İnsan en çok kendini sever derler ya, yalan!
Dakikalar ilerledikçe Ege Denizi’nin çılgın dalgaları yüreklerimizin sesine tempo tutuyordu. Ben duydum… Diğerleri de...

Fatma SUBAŞI
Çoğunu çok uzun yıllar sonra görecektim bu büyük buluşmada. İstekli değildim çünkü ağrılarıma AS tanısı konulduğundan bu yana ağrılı, sızılı ve aksak ortalıkta dolaşmak hoşuma gitmiyordu. Ama buluşma günü yaklaştıkça “Çekilen halayda, ayakların ritmi birbirine uymasa da birbirine değen omuzların sıcaklığında paylaşılarak yok olur dertler” diyen Halikarnas Balıkçısı beni dürtüp durdu. Otuz altı yıl sonra buluşulacak adresin kapısında durdum, bir grup arkadaş uzaktan bahçede görünüyordu. Garip bir şey oldu; birden belim başım olması gereken yere geldi; hem de dimdik, hem de ağrısız sızısız. Çünkü olmam gereken yerdeydim. Dakikalar ilerledikçe Ege Denizi’nin çılgın dalgaları yüreklerimizin sesine tempo tutuyordu. Ben duydum… Diğerleri de...
Aramızda fiziksel olarak olmayan arkadaşlarımız dahil kırk kadın, evet hiç birimiz, ne “Ve Çeliğe Su Verildi'”deki nehrin iki yakasında parola için ıslık çalan iki partizan çocuktuk ne de Nazi işgalinde Sovyetler Birliği’nde ülkesi için dövüşürken süngüsüne menekşe takmış Komsomol kızlardık. Ama hiç birimiz tek başına biz değildik. Her birimizin arka planında koca bir memleket ve onun gençlik panoraması ve gelecek düşlerini canı pahasına savunanlar vardı. İşte, kenetlenmiş birbirine eller durup durup sarılıp öpmeler, halaylarıyla türkülerle saygı duruşundaydı yıllar…
Bu buluşmanın en çarpıcı yanı bence hala çok gençtik; gözlerimizde devrimci özlemle deniz sabahlarının buğusu olsa da, saçlarımızın eski rengini unutacak yaşta değildik hiç birimiz. Ve saatler ilerledikçe, aramızda akan zaman açtı ağzımızda sözcük biriktirdiğimiz kumbaraları; biraz tedavülden kalkan değerler, biraz bozuk hayat parçaları, çokça günümüzün zorbaları ve genç kitap adları gibi döküldü yaşlanmayan umutlar. İnsan en çok kendini sever derler ya, yalan! Ülkenin ve bireyin bizden önceki hikayesi, bizden sonra gelene hala zindanlarla bağlanan dünyada dövüşebilecek kadar genç iken, “hikayeler” ortağı olacak kadar yaşlanmamıştık.
Amaçsız ya da yaşlı değildik. Bu nedenle yeni yaş alarak da olsa yapacağımız her buluşmada, Mamak cehennemini, yaratıcılarına cehennem eden o günlerin ve şimdinin genç kadınları olarak, birbirimizi ve o Azeri şarkının dediği gibi, “Aynı gülistanda gülü için dara çekilirken bile ille de gülüm” diyen tüm diğer bülbülleri, bir öncekinden daha fazla sevgiyle saygıyla kucaklamaya devam edeceğimizden daha eminim artık.
Evrensel'i Takip Et