük. Kadıköy’ün en büyük orkestralarından birinde, “daha ziyade Beatles tarzı müzik yapan” Cahit Oben 4’te çalarken kendi plağını yapma sevdasına düşmüş, art arda iki “solo” plak yapmış ancak beklediğini bulamayınca Barış Manço’ya eşlik etmeye başlamış. “Dişçilik yüksek okulu”nda öğrenim görüyor… Kafası karışık -ki bu karışıklık ilk plaklarında kendini gösteriyor: Bir yandan “Ay Osman”ı düzenlerken diğer yandan bir Beatles şarkısına (“All My Loving”) Türkçe söz yazıyor ve “Sevgilim” adıyla ortalığa çıkartıyor… Bir Cahit Oben plağında karşımıza çıkan ilk bestesi “Hereke”, Anadolu esintili. Aklı orada ama bir yüzü Batı’ya dönük. Başta dillendirdiğim “tanışma”, bu anlamda önemli: Bütün kafa karışıklıklarını giderecek ve müziğe gönül düşürmüş bu gencimizin yolunu çizecek.
29 Kasım 1969 tarihli Milliyet’te yayımlanan bir habere odaklanalım… Başlık provokatif: “Fikret Kızılok, Âşık Veysel’e Aşık Oldu”. Haber, gazetenin “stajyer muhabir”lerinden Arda Uskan imzasıyla sekizinci sayfada yayımlanmış. Uskan, kafası karışık Genç Şarkıcı Fikret Kızılok’u (Yeni plağında seslendireceği türküler için izin almak bahanesiyle) almış ve Âşık Veysel’in yanına, Sivrialan köyüne götürmüş. İstanbul’a dönüşü müteakip “Uzun İnce Bir Yoldayım”ı plağa okuyan Kızılok, plağın kapağında şöyle tanımlanıyor: “Darmadağınık saçları, elinde gitarı, düşlerinde şipşirin köy çocukları ile ince uzun yolların, uçsuz bucaksız ovaların, bembeyaz dağ bulutlarının çocuğu…” Plağı yapma sebebini de bizzat kendi açıklamış: “Piyasa, öylesine Türk benliğinden uzak melodilere kucak açmıştı ki, beni dinlemeyeceklerdi bile. Bugün ise durum büyük bir hızla değişiyor. Bu öz benliğimize dönüşte ben de üzerime düşen görevi yapmaya karar verdim...” Bu mottoyla yola çıkan Fikret Kızılok, zaman zaman müziğe küstü, “farklı” şeyler denedi ama “öz”den uzaklaşmadı. Bunda, Sivrialan yolculuğunun katkısı büyük. Onu oraya götüren Arda Uskan’la tanışması, bunun için çok önemli.
TAŞ, TAHTA, SAZ…
Fikret Kızılok, her dem “yeni”ye vurgun. “Uzun İnce Bir Yoldayım”ı takiben yaptığı “Yumma Gözün Kör Gibi”de ilk kez saz kullanan sanatçının onun yanına gitar ve tumbayla birlikte iliştirdiği “enstrüman”lar, şaşırtıcı: Kendi deyişiyle, “müzik tarihinin ilk ritim aleti” olan taş ve tahta! Bir sonraki plakta seslendirdiği “Söyle Sazım”, bu hattın devamı ve müziğinde bir dönüm noktası. Şarkıda, “Türk geleneklerine uygun on yedi perdeli Hüseyin düzende üç değişik saz, Batı anlayışında çok sesli olarak” kullanılmış -ki bu da “yeni”. Plak kapağında, bu durumu, “Böylece kendi özüme ve toprağıma daha bir yakınlaştım zannediyorum” sözleriyle açıklamış.
