30 Ekim 2016 07:38

Müge Anlı nasıl her derde deva oldu?

İstismar ve cinayet itirafını izlediğimiz Müge Anlı'nın programları ne işe yarıyor? Yrd. Doç. Dr. Emek Çaylı Rahte sorularımızı yanıtladı.

Paylaş

Burcu YILDIRIM

Türkiye geçen hafta Müge Anlı ile Tatlı Sert programında 3.5 yaşındaki çocuğu istismar eden ve öldüren adamın canlı yayında yaptığı itirafı ve “Adaletin bu programlarda tecelli edişini” konuştu. Her gün arkası yarın şeklinde devam eden bu reality şovlarda bu korkunç olaya benzer binbir türlü olaya şahit oluyoruz, cinayetlerin itirafını izliyoruz. Kimileri bu programlardan övgüyle bahsediyor, kimileri yerden yere vuruyor. Peki bu programların memleket gerçeği içinde yeri neresi? Bu programlara bu kadar rağbet edilmesinin arkasında ne var? Neden bu kadar izleniyor, nasıl bir sosyolojiye sesleniyorlar? Müge Anlı’nın programı ya da benzeri programlar kadınların dertlerine deva mı? Devletin yapamadığını mı yapıyor Müge Anlı? Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Emek Çaylı Rahte, çözüm üretme ve politika geliştirme mekanizmalarının yeterince işlemediği toplumlarda bu programların çözüm bulma merci haline gelmesinin kaçınılmaz olduğunu söylüyor.

Şiddet, istismar, ensest, cinayet, kayıp vakaları gibi toplumun derin yaralarına “ deva” haline getirilen bu programların gerçekliğin çarpıtılması, olayların kişiselleştirilmesi, insanların kayıtsızlaşması tehlikesi yaratmakla birlikte başka bir yönüne daha dikkat çekiyor Emek Çaylı. Güvensizlik ve belirsizliğin bu kadar yaygın olduğu bir memleket ortamında bu programların yarattığı panik ve korku, yönetenler elinde toplumu yeniden şekillendirmek için bir koza dönüşüyor...

Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin bu kadar sıradanlaştığı günlerde Müge Anlı’lara ne iş düşüyor, işte cevaplar...

Müge Anlı ile Tatlı Sert en çok seyredilen gündüz kuşağı programlardan biri. İçeriği de sürekli gündem oluyor. Bu programa gelene kadar gündüz kuşağı yayınları nasıl bir aşamadan geçti?
Biliyoruz ki hiçbir cinsiyete bahşedilmeyen bir ayrıcalıkla, magazin, eğlence, bol drama, biraz ev ekonomisi, sağlık, güzellik derken medyada bir ‘tür’den söz edebiliyoruz: ‘Kadın programları’. Radyo yıllarından başlayarak, kadın saati, kadın sayfası diye diye bugünlere ulaşan bir tür bu. Sabah ve gündüz kuşağında sıradan insanın sorunlarını masaya yatırma, tartışma ve çözme ilgisi 2000-2005 arasında gündüz kuşağında oldukça kabul gördü. Ayşe Özgün, Yasemin Bozkurt, Ayşenur Yazıcı ve Serap Ezgü gibi isimler bu programların öncüsü oldular. Ancak programlara sorunlarını paylaşmak için katılan kadınların, aile üyeleri tarafından öldürülmesi vakaları ve şikayetler nedeniyle bu programlar zamanla yayından kaldırıldı. Örneğin Kadının Sesi programına katılan bir kadın, memleketine döndüğünde otogarda oğlu tarafından öldürülmüştü. Bu programların boşluğunu evlendirme programları ya da el becerisi, yemek vs. programları doldurdu. Ama bir yandan da adaleti tesis etme, dert dinleme ve derman bulma formatı izleyiciden gelecek yoğun ilgi de göz ardı edilemeyerek az sayıda prog-ramla da olsa korunmaya devam etti. Müge Anlı’nın prog-ramı da bunlardan biri.

‘KOCA BİR TAŞRAYA DÖNÜŞEN ÜLKEDE ‘TATLI SERT’ İNCELENMEYİ HAK EDİYOR

Bu programlar bir yandan neredeyse herkesin seyrettiği ama öte yandan da neredeyse herkesin kötülediği prog-ramlar olarak hep hayatımızda. Bunu nasıl başarıyor bu programlar?
Doktora tezim gündüz kuşağında yayımlanan ‘kadın programları’ üzerineydi. Bu programlara ‘çöplük, ucuz yapım, zaman kaybı’ gibi bir değerlendirme ile yaklaşarak önemli bir toplumsal meseleyi irdeleme imkanının önünü kapıyormuşuz gibi gelmişti bana ve o nedenle hem programları ciddi anlamda uzun bir dönem izleyip, analiz etmiş hem stüdyo ortamlarına katılmış, kamera önü ve arkası süreçleri gözlemlemiştim. Ayrıca programların sunucuları, yapımcıları, stüdyo izleyicileri ve katılımcıları ile de görüşmeler yapmıştım. Ayşenur Yazıcı ve Yasemin Bozkurt’la yaptığım görüşmelerde ikisinin de yaptıkları işi savunurken işaret ettikleri şey toplumda çözüm üretme ve politika geliştirme mekanizmalarının yeterince işlememesi halinde medyanın, bireysel-toplumsal sorunlara, sivil toplum örgütleri, hukuk mekanizmaları, polis ve hatta devletin yerini ‘mecburen’ almak kaydıyla çözüm bulma merci haline gelmesinin kaçınılmazlığı idi.  Benzer bir misyona sahip olan Müge Anlı İle Tatlı Sert programı da aslında bir Türkiye kesiti sunması açısından önemle incelenmeyi hak ediyor.

