9 Ekim 2016 10:16

Gülce BAŞER

Kadın şairler her zaman vardı. Ama biz tarihe bakarken onları görmedik, göremedik. Öncelikle müfredat, dönemlerin kadın şairlerine hiçbir zaman bir temsilci olarak yer vermedi. Yakın zamanda yaptığım çalışmada ben de yer veremedim. Oysa 1980’leri inceliyordum. Bu dönemde incelediğim dergilerde yılda ortalama bir şiir yer alıyordu kadın şairlere ait. Üstelik dönem değerlendirmeleri “kadın şair sayısında bir artış”ı vurguluyordu. Neredeydi bu kadın şairler? 1980’lerde şiirini bir dergide yayımlatmayı “başaran” kadın şairlerden biri de Sennur Sezer’di. Tek şiir… Dolayısıyla edebiyat incelemecileri, geçmişe baktıklarında kadın şair göremiyorlardı pek. Olanları da görmezden geliyorlardı, bitiyordu. Osmanlı’nın son döneminde oysa görülmesi gereken kadınlar vardı ve tahminimce bu kadınlar müfredata aktarılmış olsaydı, var olma mücadelesi cumhuriyetle birlikte sıfırdan başlamış olmazdı. 

Bugün dergilerde düzenli ve artan sayılarda kadın şairlerin şiirini görüyoruz. Üstelik son derece güvenli, benliklerini vurgulamaktan çekinmeyen, toplum olarak yüklenen rollere meydan okumayı da aşmış, aslında kendi gündemlerini oluşturan şiirler bunlar. İşte bu şiirler varlıklarını cumhuriyetin ilk yetmiş yılında verilen sessiz bir mücadeleye borçlu. Entelijansta yer almak bir kadın için futbol takımında yer almak gibi bir şeydi uzun yıllar. Hele şair olarak yer almak Amerikan futbolunu akla getiriyordu. Kadınlar sürekli ana arterin dışına sürülüyordu, hiç olmazsa bir “kadın kontenjanı” kavramlaştırmasıyla: Kadın şairler, kadın şiiri, şaire, vs. Bugün de öyle midir? Örneğin bir yirmi yıl sonra 2000’lerdeki Türkçe şiir incelenecek, erkekler sıralanacak, altına da şöyle bir başlık mı açılacak? “Dönemin kadın şairleri”! Bunun niyetli yapıldığını söyleyemesek bile “şair” ve “kadın şair” ikiliğinin bir ayrım yaratmadığını ve yaratmayacağını öne sürmek safdillik olacaktır. Kişisel olarak ben buna artık bir mücadele gözüyle bakmak istemiyorum. Mücadele Gülten Akın için vardı, Sennur Sezer için vardı, Lale Müldür için vardı. 1960’ların, 70’lerin ve 80’lerin kadın şairleri için vardı. Biz bugün varız artık.

