Akademiye lisansüstü kadın bakışı
Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Ankara Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi alan kadınlarla konuştuk...

Özlem YILDIRIM
Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans bölümü
Üniversiteler üzerindeki baskılar, krizi fırsata çeviren OHAL döneminin de etkisiyle had safhada. Bir günde rektörleri dekanları değiştirilen, aralarında Barış Bildirisi’ne imza atanların da bulunduğu yüzlerce akademisyenin görevden alındığı üniversitelerde bilimsel özerklik ayaklar altında. Öte yandan Türkiye’de eğitim almanın, öğrenci olmanın ve kadın olmanın getirdiği sorunlar var. Bu karanlık tabloyu ve sorunları, yolunu akademiden yana çizmek isteyen, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Ankara Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi alan kadınlarla konuştuk.
Kadın Çalışmaları yüksek lisans programından Burcu Yıldırım, Hacettepe Üniversitesi’nde Almanca Dili ve Edebiyatı lisans bölümünden mezun olup sosyal bilimler alanına yönelmiş. Burcu, alan değişikliğini, “Aslında lisans eğitimimde yapamadıklarımı yapmaya çalıştım. Türkiye’de eğitim sistemi hepimizin malumu. Ancak paran ve imkânın varsa iyi okullar, iyi bir gelecek vaat ediliyor” diyerek açıklıyor. Kadın çalışmaları alanına da, okul topluluklarında hâlihazırda kadın çalışmaları yürüttüğü ve sosyal bilimlere eğilim duyduğu için yönelmiş. En önemli beklentisini “İyi bir eğitim almak ve hayata, insana dair söylenenlerin altını doldurabilecek çalışmalar ortaya koymak” sözleriyle ifade eden Burcu, ileride bu konuda yetkinleşmiş biri olarak çözüm odaklı çalışmalar yapmak istiyor.
HAYALLERİMİ BIRAKTIM, RASYONEL DAVRANIYORUM
İnsan Kaynakları Yönetimi yüksek lisans programında eğitim gören Burcu Akbaş ise bölümünü bu alanda uzmanlaşmak ve meslekte ilerlemek için seçmiş. Fakat amaçlarının sadece beklentide kaldığını, bu nedenle hayallerinden ziyade artık duruma rasyonel yaklaştığını ifade ediyor.
Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler programından Brianna Synder Amerika’dan gelmiş buraya. Brianna, bölümünü mastır eğitimi alıp bilimle uğraşmak istediği için seçtiğini ifade ediyor. Türkiye’yi, burada yaşayan babasının, kendisine üniversiteleri övmesi ve akademisyenliğin de en prestijli meslek olduğunu söylemesi nedeniyle seçmiş. Türkiye’de bilim üretmek için akademisyen olanaklarının ve yaşam şartlarının iyi olduğunu düşündüğünden gelmiş.
Peki, beklediğini bulabilmiş mi Brianna? “Okula geldiğim gün bazı akademisyenlerin polis tarafından darp edildiğini gördüm. Çok şaşırmış ve üzülmüştüm. Bilim üreten insanlara bu yapılmamalıydı. Maalesef, olanak ve yaşam şartlarının her akademisyen için aynı olmadığını ilk günden anladım.”
KONTENJANLAR AZALTILDI
Ankara Üniversitesi bu yıl, yüksek lisans kontenjanlarında değişiklik yaparak programların aldığı öğrenci sayısını düşürdü. Burcu Akbaş, özellikle tezsiz yüksek lisans bölümlerinin paralı olması sebebiyle öğrenciye “müşteri” gözüyle yaklaşıldığını söyleyerek değerlendiriyor durumu. “Bu yüzden fazla sayıda öğrenci alınıyor, akademisyen adaylarına ise küçücük binalarda nefes alacak, üretecek alan kalmıyor.”
Brianna ise üniversitelerinde birçok muhalif akademisyenin bulunduğunu, öğrencilerine özgür düşünmeyi, tartışmayı ve birlikte daha iyi bir yaşamı öğrettiklerini söyleyerek kontenjanların azaltılmasının böyle akademisyenler yetişmesini engellemek için bir adım olduğunu düşünüyor.