Nasıl bir kesit bu?
Koca bir taşraya dönüşmüş bir ülke, taşra sıkıntısının köşeye sıkıştırdığı sıradan insanlar, ahlaki yozlaşma içinde kaybolmuş ahlakçı hayatlar, maddi kısıtlılık ve entelektüel yoksunluktan ötürü yaşadığı hayatın aslında hayat olmadığının farkında olmamakla birlikte herkesten hatta kendinden bile gizlediği ufak heyecanlar, meydan okumalar arayan büyük çaresizlikler ve hiç masum olmayan bir kurum olarak aile. Müge Anlı İle Tatlı Sert, ekran başındaki ortalama izleyiciye, yanı başında yaşanan hayatların riyakarlığını, çamura batmışlığını, bu çamurun her an herkesin bir yerlerine sıçrayabilme ihtimalini polisiye tadında anlatıyor. Katil Kim? Evin uşağı. Yani en ihtimal verilmeyen, güven telkin eden.

GERÇEKLİK ALGISI ÇARPIKLAŞIYOR OLAĞAN DIŞI OLAN SIRADANLAŞIYOR

Taciz, tecavüz, istismar, şiddet, cinayet gibi sonuçlarla karşılaştığımız bu olayların TV’lerde her gün bu biçimde yer almasının topluma ve bireye etkisi nedir? Bu programlar nasıl bir algı oluşturuyor?
Medyanın çözüm sunma merciine dönüşmesinde, kayıtsızlaştırma, gerçeklik algısında çarpıklaşma, olağan dışının sıradanlaşması ve kişiselleştirme gibi riskler ortaya çıkıyor. Diğer taraftan gündelik hayatımızda çocuk tecavüzcüsü bir katille karşı karşıya gelme, onunla yüzleşme ihtimalimiz neredeyse hiç yokken televizyon ekranı birdenbire suçluyu yakınlaştırıyor. Suçlunun toplumun bir ürünü olduğunu, hiç de duyulmaya alışık olunduğu gibi ‘anormal’, görür görmez suçlu olduğu anlaşılabilecek kişiler içinden çıkmadığını gözler önüne seriyor. Bilakis herkesin sevdiği, kendi halinde bir insan olarak tanınan kişilerin birer suç makinesi olabileceği şoku ile karşı karşıya kalabiliyor izleyici. Bu şokun olumlu ve olumsuz yanları var. Olumlu yanı, Müge Anlı İle Tatlı Sert programında suçu itiraf ettirilen bebek katili vakasının ciddi bir toplumsal duyarlılık yaratması. Sosyal medyada çocuk tecavüzcülerine karşı kampanyalar yapıldı, caydırıcı ağır cezalar talep edildi. Ciddi bir öfke patlaması yaşandı. Öte yandan bu şokta olma hali sağlıklı düşünme, mücadele yolları geliştirme ve çözüm arayışı konusunda edilgenleştirici de olabilir. Çünkü bir yandan korkunun yerleşikleşmesini ve çaresizlik halini de körükleyen bir medya dili hakim. Adeta “Çocuklarınız dışarı çıkmasın, ortalık sapık dolu” mesajı pompalanıyor. İsmini anmak istemediğim bu bebek tecavüzcüsü katilin Müge Anlı’daki olay yaratan itirafı sonrası, sokakta 10 aylık oğlumla yürürken, bir kadın oğlumu sevmek için yaklaştı ve ardından “Çocukları sevmeye de korkar olduk” dedi. Zaten ciddi bir güvensizlik ve belirsizlik ortamında herkesin potansiyel tacizci, suçlu vs. olabileceği gibi bir çarpık algının yaratılması, halihazırda var olan toplumsal histeriyi daha da derinleştiriyor. Panik ve korku yönetenlerin eline verilen bir koz, bu her daim böyledir. Korku siyaseti, çoğunlukçu otoriter muhafazakar toplum mühendisliğinin faal olduğu siyasal iklimlerde iktidarlar için oldukça faydalı. Korkunun ecele faydası yok ama iktidarlara faydası var.  En doğrusu korkuların üzerine gitmek, sokakları terk etmemek. Çocuklarımızı inadına sokaklarda büyütmek. Şortta simgeleşen haklar ve özgürlüklerden vazgeçilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini her yoldan dile getirmek.