EMEKÇİ KADINI ŞİİRDE VAR EDEN BİR ŞİİRİN ÖNCÜSÜ

Şiirimizde kadın varlığının önemli taşlarından biri de kuşkusuz Sennur Sezer’dir. 1960’ların toplumcu şiirinin temsilcileri içinde adını yeterince görmeyeceğimizi düşündüğüm, sonuçta bizim sürekli hatırlatmak zorunda kalacağımız bir kadın şair, emekçi kadını şiirde var eden bir şiirin öncüsü. Kadına biçilen roller klişesine başkaldırmadı belki, ancak işçi konumunda bir kadının var olmasını ve görülmesini sağlamada onun rolünü hem edebiyat hem de sosyal bilimler açısından vurgulamak zorundayız. Hazin bir şiirdir onunki, çaresizliğini gizlemez. Çalışmak zorundadır. Yoksulluk tehdidiyle yaşar. Gelir dağılımı adaletsizliğini bedenlendirir, çünkü bunu deneyimlemiştir. Toplumcu gerçekçi şiirin 1960’lardaki ve 1970’lerdeki dünyasında, sonradan eleştirilere uğrayan yollarından geçmiş, kendi özgün dilini kurmayı başarmış, her on yılda sesinin duyulmasına izin verilsin verilmesin, kendi yoluyla var kalmıştır. Daha 1964 tarihli ilk kitabı Gecekondu’dan başlayarak kimin sesi olduğunu ortaya koyabilmiştir. Bir tavırla ortaya çıkmıştır yani… Gecekondu kavramı, gerçekten de 1960’larda sözlüklerimize dahil olmuştu. Bu yeni ve riskli kavrama gözünü kırpmadan dalabilen bir şairden söz ediyoruz yani şu anda… O yıllarda hazırlanan antolojiler arasında elime geçenlerde Sezer’in olmaması, ki mutlaka bir iki antolojide yer almıştır, dediğimi doğrular görünüyor. Bugünden hayal edemiyoruz, ya da zar zor hayal ediyoruz, o yıllarda kadın şairlerin şiirleri daha da çok “kadın şiiri” olarak görünüyordu. Sezer de Gülten Akın gibi “erkekler içinde bir kadın”dı. Marksist söylemdeki kadın sorununu anlatmaya burada girmeyeceğim. Ama şu kadarını saptamak kimseyi rencide etmez herhalde, çünkü bir dönem yaptığım bir çalışmada erkek şair ve editörler de bunu itiraf etmiştir (umarım bir gün yayınlarım o çalışmayı). Kadın şair fikri dönemin erkek iktidarına mümkün ve inandırıcı gelmiyordu. (Bugün geliyor mu? Biraz tartışılır. O gün gelmiyordu, bu kesin.) İktidar derken editörlerden söz ediyorum, karar alıcı noktalardaki erkek kadrolar, diyorum, eleştirmenler, diyorum. 1960’lardan ve 70’lerden günümüze kalabilen kadın şairler, erkeklerin kabul ettikleri kadınlardır ancak. Bugün bunun adını koyabilmemizi de yine bu kadınlara borçluyuz, yüz kere söylemek gerekirse… Bu durumda yukarıda yazdığım gibi işçi, emekçi bir kadın öznenin, gecekondu sakininin şiire dahil olması gibi önemli bir adım, o zaman tabii ki hak ettiği ilgiyi göremeyecekti, göremezdi. Sözü edilen, sonuçta, bir “kadın şiiri”ydi. 

Sezer, oysa, sadece şiiriyle değil, araştırmalarıyla da kültür yaşantımıza katkı sağlayacaktı. Mihri Hatun ve 1968’in edebiyat dünyasıyla ilgili yaptığı çalışmalar, burada sayamayacağım kadar geniş bir alanda yaptığı incelemelerle hemen her konuda kültür dünyasının önemli işlerine imza attı. Siyasi bir kimlik oldu, şiirinde gördüğümüz üzere, her ortamda da söylenmesi gerekeni söylemekten bir an olsun çekinmedi. Erkekler içinde bir kadın oldu ama o erkekler içinde bir Sennur Sezer oldu. Ve erkekler içinde kadınların çoğalmasını önemsedi. Kadının kadının kurdu olmadığı bir dünyanın insanıydı. 

Bu anda biraz da duygusallaşmadan edemiyorum. Uzun telefon arkadaşımdı. Cesaret kaynağımdı. Birlikte gülebildiğim Sennur ablamdı. Birisiyle gülebilmek önemli bir şeydir, bence bazen ağlayabilmekten daha iyidir. Çünkü gücümüzü gülerken toplarız. Tezim bitecekti de buluşacaktık… Buluşup çene çalacaktık. Olmadı. Kadın şairlere yönelik önyargılar çalışmasında onunla da konuşmuştum. İsimsiz bir çalışma olması gerektiği için anlattığı anıyı burada paylaşamıyorum. Zaten ayrıntılar da önemli değil bu noktada. Önemli olan şu: Sennur Abla, entelijansın zihninde, şair olarak olsun, araştırmacı olarak olsun kadın varlığının perçinlenmesinde geri dönüşsüz yollar açtı. Biz genç kuşaklara da yolu genişletmemiz için gerekli esini ve cesareti verdi.  

Evrensel'i Takip Et