‘Hikayemi sahte bir tarih yaratma telaşı üzerine inşa ettim’
Merkezine evlat edinme meselesini alan ve Antalya Film Festivali’nin yarışma filmlerinden olan Albüm’ü yönetmeni Mehmet Can Mertoğlu ile konuştuk.
Sevda AYDIN
Antalya
Bir doğum anıyla açılıyor Mehmet Can Mertoğlu’nun filmi, “Albüm”. Merkezine evlat edinme meselesini alan film, aile kavramı üzerinden sağlam bir toplumsal eleştiride bulunuyor.
Bu yıl aralarında Cannes Film Festivali olmak üzere pek çok festivalden ödüllerle dönen filmin başrollerinde Şebnem Bozoklu ve Murat Kılıç var. Albüm, 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde de Ulusal Uzun Metraj filmeleri arasında yarışıyor.
“Tarihe olan alakamdan ötürü resmi tarih-hakiki tarih çelişkileri üzerine bir film yapabilmek niyetindeydim. Bunu toplumu oluşturan oldukça alelade bir aile üzerinden anlatma niyetim vardı. Ailelerin evlat edindikleri çocuklara sahte bir tarih yaratma telaşı aşina olduğum bir konuydu ve hikâyeyi bunun üzerine inşa etmeye çalıştım.” diyen Yönetmen Mehmet Can Mertoğlu ile ilk uzun metrajlı filmini konuştuk.
İlk uzun metrajınızda 2016 Cannes Yılın En Yaratıcı Yönetmeni–Eleştirmenler Haftası, 2016 Saraybosna En İyi Film, Cineuropa Ödülü, CICAE Ödülü ve 2016 Kudüs FIPRESCI En İyi İlk Film Ödülü gibi ödüller kazandınız. Bu başarının etkileri sizde nasıl ifade buldu?
Albüm’ün bu şekilde taltif edilmiş olmasından dolayı elbette kıvanç duydum. Bunların her birinde farklı ülkelerden değerli sinema profesyonellerinin yer alıyor oluşu, filmin çeşitli sosyokültürel yapılardan gelen insanlara da temas edebildiğini görebilmek adına memnun ediciydi. Yine de ödülleri pek önemsediğim söylenemez, neticede bu bir 1500m koşusu değil ve kişiden kişiye jüriden jüriye değişen hayli subjektif bir mecra. Benim adıma bütün bunların en önemli artısı, filmin isminin biraz daha fazla işitilmesiyle normal şartlar altında ulaşmasının güç olduğu farklı coğrafyalardaki izleyicilerle buluşmasına bir tür aracılık etmesi sanırım.
Film bir doğum sahnesiyle başlıyor ve ana konuda doğurmak, evlat sahibi olmak isteyen bir çiftin hayatına tanık oluyoruz. Bu hikayenin ilk filminiz olmasını neden tercih ettiniz?
Doğrusu; tarihe olan alakamdan ötürü resmi tarih-hakiki tarih çelişkileri üzerine bir film yapabilmek niyetindeydim. Bunu toplumu oluşturan oldukça alelade bir aile üzerinden anlatma niyetim vardı. Ailelerin evlat edindikleri çocuklara sahte bir tarih yaratma telaşı aşina olduğum bir konuydu ve hikâyeyi bunun üzerine inşa etmeye çalıştım.
‘EVLATLIK AL AMA GİZLE’ TOPLUMA YAYILMIŞ BİR PROBLEM
Kahramanlarımız orta sınıfa mensup kişiler, “memurlaşmış” tek düze hayatlarına biri daha eklensin istiyorlar ama evlatlık aldıklarını da saklamak istiyorlar. O kadar ki her anı çekilmiş bir doğum albümü bile oluşturuluyor. Bu sahte albümün/tarihin yaratıcısı babanın bir tarih öğretmeni olması filmin asıl dokunmak istediği mesele oluyor...
Aynen öyle. Esasında burada orta sınıf bir aile olsa da bu herhangi bir sınıfa mensup bir aile de pekala olabilirdi. Evlat edinen çiftlerin, edindikleri çocuğun biyolojik olarak kendi çocuklarıymış gibi tanıtılması Türkiye’de sınıf ayırt etmeksizin tüm topluma yayılmış maalesef genel bir problem. Benim Albüm’de böyle bir memur çifti seçmemdeki temel etken de bu tip insanların çevremde fazlasıyla var olmasından kaynaklanıyor.
Babanın tarih öğretmeni olması da tabii ki bilinçli bir detay. Ders anlatımındaki eğretilik ve şaşkınlığı da buradan geliyor.
‘AİLELER SONRASI İÇİN EHİL DEĞİL’
Onca yıl beklenen bebek elde edildikten sonra ise başka sorunlar geliyor ekrana; annenin bebeğin yanında sürekli sigara içmesi vs. Bu sahnelerden itibaren yegane amaçlarına ulaşan kadın ve erkeğin samimiyetini sorgulamaya başlıyor izleyici...