“Söyle Sazım”ilk çok satan Fikret Kızılok plağı. İşin enteresanı, bu plağıyla, bir dönem yanında “staj” yaptığı Barış Manço’yu zirveden indirmiş ve çıkar çıkmaz çok sevilen bu şarkı, haftalarca liste başında kalmış “Dağlar Dağlar”ın saltanatına son vermiş. Nereden nereye…
“Huysuz” bir adam Fikret Kızılok. “Söyle Sazım”la fırtına gibi estiği günlerde, şarkılarından birini radyo programında “aranjman” diye anons ettiği için Sezen Cumhur Önal’a dava açmış. Dosyasında, “Türkçe konuşan, Türkçe düşünen bir birey olarak sanatçıların yüzünün kendilerine dönmesini” savunmuş ve Batıcılığın, Batı hayranlığının ülkeye ve müziğine bir şey getirmeyeceğini söylemiş. Yıllar sonra, “Entellektüel” adlı şarkının “Olmuyo Olmuyo” albümündeki “yeni” versiyonunda, Yeni Türkü’ye laf atacak ve o dönem yaptığı söyleşilerde, bu topluluğun (Batı’dan aldıkları melodilere söz yazmak suretiyle) “türkü” adını kirlettiğini söyleyecek: “Kafamı kumlara sokup / İstemiyorum avunmayı / Türkü diye dinleyerek / Rumca ‘telli turna’yı…”
‘SOL DEMOKRAT BİR ADAM OLARAK…’
Herkesin kendince saf tuttuğu ’70’li yıllarda müzikten uzaklaşan Fikret Kızılok, saf tutanların dahi sustuğu ve köşesine çekildiği ’80’li/ 90’lı yıllarda söyledi sözünü. Önce Çekirdek Sanatevi bünyesinde yaptığı “cesur” çalışmalar, sonra bu çalışmalar sonucu ortaya çıkan “Pencere Önü Çiçeği” albümündeki dokundurmalar ve nihayet lafını esirgemediği, dümdüz söylediği şarkılarla… Uzun bir aradan sonra, 1989’da yayımlanan albümü “Yana Yana”da şahane aşk şarkılarının yanına iliştirilmiş eğlenceli taşlama “Why High One Why”, bu “tür”de yaptığı çalışmaların şahikası. 1995 tarihli “Demirbaş adlı kitaplı kasetinde yer alan ve Demirel’i anlatan aynı adlı şarkı ve Uğur Mumcu’nun öldürülüşünün üçüncü yılında piyasaya verilen “Vurulduk Ey Halkım-Unutma Bizi / Unutmadık Seni”, adından söz ettirdiği çalışmalar. 24 Mayıs 1997’de Cumhuriyet’te yayımlanan söyleşide, 1980 sonrasında Türkiye’de bir çöküş gözlemlediğini ve “sol demokrat bir adam olarak” bu çöküşe itiraz ettiğini söyleyen Kızılok, icraatını 1997’nin yaz aylarında, Hacı-Bacı tiplemelerini kendince yorumladığı “La Havle” ve İlhan Selçuk ile birlikte hazırladığı “Akrostiş – İşkencenin Güncesi” adlı albümleriyle sürdüreceğini açıklasa da hazırladığı bu albümleri yayımlatmaz.
Şanslıyım: Fikret Kızılok’un yayımlatmadığı bu albümleri dinledim. Bu kadar da değil: Onu, son yıllarında canlı dinleyen az sayıda insandan biriyim. Uzun telefon konuşmaları yaptım, iki kere yüz yüze geldim. Her şeyden öte şarkılarını çok sevdim ve onu hep bambaşka bir yerde tuttum. Ölümünün üzerinden on beş yıl geçti ama sanki hep yaşıyormuş gibi davrandım ve her an telefonun diğer ucunda sesini duyacakmışım gibi hissettim. Hâlâ öyle hissediyorum.
Fikret Kızılok’u uzun uzun anlatmaya kalksam, kendimi durduramam. Gazete sayfasının sınırlarını zorlayan bu yazıda bile çok şey anlatmadan onu andım. Ahmed Arif’le yaptığı çalışmalar, erken dönemde yayımladığı ve Nâzım Hikmet şarkılarına farklı bir boyut getirdiği “Not Defterimden” adlı albüm, vazgeçilmezim olan “Zaman Zaman” ve nicesinden söz etmeden yazıyı bitirdim belki ama anlattıklarım bile Kızılok hadisesinin boyutunu gözler önüne sermeye muktedir.
Yazının sonunda sözü ona teslim edeyim… 1999 tarihli “Gün Ola Devran Döne” adlı toplama albümünün kapağında, kendini şöyle tanımlıyor -ki bir manifesto belki de bu: “1960-70’li yıllar, bizler için ‘dünyayı değiştirebiliriz’ umutlarıyla geçen gençlik yıllarıydı. Kendimizi ifade etmemizin dışa vurumu; şarkılarımız, türkülerimiz, öykülerimizdi. İlericiydik. Haklıydık. Aceleciydik. İklimi uymadı çağımızın; bir başka bahara kaldı işimiz… Aldandık. Anlattık. Doğal ki usanmadık. Ama uslandık. Elleriyle tutmasın ateşi diye, dingin şarkılar yeğledik çocuklarımıza…”