2 Ekim 2016 06:23

Bu su hiç durmaz, ses susmaz

Televizyon ve radyoların seslerinin kısıldığı anda insanlar duvar yazıları dönemini hatırlıyorsa çare tükenmeyecek ve sesler boğulamayacak demektir.

Bu su hiç durmaz, ses susmaz

Nuray SANCAR

Yenikapı Ruhunun, onu icat edenler tarafından, darbe gibi bir musibet karşısında başta muhalefet partisi olmak üzere geniş bir çevre üzerinde eter etkisi yaratacağı sanılıyordu. Sarımsağı gelin etmişler kırk gün kokusu çıkmamış diyen halk bilgeleri bir kez daha doğru çıktı; Yenikapı’dan aslında sadece sorunsuz bir iltihak anlayan iktidar partisi, bu ruhu kendi elleriyle, kırk gün bile geçmeden uçuruverdi. Yenikapı’ya, kitlesiz tek başına çıkan Kılıçdaroğlu’nun partisi şimdi FETÖ’cülüğe, kuruluş ayarlarına dönmekle suçlanıyor. Bu ruhun zorda kalan iktidar için demokratik açılımlar yapma şansı sunacağını düşünenler de fena halde yanıldılar. FETÖ çuvalı giderek içine kimi atsan sığacak kadar genişledi; on binlerce kamu emekçisi işinden gücünden ve özlük haklarından edilirken kurunun yanında giden yaşların, masumiyetlerini kanıtlama işi kendilerine bırakıldı.
Ancak Hükümet sadece darbenin uzak-yakın destekçisi olduğunu düşündüğü kadroları elimine etmekle uğraşmıyor. Bütün muhaliflere de savaş açıyor. Suriye’de savaşıyor, Kürt kentlerinin belediyelerine kayyım atamakla uğraşıyor, alt düzey kamu hizmetlerinde istihdam edilmiş sendikalı emekçilerle uğraşıyor; yeni özelleştirmelere hazırlanıyor ve emek rejimini altüst edecek kararlar alıyor. Açıkçası toplumun oldukça geniş bir kesiminin basınç altına alındığı bir süreç bu. OHAL’in birinci üç aylık bölümünde devletin ve toplumsal hayatın yeniden yapılandırılması konusunda “daha önce yapamazdık” denilen epey şey yapıldı ancak hedefe ulaşılmış değil. Zaten hedef de ölçülebilir bir mesafede durmuyor. Bu basınç ve baskı ortamında tek sesli, biat etmiş bir nüfus, tam bir iltihak hiçbir zaman gerçekleşemeyeceği için ölçülemeyecek de. Bunun mesajı en iyi Tarık Akan’ın cenazesinde alındı. Özgürlükler, laiklik, demokrasi isteyen milyona yakın insan cenazede sessiz bir gövde gösterisinde bulundu.
Ancak siyasi iktidarın tek derdi şekil verilmiş bir kitle yaratmak değil. 14 yıldır devletin bütün kurumları elden geçmiş olmasına karşın bizzat partinin içindeki dirençler bile yekpare bir siyaset uğruna törpülenemedi. Buna cesaret edebileceği bir zemin üzerinde de durmuyor. Bu durumun yarattığı gerilim polisiye-idari önlemlerle ancak bastırılabilir. Ama Yenikapı ruhundan neşet edeceği zannedilen bir kenetlenmenin AKP’nin kendi içinde bile kurulamayacağı kesindir. O halde kendi gölgesinden korkmak da normaldir. 
Suriye ise şimdiden bir batağa dönüşmüş durumda. İki büyük süper gücün ve uydularının sahada birbirinin ayağına basarak ilerlediği, Türkiye’nin, başından beri ileri sürdüğü tezlerini fırsattan istifade gerçekleştirebileceğini zannederek müdahalede bulunduğu topraklarda işi hiç kolay değil. Uluslararası platformlarda efelenmelerin karşılığı da iktidarın yanına bir kar olarak yazılmıyor. 
OHAL’in uzatılması tavsiyesi MGK’dan bu koşullarda çıktı. 40 bin kamu emekçisinin daha işten atılacağının alenen ifade edildiği hatırlanırsa bu dönemin öncekine göre daha sert geçeceği söylenebilir. İstanbul adliyeleri zaten bir makine gibi muhalif yargılamaya, işkence iddiaları dillendirilmeye başlamışken 12 Eylül’ü aratmayan günlere çok az kalmış demektir. En son, işçi ve emekçilerin 1 liralarıyla kurulmuş Hayatın Sesi, Alevilerin sesi TV10 ve bir dizi Kürt kanalının, ki içlerinde çizgi film kanalı Zarok da var, kapatılması, sıranın IMC’ye geldiğinin duyurulması, uzatılmış OHAL’in eşiğinde görebileceğimiz manzaraya işaret ediyor. 
Bu manzara iktidar partisinin söylediklerinden başka bir şeyin duyulmadığı, geriye kalan bütün kanalların birer propaganda ve ajitasyon kanalı haline geldiği, her türlü yalan ve dolanın, bunların içyüzünün ortaya çıkarılma ihtimali bertaraf edildiği düşünülerek dolaşıma sokulabileceği bir tablodan ibaret. Bu zaten böyleydi ama yoğunlaşacaktır. Bu durumda Hükümetin aykırı bir sese tahammül edemediğini söylemek hafif kalacaktır. 
Son zamanlarda yeni darbe ihtimalinden söz eden, hatta buna bir tarih veren ve nihayet toplumsal kesimlerin birbirine nasıl düşürüleceğini anlatan birtakım asker eskileri de türemiş bulunuyor. Komplo teorileri ve politik öngörü adına servis edilen, her biri hayal gücünü son derece zorlayan karanlık simülasyonlar eşliğinde yürürlüğe sokulan psikolojik harp, genel bir korku atmosferinin yaygınlaşmasına katkıda bulunuyor. Fuat Avni bir twitter hesabı olmaktan çıkmış, siyasi aygıta ve onun dolaysız yayınlarına bir “üst akıl” olarak nüfuz etmiş görünüyor. 
Bu arada; Red Hack’ın damat Albayrak’ın maillerinden topladığı bilgiler Doğan medya grubunun iltihak sürecinin nasıl tamamlandığına dair ilginç verilerle dolu. Bu veriler aynı zamanda medya tarihi açısından kıymetli bir deneyim de biriktirmiş durumda. En azından görülen köye bir kılavuz tayin edilmiş oldu. Bir burjuva medyanın nasıl biat ettirildiğinin örneği, bu basın yayın organlarında çalışanlara tanınacak hayat hakkının sınırları bakımından bir ders niteliğindedir.

