9 Ekim 2016 09:16

Felsefenin süzgecinden siyasete akan bir gazeteci öykücü

 Eyüp TATLIPINAR

İçinden geçtiğimiz günlerin yakıcılığını, tarihte denk gelebileceği kırılma noktasını ayrı tutarsak, Türkiye’nin son 50 yılını belirleyen iki dönüm noktasından bahsedebiliriz. 1960’lardan itibaren yükselen toplumsal hareketlenmeyi kıran, ezen 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve Sovyetler Birliği’nin yıkılışının denk geldiği, Türkiye’de Kürt realitesinin kabul edildiği, toplumsal muhalefetin tekrar kıpırdanmaya başladığı 1980’lerin sonlarıyla 1990’ların başlarını kapsayan dönemeç… 

Hayatlarını bu dönüm noktalarının belirlediği o kişilerden biriydi Yurdaer Erkoca. Gazeteciydi, yazardı, öykücüydü ve bunları yaşarken taşıdığı bir kimliği vardı; solcuydu. İşi, uğraşı değişirken aktif siyasetle ilgisi devam etmişti. Lina adındaki kızı çocukluk çağındaydı. En sevdiği kitap Marshall Berman’ın modernliği ele aldığı ‘Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’du; yakın bir arkadaşının söylediğine göre… Önceki gün, 7 Ekim Cuma günü, kanser hastalığı onu aramızdan almadan bir süre önce tekrar hikayelerine dönmüş ve şiirler yazmaya başlamıştı. 

1962’de İstanbul Erenköy’de doğdu. 1970’lerin ikinci yarısına denk gelen lise yıllarında sol hareketle tanıştı. O dönemde Türkiye’deki sol hareketin en büyük grubu olduğu söylenebilecek Devrimci Yol hareketine katıldı. 1980 darbesinin ardından siyasetle ilgisini koparmayanların sayısı epey azalmışken, sol adına yeni çıkış imkanları arayan o daralmış kitlenin bir parçasıydı. 1980’lerin ikinci yarısında tanıştığı Troçkist tezlere ilgi duydu. 1990’ların ikinci yarısından itibaren, 2000’lerin başlarına kadar Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ndeydi. 

İstanbul Üniversitesi’nde felsefe okudu, yüksek lisansını ve doktorasını bu bölümde yaptı. Nermi Uygur gibi büyük hocaların parlak öğrencisiydi. Akademiyi seçmedi ama felsefeciliğini hep yanında taşıdı. 

1989’da Dünya gazetesinde gazeteciliğe adımını attı. Ardından Hürriyet gazetesi kültür servisi, sonrasında 1995’te kurulan Evrensel gazetesinin yazı işleri kadrosu… 2000’lerin ilk yıllarında Milliyet’in dış haberler bölümündeydi ve yine o dönemlerde gazeteci arkadaşlarıyla haftalık Beyoğlu Gazetesi’ni çıkardı. Bütün bu dönemler boyunca aynı zamanda çeşitli sol, sosyalist yayınların kuruluşunda yer aldı. 

Gazeteci Sezin Öney, Milliyet’te birlikte çalıştığı Erkoca’yı şöyle anlatıyor; 

“2000’lerin başı; daha okul zamanlarım. Milliyet Dış Haberler’de gazetecilik arzusuyla yanıp tutuşan bir avuç genciz. Ne yapsak, duvara çarpıyor ve heveslerimiz hep içimizde kalıyor. Artık pes etmeye ve gazeteciliğe veda etmeye ramak kala önce eski Cumhuriyet’ten, efsanevi dış haberler editörü Ergun Balcı ekolünden Sinan Gökçen ve onunla beraber Yurdaer Erkoca, bizim servise geliyorlar. İlk başta fazla umudumuz yok. Ama Sinan ve Yurdaer, bir şekilde bizim kırılan heveslerimizi onarıyor. Dağınık biçimde önüne gelen haberi çevirmeye çalışan bir ‘gömük yetenekler servisinden’, konusunda uzmanlaşan, haber kovalayan ve en önemlisi de haber yazmayı, haber dilini düzgün kullanmayı öğrenen bir takıma dönüşüyoruz. Ve ben, gazetecilikte ne öğrendiysem, o zamanlar, bu insanların, editörlerimin tedrisatından geçerek öğrendim. Bugün hala, çeşitli yazım kurallarından, haber yazımının ve genelde de yazının temel kaidelerine, sık sık o zamanlar öğrendiklerim aklıma geliyor da, kendi kendimin editörlüğünü yapabiliyorum. Dahası, onlar olmasaydı yazarlığı, gazeteciliği hiç başlamadan bırakmıştım. 