BU BÜYÜK YANLIŞTAN BİR AN ÖNCE DÖNÜLMELİ
Konu uzaklaştırılan akademisyenlerden açılınca Burcu Yıldırım, durumu bir “travma” olarak nitelendiriyor. Bilgi ve bilim üretmenin sabır, uğraş, yetenek ve zaman isteyen bir iş olduğunu belirtiyor. “Sen bunların hepsini yerine getir ve bilim adına bir şeyler üretmek için çalış çabala. Sonra birileri senin düşündüklerini beğenmiyor diye seni kapının önüne koysun. Akademinin üniversitelerin amacına kuruluşuna ve hedeflerine aykırı bir şey bu. Düşünce özgürlüğü toplumların gelişmesi ve bilimin ilerlemesi için temel yapı taşlarından biri. Bu nedenle akademiye yönelik bu saldırıya karşı çıkmak, üniversiteler ve bilgi üreten insanların en birincil görevi.”
Brianna ise “Ülkede akademisyenler işten atılıyor, eğitimciler, öğretmenler işten atılıyor… sevinen insanlar görüyorum, ‘Doğru karar verildi’ diyenler var. Bu nasıl doğru bir karar olabilir? Türkiye’de sınavlar çok zor ve bu insanlar birçok sınavda başarılı olabilmişler. Çalışmakla yoğrulmuş bu insanlar nasıl olur da bu kadar kolay gözden çıkarılabilir? Bu büyük bir yanlış ve bundan bir an önce dönülmeli” diyor
Eğitimin bu ülkenin kanayan yarası olması sebebiyle hep çağın gerisinde, dünyaya bir adım uzaklıkta hareket ettiğimizi belirten Burcu Akbaş’a göre, “Karanlığın peşimizi bırakması için önce zihniyet meselelerimizi düzenlememiz lazım. Aykırı her sesi susturarak standart bir toplum yaratmak, tek düze düşünce yapısını aşılamak bulunduğumuz konumdan daha da geriye gitmemize sebep olur. Kaldı ki burada bahsi geçen kişiler eğitimcilerimiz, akademisyenlerimiz. Bu nedenle onların sesinin susturulması aslında toplumun sesinin kısılması, göz ardı edilmesidir.”
KADIN AKADEMİSYENLERE DAR SOKAKLAR, ENGELLİ YOLLAR
Elbette sonunda sohbetimiz gelip akademide kadın olmaya gelip dayanıyor. Burcu Yıldırım, kadınların her alanda olduğu gibi akademik alanda da iki kat zorlukla karşılaştığını söylüyor. “Öncelikle kendimizi bulunduğumuz çevreden ve toplumun yaşayış biçimlerinden soyutlayamadığımız için, ‘Bak şunun kızı okudu, iş buldu, evi arabası oldu sen hala okuyorsun’ gibi geleneksel söylemlerle karşılaşıyoruz. Onun dışında hep özel alan ile eşdeğer tutulan kadının akademide yer edinmeye çalışması, toplumsal rolleri ve bekleneni sarsmakla eş anlamlı olduğu için, gelecek bütün tepkilerle yalnız mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Ayrıca performansa dayalı çalışma biçimi de en büyük adaletsizliklerden biri.”
Yıldırım, durumun, herkesin bildiği ama kimsenin dillendiremediği psikolojik şiddet ve tacize kadar varabildiğini ifade ediyor: “Akademide geleceğin, seni yetiştirecek hocalarının iki dudağı arasında; böyle bir hiyerarşi var. Akademide yer edinmeye çalışan genç bir kadınsan, tacizlerin ortamı kendiliğinden oluşuveriyor. Kimi zaman hocanın projesine katılacaksan, ona yakın veya onun isteklerini geri çevirmeyen bir pozisyonda olman bekleniyor, bilgine yeteneğine bile bakılmayabiliyor. Hatta bunu öneren hocalara bile şahit oldum.”
Burcu Akbaş, her meslek grubunda olduğu gibi akademide de kadınların önündeki en büyük engelin mobbing ve “cam tavan sendromu” olduğunu belirtiyor. Akbaş’a göre kadınların, akademi gibi, farklı kesimlere sesini duyurabileceği bir alanda çalışma göstermesi oldukça meşakkatli. “Yanlış anlaşılma, yargılayıcı tutumlar, cinsiyetçi ayrımlar, kadını geriye atma gibi yıldırma politikalarıyla ne yazık ki akademide de kadınlara ket vuruluyor. Bu durumlar elbette ki kadın akademisyenlerin ilerlemesinde dar sokaklar, engeller oluşturuyor”
Brianna ise “Senin kolayca yapabileceğin bir araştırmayı bir erkeğin daha iyi yapabileceğini düşünüyorlar; üstelik düşünmekle yetinmiyorlar, bunu bir de söylüyorlar” diye özetliyor durumu.
Evrensel'i Takip Et