Duvarları duvarlarla aşan "los tres grandes*"
Bu coşkunu sebebi, resimlerin herkesin anlayabileceği mesajlar içermesiyle beraber ilham verici, estetik ve sanatsal olarak tatmin edici olması.
Ozan Özgün ÇÖRDÜK
Pamukkale Üniversitesi
Üzerine bastığımız kaldırım taşının altında biriken suyun hayatın tüm pisliğiyle üzerimize sıçraması, yaşadığımız caddeyi Mexico City’de bir caddeye bağlamaya yeterlidir herhalde. Delgado’nun yürüdüğü ve duvarlarında, binalarında tablolar olan, fakir Meksika halkının ve o halkın ortak kültürünün zenginleştirdiği bir sürü cadde. Meksika kentlerinin biraz sürrealist biraz soyut çizgilerle canlanan ve bir halkın hikâyesini tüm soğukluğuyla anlatan duvarları var.
COŞKUNUN DUVARLARI
“Los Tres Grandes” yani Büyük Üçlü; José Clemente Orozco, Diego Rivera, David Alfaro Siqueiros, Meksika’nın üç büyük ressamı. 1920 ile 1930 yılları arasındaki -Meksika’da birçok ayaklanmanın yaşandığı ve bu ayaklanmaların neredeyse bir iç savaşa döndüğü dönemin bu üç isim sayesinde sanata yansıması.
Bu süreçte Meksikalı sanatçılardan oluşan bir grup, insanları bilgilendirip harekete geçirmek, halkta ulusal ve sosyalist bir perspektif yaratmak amacıyla kamusal alanlarda büyük boyutlu duvar resimleri ürettiler. Sokaklarda kendine yer edinen bu sanat ülkenin politik koşullar sonucu ortaya çıkmasına rağmen, ressamlar empresyonizm, sembolizm, kübizm gibi sanat akımlarının çizgilerini oldukça kuvvetli bir şekilde sergilemişlerdir. Sanatçıların yapıtlarında bu sanat akımlarıyla birlikte Meksika halk sanatını da eserlerinde harmanlamışlardır.
Duvar resimlerinin çoğu başkent Mexico City’de ve en büyük ikinci şehir olan Guadalajara’daki kamusal alanlarda yer alıyordu. Resimlerin kamusal alanlara yapılmasının en büyük sebebin ise olabildiğince fazla insana ulaşarak bir halkı sanatla eğitme çabası olduğunu görebiliriz. Resimler devasa duvarların ve kamusal binaların üzerinde büyük bir coşkuyla duruyorlar. Bu coşkunu sebebi, resimlerin herkesin anlayabileceği mesajlar içermesiyle beraber ilham verici, estetik ve sanatsal olarak tatmin edici olması.
MEKSİKA’NIN ÜÇ BÜYÜĞÜ
Üç büyüklerden biri olan Diego Rivera, Avrupa’da yaşadığı dönemde kübizme ilgi duymuş ve ardından Picasso ile birlikte çalışarak eserlerinde kübizmi daha net yansıtmaya başlamıştır.
José Clemente Orozco ise, ekspresyonizmden etkilenerek eserlerini üretmiş. Orozco’nun tablolarında dışa vurumcu sanatın toplumsal açıdan en önemli eserleri vermiştir. Eserlerinde Meksika halkının yaşadığı sömürüyü, baskıyı ve savaşı renklerin kontrastına uygulayarak oldukça başarılı sonuçlar elde etmiştir. Bu başarılı sonuçların sonunda ise dışavurumcu sanatı toplumsal perspektiften başarılı bir şekilde yansıtmıştır.
David Alfaro Siqueiros, yazımızın ana karakteri diyebiliriz. Bence üç büyüklerin içindeki en önemli isimdir. Sanatsal, politik ve daha birçok açıdan sadece Meksika’da değil tüm dünyada ilerici bir rol üstlenmiştir. Meksika İç Savaşı’ndan İspanya İç Savaşı’na kadar birçok toplumsal olayı en ileriden şahitlik ederek bu deneyimlerini sanatına da başarılı bir biçimde yansıtmayı başarmıştır. Siqueiros resimlerinde sürrealizmden etkilenmiş, bunun yanında oldukça güçlü soyutlamalarda yapmıştır.
DALİ YERİNE HALKIN SİQUEİROS’U
Bizler genelde sürrealizmin en büyük temsilcisini Salvador Dali olarak biliriz ancak Siqueiros birçok açıdan Salvador Dali’yi sürrealizm ringinde yere sermeyi başarmıştır. Tablolarında kullandığı yoğun ve karanlık tonlar, eserlerine güçlü bir dramatik etki katarken aynı zamanda tabloyu canlı ve dinamik tutmayı başarmıştır.
İspanya İç Savaşı’nda faşist Franco’yu destekleyerek kendi halkına sırt dönen Dali yerine beslendiği halkın acılarını, sorunlarını kendine dert edinen ve bu edindiği derdi en ilerinden savunan Siqueiros gerçek bir sanatçı olarak karşımıza çıkıyor. Sovyetler Birliği’nden sınır dışı edilip Meksika’ya sığınan Lev Troçki’ye 23 Mayıs 1940’da yapılan başarısız suikast girişiminin içinde bulunmasından dolayı Siqueiros’un adı dünya çapına bir kez daha yayılmış oldu.