Bu yaşa geldiğimde, hayata dair öğrenebildiğim bir şey varsa, son kertede insanların hafızasında bıraktığınız o resmin önemi; benim hafızamda hep gülümseyen bir yüz bıraktı; ‘Hadi ya kız…’ diyen ve gözleri güleçlikle kısılan bir neşeli, iyimser çehre… İyi uyu dostum, ustam; çok eksik bu dünya gülücüğün olmayınca…” 

ÖYKÜLER; RANDEVUYA GİDİP KENDİYLE KARŞILAŞANLAR... 

Erkoca’nın güçlü bir yanı öykücülüğüydü. Fakat 1990’da Yunus Nadi Yayınlanmamış Öykü Ödülü’nde birinciliğe değer bulunan ‘Randevu’yla birlikte bazı öykülerini, 1992 tarihli ‘Yitik Zaman Satıcısı’ kitabında toplamak dışında öykülerini yayınlamadı. Günümüzün kimi popüler yazarlarının da katıldığı o yarışmanın jürisi, Erkoca’nın öykülerinin iddiasını gösterecek türden: Füsun Akatlı, Melih Cevdet Anday, Cevat Çapan, Celal Üster... 

Öykülerin satırlarında, kahramanların 12 Eylül darbesiyle yerle bir olmuş hayatları, bir çıkış penceresi aradıkları kıstırılmış dünyaları akarken, her insanın muhatap olduğu temel meseleler sürprizli kurgularla karşımıza çıkıyor. Yalnızlık, kıskançlık, aşk, aldatma gibi ‘karışık’ haller bir felsefecinin süzgecinden geçip hikâyelerde çözülüyor. Randevularına gidenler kendi geçmişleriyle karşılaşıyor. 

Öykülerini ancak aldığı ödülden iki yıl sonra yayınlayan Erkoca, o günlerde bir söyleşide az yazması hakkındaki soruya şu yanıtı vermişti; 

“Ödülün basıncı altında bir türlü kalemi elime alamadım. Daha iyilerini yazmam gerekiyordu; bu da kaçınılmaz olarak bir iç gerginliğe neden oluyordu. Yazmış olduğum, yarım bıraktığım, karalamalar şeklinde tasarladığım öykülerime el süremedim. Oysa çarçabuk bir kitap çıkartmaya yarayacak kadar malzeme vardı elimde. Etraftaki ‘Haydi! Ne zaman çıkıyor kitabın?’ türünden beklentiler de öykü yazmayı bir gereklilik haline getirdi. İşte bu ufak çaplı bir faciaydı; çünkü yazmak benim için gerekliliklerden bir kaçış, bir tür başkaldırış anlamı taşıyor.” 

Bu söyleşinin üzerinden 20 yılı aşkı bir süre geçtikten sonra Erkoca kalemi eline aldı, notlarını düzenlemeye, öykülerini yazmaya başladı. Bu işe ilk kez yazmayı denediği şiirler de eşlik ediyordu. 

Erkoca’yla arkadaşlığı 1980’lere uzanan gazeteci yazar Ergin Yıldızoğlu, onun yıllar sonra kaleme aldığı hikayeleri ve şiirleri okuma fırsatı bulanlardan; 

“Çok özgün bir duyarlılığı olan öykücüydü. ‘Yitik Zaman Satıcısı’ bunun kanıtıdır. O kitaptaki öyküler, komünist kuşağın 12 Eylül sonrası dünyasını ve ruh halini başarıyla anlatır. Yıllardır kafasının etini yerdim ‘hadi artık’ diye, uzun bir aradan sonra 2015’te yeniden yazmaya başladı. Berlin’de, kızıyla ayrılmadan önceki bir otobüs yolculuğunu anlatan ‘Hüzün Otobüsü’nü, yanlış bir aşkı anlatan ‘Fuji Sakura’yı (Japon bıçağı) yazılma sürecinde okuma, evrimini izleme şansım oldu. Bu kez, şimdiki insanın ruh halini, aşklarını, sınıf yapılanmasının getirdikleriyle birlikte işliyordu. Hastalandıktan sonra, son dönemde, hastanedeyken yazmaya başladığı şiirler geldi; artık zamana karşı yarışıyordu adeta. Bu şiirler hastalık yeniden nüksettikten sonra geldi ama hastalıkla değil, toplumla, siyasetle ilgiliydiler. Bu öfkeli şiirler, birkaç ay içinde hızla hızla olgunlaşarak çok katmanlı, özgün yapıtlara dönüştüler.” 

‘Yitik Zaman Satıcısı’nı 2014’te tekrar yayınlayan Kalkedon Yayınları’nın kurucusu Hakan Tanıttıran, arkadaşı Erkoca’nın yazdığı son hikayeleri ve şiirleri de yakın bir dönemde yayınlayacağını söylüyor. 


 

Evrensel'i Takip Et