BAŞKA BİR MEDYA MÜMKÜN ÇÜNKÜ BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN!

Son olarak kadın sorununun çözümü noktasında medya nerede duruyor? Bu konuda sizin bir öneriniz var mı?
Medya bir imkan. Bu imkanın nasıl kullanılacağı, kimin elinde neye dönüşeceği kimlerin medyada olmayı ve medyanın kendisi olmayı seçtiği ile oldukça ilintili. Ruhsal/fiziksel her türden şiddetin gündelikleştiği bir toplumda, medya bir yandan şiddetin pornografikleşmesinin aracı olabiliyorken diğer yandan bellek işlevi görüyor. Katiller kurbanlarının gözlerinin içine bakamazlar denir ya hani. Medya, katillere kurbanlarının masum yüzlerini sunuyor aynı zamanda. Ali İsmail Korkmaz’ın gülümseyen gözleri sürekli medyanın farklı mecralarından  bakmaya devam ediyor. Suruç’ta, Ankara Tren Garı’ndaki patlamada vb. hayattan koparılanların yüzleri belleklerdeki yerini alıyor. Başka bir medya mümkün, çünkü başka bir dünya mümkün. Geçtiğimiz günlerde bir film izledim. Belçika yapımı. İsmi The Brand New Testament. Bu filmde Tanrı gaddar bir baba ve acımasız bir eş olarak  hicvediliyordu. Erkek Tanrı’nın yerini eşi aldığında, yani Tanrı kadın olduğunda dünyanın nasıl bambaşka bir yere dönüştüğünü anlatıyordu. Bu imkanın fantastik dünyadan başlayarak da olsa peşinden gitmeli. Yeri geldiğinde tatlı-sert olarak.

HER SUÇLU 15 DAKİKALIĞINA ÜNLÜ OLACAK!

Tatlı Sert program aracılığıyla 3 buçuk yaşındaki Irmak Kupal’ın istismara uğradığı, ardından öldürülerek gömüldüğü haberi büyük yankı uyandırdı. Katil Himmet Aktürk, suçunu programda itiraf etti. Bu gibi olayların TV aracılığıyla çözümü neye karşılık geliyor?
Amiyane tabirle, güvenlik zafiyetine. İhmalin had safhada olduğu, cezasızlığın rutine dönüştüğü, hukuk mekanizmalarının işlevsizleştirildiği, insanın hayatına, bedensel dokunulmazlığına, mahremiyetine kasteden suçların düşünce suçları kadar ciddiye alınmadığı bir ortamda Müge Anlı’lara çok iş düşüyor haliyle. Yetiş Müge Anlı!
Tabii olayın bir de ünlü olmak uğruna kendini ele verecek kadar ekran aşkıyla dolu olan suçlu, ya da potansiyel suçlu yönü var. Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacak sözünden uyarlarsak, her suçlunun ünlü olma imkanı olabiliyor medyanın sunduğu fırsatlar dünyasında. Hrant Dink’in katiline şarkılar yapıldı, poz poz fotoğrafları servis edildi, daha dün gibi. Şort giydiği gerekçesiyle otobüste saldırıya uğrayan Ayşegül Terzi’ye saldıran kişinin gülümseyen ve hiç de pişman olmadığı mesajını veren görüntüleri gibi. Nitekim kendisinin ilk duruşmada tahliye edildiğini öğrendik.
Pedofili gibi dünya genelinde en ağır cezalarla karşılık bulan bir suç bile bizde yeterince doğru tarif edilemiyor, yasalar buna göre düzenlenmiyor. Anayasa Mahkemesinin TCK’deki ‘15 yaşını tamamlamamış çocuklara yönelik her türlü cinsel davranışı’ istismar sayıp 8-15 yıl arası hapis öngören maddeyi iptal etmesi ile başlayan süreç TCK’de rıza yaşının 15’ten 12’ye indirilme potansiyeli ile oldukça tehlikeli bir yere ulaştı. Cezasızlığın hakim olduğu, adaletin isteğinin şahsi bir meseleye dönüştüğü ve mağdur kişinin hukukun üstünlüğü değil üstünkörülüğü konusunda tersine telkin edildiği koşullarda Müge Anlı’nın tatlı sert biçimde kötüleri cezalandırmasının sağaltıcı bir yönü oluyordur muhakkak kamu vicdanında. Kendisine şort giydiği için saldıran şahsın cezasızlığı karşısında Ayşegül Terzi’nin uğradığı haksızlık ve döktüğü gözyaşları adalet duygusunun aldığı, onarılması imansız hale gelen yarayı simgeliyor.
Velhasıl, Donald Trump Amerikan başkanı olmaya aday olabiliyorken medya neden adalet dağıtmaya aday olamasın? Ne eksiği var? Herkesin her şey olabildiği, katı olanın buharlaştığı bir dünyadayız nihayetinde.

ÖNCEKİ HABER

Karaburun’da bu kez jeotermal endişesi!

SONRAKİ HABER

İztuzu'nda denizin son demleri

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa