Doğu Almanya’da ırkçılık sorunu
İki Almanya’nın birleşmesinin üzerinden çeyrek asır geçti. Irkçı AfD'nin Doğu Almanya’da aldığı yüksek oy oranı ve yükselen ırkçılık dikkat çekiyor.
Yücel ÖZDEMİR
Önce Berlin Duvarı’nın yıkılması sonra da iki Almanya’nın resmi olarak birleşmesinin (3 Ekim 1990) üzerinden çeyrek asırdan fazla bir süre geçti. Bu zaman diliminde yeni nesillere, pek çok yeni gelişmeye rağmen Doğu’daki “sosyalist” Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DDR) ile Batı’daki kapitalist Federal Almanya Cumhuriyeti (BRD) arasındaki farklılıklar halen varlığını sürdürüyor.
8 Mayıs 1945’te Hitler faşizminin yenilmesinden sonra, savaşı kazanan Fransa, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında bölünerek yönetilmeye başlayan Almanya, daha sonra 1990’a kadar farklı dünya görüşlerine sahip iki ayrı devlet şeklinde varlığını sürdürmeye başladı.
Tam 45 yıl süren bu ayrı siyasal, kültürel, ekonomik, sosyal yaşam biçimi toplumda derin izler bıraktı ve halen varlığını hissettirmeye devam ediyor.
Resmi birleşmeye rağmen ekonomik ve sosyal açıdan farklılıkların temelinde kapitalist BRD’nin, ‘sosyalist’ DDR’i talan etmesi yatıyor. Var olan kamu fabrikaları kelepir fiyatına kapitalist tekellere satılırken, doğu zamanla sanayisiz bir bölgeye çevirdi. Bu nedenle de yaşanmaz hale getirildi. Var olan işletmelerin varlığını sürdürmesi, insanların alın teriyle çalışarak işlerini korumaya devam etmesi yerine, fabrikalar kapatıldı, işçiler işten atılarak yoksullaştırıldı.
Hal böyle olunca birleşmeden bu yana Doğu Almanya’da işsizlik ve yoksulluk oranı her zaman Batı Almanya’ya göre iki kat daha fazla oldu. Bu durum yıllardan beridir de değişmiyor. Aynı şekilde çalışanların sosyal koşulları ve ücretleri de farklı düzeyde. Aynı sürede aynı işi yapmalarına rağmen, Doğu Almanya’daki çalışanlar hep Batı Almanya’daki çalışanların yüzde 70-80’i kadar ücret aldılar. Böylece çalışırken yoksul yaşama, düşük ücretli işler, yaşlılıkta yoksulluk, gençler arasında işsizlik, meslek eğitimsizliği halen Batı Almanya’nın iki katı.
DOĞU TEHLİKEDE Mİ?
Ekonomik-sosyal sorunların yaratmış olduğu bu bölünmüşlük doğal olarak siyasi açıdan da kendisini hissettiriyor. İki Almanya’nın birleşmesinden sonra Doğu Almanya’daki eyaletlerde Batı Almanya’daki partiler dönemin havasını da arkalarına alarak hızlı bir şekilde örgütlendiler ve girdikleri seçimlerde yüksek oy aldılar. Ancak zamanla sistemin yerleşik partileri oy kaybetmeye başladı. Öyle ki; örneğin Saksonya eyaletinde SPD’nin oyu bir ara ırkçı NPD’nin de gerisinde kaldı.
Bugün Mecklenburg-Vorpommern, Saksonya-Anhalt, Saksonya, Brandenburg, Thüringen ve Berlin’in doğuda kalan ilçelerini kapsayan eski DDR’de 1990’lı yılların sonundan itibaren dikkat çeken ırkçı-faşist Neonazi grupların ve partilerin devlet eliyle örgütlendiği NSU cinayetleri nedeniyle görüldü. Başka bir deyişle, daha önce açıktan Neonazi örgütlenmeler üzerinden bir araya getirilmeye çalışılan kesimler, halk arasında istenilen düzeyde karşılık bulmadı ve en önemlisi de bölgenin sol-ilerici gücü olarak bilinen PDS/Sol Parti’nin önünü kesemedi.
