Sarayın hikayesi
Büyük bir umutla gittiğimiz sarayın aslında bir harabeden ibaret olduğunu gördük.
İda BARUT
Ayşe SARISOY
İlayda TÜRKEL
İstanbul Üniversitesi
Biz İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümünde okuyan üç arkadaş olarak Bizans tarihinin bir parçası olan Bukoleon Sarayı’nı ziyaret etmek için büyük bir heyecanla yola koyulduk. Bulunduğu muhiti pek bilmediğimizden çevresinde oturan mahalle sakinlerine sarayın nerede olduğunu sormaya karar verdik. Karşımıza çıkan bir teyzeyle aramızda şöyle bir diyalog geçti:
-İyi günler teyze nasılsın? Bukoleon sarayının yerini biliyor musun?
-Buklon sarayı? Nedir buklon sarayı?
-Bukoleon sarayı varmış buralarda teyze.
-He şurdaki merdivenli eve sorun. Kapıyı açsınlar. Kapısı kilitli oranın anahtarı o evde. Alın bu çikolataları da.
EVİN ARKA BAHÇESİNDE DÜNYA MİRASI
Teyze bize kapı kilitli dediğinde biraz şaşırdık ve teyzenin tarif ettiği evin kapısını çaldık. Eski evin kapısını birkaç kere çalmamızın ardından kapı açıldı ve kapıyı açan arkeoloji okuduğumuzu, sarayı görmeye geldiğimizi söyledik. Abla hiç itiraz etmeden bize saraya açılan kapının anahtarını verdi. Fakat büyük bir umutla gittiğimiz sarayın aslında bir harabeden ibaret olduğunu gördük.
Bu saraya gelmeden önce çeşitli yerlerden sarayla ilgili bilgi edinmiştik. Saray, 9.yüzyılda Bizans İmparatoru 2.Theodosios tarafında yaptırılmış. Hıristiyanlık öncesine dayanan saray, aynı zamanda Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Dünya mirası Listesi’ne giren bir tarihi eseri görmek için ablanın evinin arka bahçesinden geçmemiz de bize oldukça üzücü geldi.
Öte yandan araştırma yaptığımız kaynaklardan sarayın birçok bezemeyle süslü olduğunu okumuştuk ama muhtemeldir ki korunmadığı için bezemelerden geriye hiçbir şey kalmamış. Sarayın içinde duvarların arasına sıkıştırılmış içki şişeleri ve arka bahçe olarak kullanılan bir hol gördük. Birkaç fotoğraf aldıktan sonra kafamızda beliren soruları sormak için kapının anahtarını bize veren ablanın zilini tekrar çaldık. Olağanca güleryüzlülüğüyle bize kapısını tekrar açan ablaya saraya gidilen kapının neden kilitli olduğunu sorduk. Bize kilitlemek zorunda kaldıklarını çünkü geceleri buraya gelen insanların burada içki içtiklerini ve tarihi eser hırsızlığı yaptığını anlattı. Hemen ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından buraya restorasyon için gelip gelmediklerini sorduk. O da bize birkaç sene önce belediyeden geldiklerini, ama sadece yetersiz bir şekilde tel örgü çekip gittiklerini anlattı.
SÜNGER BOB’A DÖNEN TARİH
Ablayla olan konuşmamız bitince sarayın sahile bakan tarafına yürüdük ve duvarların çıkıntılarının arasında bavullar, kıyafetler ve daha birçok çer çöp olarak adlandırabileceğimiz eşyalar gördük. Okulumuzun bulunduğu tarihi yarımadanın her köşesine baktığımızda aslında bu tür örneklerle karşılaşıyoruz. Okulumuzun içinde bile İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunması gereken sütunlar bank olarak kullanılıyorken kültür mirasları için üzülmemek elde değil. Ülkenin her yerinde kültür mirasları korunaksızlık ve yanlış restorasyonlarla yok olmaya mahkum bırakılıyor. Mizahi bir örnek verecek olursak artık ülkemizde Sünger Bob’a benzeyen bir Şile Kalemiz var. Ne mutlu bize!