Savaş yaraları
Sakallı bir amca, ekran arkasından elinizi vicdanınıza koymanızı isteyen bir ses tonuyla size zulümden bahsediyor.

Hazal KAR
Sakallı bir amca, ekran arkasından elinizi vicdanınıza koymanızı isteyen bir ses tonuyla size zulümden bahsediyor. Öfkeli ses tonunu ekrana yansıyan görüntüler süslüyor. Görüntülerde enkaz yığınları, kan, çaresizlik... Sizden yaşça küçük çocuk bedenlerinde, kan ve enkaz yığınlarının tozu birbirine karışmış. Bir halka nasıl zulüm edilir onu anlatmaya çalışıyor sakallı amca. Siz düşünüyorsunuz zulüm ne demek diye. Sıradan bir er, küçük çocuklara neden zulüm eder diye düşünüyorsunuz. Sonra sizle beraber zulme ekran arkasından tanıklık eden bir aile bireyi işi açıklığa kavuşturuyor ve “Savaş.” diyor. İnsanlığın ve doğanın yaşadığı tüm zulümlerin belki de en gerçek nedeni: Savaş!
Sakallı amcadan, kır saçlı amcaya ve bakımlı teyzelere kadar tüm spikerler ana haber bültenlerinde savaşın gerçekliğinden bahsediyorlar. Tabaklardaki yemekler bitmiş, bardaklarda bir yudumluk ayranlar kalmışken, seslerini duyacağımız kadar yakın ama enkazlar altından çekip çıkaramayacağımız kadar uzaklarda bir yerlerde ölülerin sayısı resmi rakamlarla geçmeye devam ediyor. Sakallı amca her zamankinden daha kızgın çünkü ölülerin sayısı her geçen gün artıyor. Ölüm coğrafyaya yayılıyor. Meyveler tabaklara dilimlenirken esmer bir halk nasıl sarışına evrilir duyulmuyor. Sakallı amca yeni bir yemek vaktinde insanlıktan bahsediyor. İnsanlıktan da önce Müslümanlığın nerede olduğunu sorup duruyor. Dinin tüm kuralları enkazlar altından kaçıp kuytulara sığınmışken tenin evrilişi sürüp gidiyor.
“KAÇ TÜRLÜ ÖLÜNÜR?”
Savaş yeni yıkımlara gebeyken açlığı kız kardeşi ilan ediyor. Açlık ekran arkasındakilere yeryüzünün en koyu ten renklilerini hatırlatıyor. Bir baba sofra başındaki çocuğuna aniden, “Söyle bakalım kaç türlü ölünür?” diye soruyor. Çocuk zulmün tanımını henüz bilmiyor.
Sakallı amcalar ve bol rujlu teyzeler zulmü anlatmada yetersiz kalıyor. Filmler çekilmeli o halde, uygun adım marş!..
Gecenin bir yarısı, anneler bir film izliyor. Üstelik çocuklarının yanı başlarında uyuduğunu düşünerek yapıyorlar bunu. Sessizliği ve karanlığı ekran arkasındaki bir çığlık bozuyor: Elveda Filistin!..
Filmlerin haber bültenlerinden daha etkili olduğu kanısına varılıyor. Savaşları bitiremeyecek kadar etkili... Yine de İranlı bir adam çıkıp tekrar tekrar izleyeceğimiz, her izlememizde göz yaşlarımıza hakim olamayacağımız bir film çekiyor. Üstelik kısıtlı imkanlarla yapıyor bunu. Üstelik bunu yaptığı sıralarda sofra başında yaşıtlarının bombalarla ölümünü izleyen çocuklar biraz büyümüş oluyorlar.
SAVAŞIN ÇOCUKLARI
Coğrafya aynı ve ölüm kıyıya yaklaşarak sürüyor. O kadar yaklaşmış ki kıyıya, sahile ölü çocuk bedenleri vuruyor. Zulümden kaçan ölü çocuk bedenleri...
Ekran arkasında patırdayan bombaları izleyip zulmün tanımını yapmaya çalışan çocuklar, ergenliğini bile yıllar öncesinde bırakmış, iş güç sahibi olmuş. Hatta aynı çocuklar zulmün tanımını öğrenip, dünyayı savaşın kirinden kurtarmak uğruna meydanlarda öldürülenlerden, öldürülemeyince dövülenlerden olmuş.
Coğrafya aynı, çocukların yaşları da hemen hemen aynı. Ama enkaz her zamankinden daha büyük ve çocukların sayısı her zamankinden daha fazla. Enkaz altından kurtarılanların şansından bahsediyor haber bültenleri. Neyin şansı diye sorgulamaya başlamışken minik bir el yüzünde tozla birbirine karışmış kanı sıyırıp ambulansın koltuğuna sürüyor.
Bizi gözyaşlarına boğacak, Suriye’deki savaşı anlatan bir başka filmde görüşmek dileğiyle...
Savaş yaralarınızı unutmadan kalın.
Evrensel'i Takip Et