Devlet ve onun istihbarat örgütleri tarafından kapitalist sisteme tepki duyan genç kesimler arasında soldan çok sağa yönlendirme temelinde sürdürülen politika gelinen aşamada hızlı şekilde Almanya için Alternatif (AfD) partisiyle kitlesel bir karakter kazanmış durumda.
Bu nedenledir ki; bu ırkçı parti Doğu Almanya’daki eyaletlerde girdiği seçimlerde Batı Almanya’daki eyaletlerin iki katı oranında oy alabiliyor. 2014’te Brandenburg, Thüringen ve Saksonya’da yapılan seçimlerde ortalama yüzde 10 oy alırken, bu yıl sığınmacılar üzerinden sürdürülen tartışmanın etkisiyle Saksonya-Anhalt ve Mecklenburg-Vorpommern eyaletlerindeki seçimlerde yüzde 24’e varan oranda oy aldı. Benzer bir oran Doğu Berlin’deki ilçelerde de söz konusu.
Bütün bunlara bir de Heidenau, Freital, Bautzen gibi kentlerde sığınmacı yurtlarına yönelik yapılan kitlesel saldırılar ya da bireysel eylemleri eklediğimizde, Doğu Almanya’da ekonomik-sosyal sorunların ırkçı-faşist, göçmen karşıtı parti ve akımlara öncekinden farklı olarak kitlesel bir destek oluştuğunu ortaya koyuyor.
Bir anda, kendiliğinden oluşmayan bu durum şimdi devlet tarafından “yeni bir durum”muş gibi sunuluyor.
Federal Hükümet tarafından iki Almanya’nın birleşmesi vesilesiyle her yıl hazırlanan “Almanya’nın Birliği’nin Durumu Raporu”nda, “Yeni eyaletlerde ırkçı tehlike söz konusu” deniliyor.
Ekonominin Batı Almanya’nın ancak dörtte biri düzeyinde olduğu, kişi başına düşen milli gelirin daha az, bu nedenle işsizlik ve yoksulluğun yüksek olduğu Doğu Almanya’da yabancı düşmanlığının ise tehlikeli boyutlara ulaştığı ifade ediliyor.
TEHLİKENİN FARKINDA OLMAK YETERLİ Mİ?
Herkesin yıllardır gördüğünü, ifade ettiğini hükümet şimdi birleşme nedeniyle resmen raporlaştırmış bulunuyor. Ancak buna karşı nasıl önlem alınması gerektiği belirsiz. Ülke genelinde, özellikle de söz konusu olan Doğu Almanya’da, göçmenlere, sığınmacılara ve Alman yoksullarına, solcularına karşı yıllardır devletin “sağ gözü kör” halde seyrettiği gelişmelere ciddi önlemlerin alınması artık kaçınılmaz görünüyor. Sığınmacılar üzeriden körüklenen düşmanlık gelinen aşamada Doğu’daki eyaletlerde ırkçı parti ve akımların oylarını yüzde 25’e kadar çıkarmış ve bu öyle savsaklanacak bir durum değildir.
Çözüm için halk arasında yükseltilen korkulara karşı etkili bir çalışma yapmak ve ırkçılığın beslendiği sorunlara karşı etkili mücadele sürdürmek gerekiyor.
Bu sorunlara karşı Doğu eyaletlerinde önemli bir güç olan Sol Parti’nin nasıl bir yaklaşım içinde olduğu da oldukça önemlidir. AfD’nin oy kazandığı eyaletlerde Sol Parti’nin hissedilir şekilde oy kaybetmesi, arayış içinde olan kesimleri tutamadığının bir yansıması olarak görülüyor. Bu nedenle Sol Parti’nin bölgede ırkçıların beslendiği sorunlar ve korkulara karşı bugünden farklı bir politika içine girmesi gerektiği açık olarak görülüyor.
Bunu yapmadığı takdirde, bölgedeki oy oranı ülke genelinin seviyesine düşer ve asıl olarak gerici-milliyetçi hareketler bundan kazanç elde eder ve kalıcı hale gelir. Uzun süreden beri üzerinde çalışılan bu planın tutmamasının yolu geniş kesimler arasında körüklenen önyargılara ve düşmanlıklara karşı sosyal temelde bir mücadele yürütmektir.