Samimiyetten ziyade bence zihinlerde özellikle televizyon ve sosyal medyanın da gücüyle beklenen standart bir ebeveyn imajı var. Verdiğiniz detay özelinde, bunu yapan epeyce aile olmasına karşın bu biraz da mahrem kaldığından dış dünyaya pek yansımıyor. Tabii ki dediğinizde şöyle bir doğruluk payı var, bu yegane amaca erişildikten sonra oluşan gevşeme ve bir tür konfor söz konusu. Bu aile de bütünüyle amaçlarına ulaştıklarından sonrası konusunda nasıl davranmaları konusunda yeterince ehil değil.
‘ÖN YARGIYLA BEZELİ SAYISIZ AİLEDEN BİRİ’
Filmdeki çiftimiz erkek çocuk istiyor ama Kürt olmasın diyor. Beşikteki bebeğin kimliği anne-babalık “şefkati” örtüsünü kaldırıyor...
Ebeveynliğe atfedilen bu raddedeki bir kutsiyeti oldum olası tuhaf bulmuşumdur. Her fırsatta bu biraz da idealize edilip mitleştirildiğinden, esasında etrafımızda sıklıkla görülen farklı ebeveynlik tipleri, şefkatli aile ezberini gözden geçirmemiz gerekliliğine de hatırlatıyor bence.
Filmdeki Bahtiyaroğlu ailesi de ön yargıyla bezeli sayısız aileden biri. Beyaz tenli, kendilerince makul, kendilerine benzeyen bir çocuk arayışındalar. Kafalarındaki kökleşmiş etnisite tahayyülleri de simaen kendilerini çağrıştırmayan dünya tatlısı bir bebeği dahi yırtıcı bir şekilde reddetmelerine sebep oluyor. Kaldı ki çocuğa Suriyeli yahut Kürt yaftasını yapıştırırken, bunu herhangi bir gerçekliği dahi olmadan sadece çocuğun esmer olması üzerinde yapabilmeleri de ön yargılarında ne denli patetikleşebildikleri üzerine bir done tabii.
‘EVLAT EDİNİLENLERİN TRAJİK HİKAYELERİ BAMBAŞKA BİR PENCERE’
Evlatlık almak fikri ya da geleneği hep orta sınıfın hakkı olmuş Türkiye’de de. Hatta savaş ve soykırım zamanlarında da Kürt ve Ermeni çocukları, özellikle kız çocukları evlatlık verilmiş. Evlatlık olduklarını çok sonra öğrenenler ise hikayenin başlangıcına geri döndü/dönüyor...
Bunun salt orta sınıfa indirgenmemesi gerektiği kanısındayım. Orta sınıf bu edinimi biraz da acaba başıma başka işler de açılmasın endişiyle sıklıkla legal yahut yarı legal bir şekilde yaptığından kayıtlı örneklerde onlara daha sık rastlamamız normal. Dar gelirli ya da burjuva ailelerde de evlatlık almak sandığımızdan çok daha yaygındır, lâkin bunlar genellikle kayıt dışı, illegal yollarla da yapılabildiğinden sayılarını pek kestiremiyoruz. Örneğin; burjuva aileler eski Sovyet ülkelerinden para karşılığı ya da taşıyıcı anne vs. başka yöntemlerle bebek edinebiliyor. Bunun yanında dar gelirli, özellikle de kırsal kesimde çocuk sahibi olamayan akrabalar arasında bir tür bebek alışverişini sıklıkla görebilirsiniz.
Bu trajik hikâyelerin bir kısmıyla Gündoğan’ların Dersim’in Kayıp Kızları kitabı vasıtasıyla ben de haberdar oldum tabii. O da bu edinimlerin bambaşka bir penceresi elbette.
‘ISRARLA ÇALIŞARAK BAŞKA BİÇİMLERDE FİLMLER ÜRETMEYİ UMUYORUM’
‘Albüm’ 69. Cannes Film Festivali’nden ödülle döndü. Uluslararası Eleştirmenler Haftası seçkisinde Bernardo Bertolucci, Ken Loach, Leos Carax ve Wong Kar-wai gibi isimler yer alıyor. Bütün bu isimler şimdi sinema sanatının usta yönetmenleri. Bu listeye eklenmek sizin sinema maceranız açısından kuşkusuz önemli. Peki “yenilikçi yönetmen” olarak kendi sinemanıza dair neleri hedefliyorsunuz?
Böylesi usta yönetmenlerin yollarının da Cannes Eleştirmenler Haftası’ndan geçmiş olması elbette benim gibi yolun çok başındaki biri açısından yüreklendirici. Kendi adıma bugüne dek yaptığım gibi ısrarla çalışmayı sürdürerek başka biçimlerde de filmler üretebilmeyi umuyorum. İkinci film için şu an üzerinde çalışmaya başladığım bir taslak var, Albüm’den epeyce farklı bir üslubu olacağını söyleyebilmem mümkün şimdilik.