TESLİM ALMA ÇABASI VARSA DİRENMEK BİR HAKTIR

Ancak teslim alma çabası varsa buna direnmek de bir haktır. Zaten bu kadar irrasyonelleşmiş bir ortamda her şeye rağmen aklı, bilimi, sağduyuyu ısrarla savunan kesimler hiçbir biçimde biat etmeyeceklerini her fırsatta haykırmaya devam ediyor. Kocaeli Üniversitesinden hocaların “ilk dersi”, mahkeme sıralarında yapılan savunmalar, kanalların kapatılmasına karşı çıkan itirazlar doğrusu bu “tek tip millet”in yaratılmasının pek de öyle kolay olmayacağını gösteriyor. 
Kapatılan kanalların da bir toplumsal gerçekliği/karşılığı var. Bu toplumsal gerçeklik mühendislik çalışmalarıyla başka bir şeye dönüştürülemez. Bunu deneyenler hiçbir zaman başarılı olamadılar. O halde Hayatın Sesi, TV10, İMC ve diğerlerinin frekansları kesilse, internet yayınları durdurulsa da bu seslerin kısılması mümkün olmayacaktır.
Kanalların kapatıldığı gün gerçekleştirilen basın açıklamasından sonra bir gazeteci arkadaş “biz de duvarlara yazarız” diye espri yapıyordu. Televizyon ve radyoların seslerinin kısıldığı anda insanlar duvar yazıları dönemini hatırlıyorsa çare tükenmeyecek ve sesler boğulamayacak demektir. Yalanın yalan olduğunu, iltihakın mümkün olmadığını her gün kanıtlayacak birçok yol bulunacaktır. Bu yaratıcı ruh, dağın fare doğurduğu Yenikapı’dan değil dayanışma ruhundan doğacaktır; hiçbir şey yoksa kostikler, boyalar ve duvarlarla.
Çünkü bu su hiç durmaz!

Evrensel'i Takip Et