Yrd. Doç. Dr. Erol Köroğlu: Rektör seçimi kaos getirmez
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Erol Köroğlu: Seçilmiş rektörün hâlâ atanmamış olması kabul edilemez.
Uğur ZENGİN
İstanbul
Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri 4 aydır yüzde 86 oyla seçtikleri Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu’nun rektör olarak atanmasını beklerken son KHK ile rektörlük seçimleri kaldırıldı. Bunun üzerine önceki gün açıklama yapan Boğaziçili akademisyenler, “Seçimlerin öneminin her gün hatırlatıldığı ülkemizde, böylesine net bir seçim sonucunun görmezden gelinerek, seçilmiş rektörün hala atanmamış olması kabul edilemez” dedi. Ortak sözlerinin son cümlesi, “Rektör seçimini düzenleyen KHK’nin iptalini kamu yararı adına talep ediyoruz” oldu. Son cümlenin bitişiyle alkışlar beraberinde geldi. Akademisyenlerin başlattığı ‘ses’e öğrenciler ve üniversite çalışanları da katılınca dakikalarca sürdü. Türkiye’nin en saygın üniversitelerinden biri yüzlerce akademisyenin katılımıyla son KHK’ye karşı sözünü söylemiş oldu. Eylemin ardından Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Erol Köroğlu sorularımızı yanıtladı.
Boğaziçi Üniversitesi Akademisyenleri olarak “Zor zamanlardan geçiyoruz” dediniz. Nasıl zamanlar bunlar, nedir değerlendirmeniz?
Bu metinle Boğaziçi Üniversitesi hocaları olarak üzerinde ortaklaştığımız bir görüşü duyurmak istedik. Son KHK ile rektör belirlenme yönteminin değiştirilmesinin sakıncalı olduğunu düşünüyoruz. Yıllardan beri Boğaziçi Üniversitesi camiası ve hocaları olarak örtüştüğümüz, bildiğimiz bir şey var: Bir kamu üniversitesi kendi kurul ve karar alma mekanizmaları doğrultusunda bir üniversite yönetimi oluşturabilir. Bu bir hayal değil ve aslında Türkiye’de de işleyen bir olgu, bir gerçek. Türkiye’de YÖK, rektörün belirlenmesi ile ilgili -artık KHK ile ilga edilmiş olan- yöntemi ilk uygulanmaya koyduğundan beri Boğaziçi’nde pürüzsüz olarak işledi. Hepimiz gidip aynı rektörü seçmedik, arada çok az oy farkıyla seçilen insanlar oldu. Benim oy vermediğim, karşı olduğum rektörler seçildi. Ama herhangi bir meşruiyet durumunda herkes seçilmiş rektörün arkasında durdu. Geçmişte hep böyle oldu. Bu demokratik kurumsal işleyiş bilinci yerleştikçe, kurul ve komisyonlara da yansıdı. Bizim kurul ve komisyonlarımızda öğrenciler de, çalışanlar da, hocalar da yer alıyor ve bunlar son derece açık, şeffaf biçimlerde çalışıyor. Asla bir kaos, keşmekeş, çatışma ve anlaşmazlık ortamı oluşmadı. Rektörün seçildiği sistem Boğaziçi’nde her zaman çok iyi işledi. Elbette kanunen seçim sonuçlarımızı YÖK cumhurbaşkanına ulaştırıyor ve o da atamayı yapıyordu. Ama bizde hep ilk sırayı alan aday rektör atandı, çünkü diğer bütün üyeler adaylıktan çekildi. Son seçime kadar bu böyleydi. Dolayısıyla da bürokratik süreç hep bizim seçtiğimiz rektörün atanmasıyla sonuçlandı. Bunun faydasını sadece biz görmedik, bütün Türkiye gördü. Dolayısıyla KHK’ya gerekçe olarak gösterilen “problem oluyor, anlaşmazlıklar oluyor, üniversiteler bile bunu istemiyor” gerekçesi Boğaziçi Üniversitesi gibi bir okulda geçerli olmadı. Böyle bir konuda 5-10 sene önce kurulmuş üniversiteleri mi temel almalıyız, yoksa 150 yıl önce kurulmuş ve demokrasiyi gerçekten her birimine yerleştirmiş, özgürlükçü bir ortamı mı temel almalıyız?
Zaten tam demokratik olamayan bir seçim sistemi vardı. Artık tamamen demokrasiye aykırı bir şey üniversitelere mi yerleştirilmeye çalışılıyor?
Aslında sistem ilk oluşturulduğunda, sol ve demokrat çevrelerde hayırla anılmaz ama İhsan Doğramacı zamanında, üniversitelere idari özerklik sağlayacak biçimde yapılmıştı. O zaman cumhurbaşkanlığı makamı da müdahale etmiyordu. Buna aslında ilk kez Ak Parti zamanında değil, Ahmet Necdet Sezer zamanında müdahale edildi. Ondan sonra müdahaleler arttı. YÖK’ün ve son kertede cumhurbaşkanının rektörün kim olacağına karar veriyor olması doğalmış gibi bir hava oluştu. Bu sorunlu, çünkü üniversitenin doğası gereği özerk olması gerekiyor. Özerk ama hesap verebilir, her türlü denetime açık ama kendi yönetimini ve kararlarını alabilen bir kurum olması gerekiyor. İşin ekonomisi bunu gerektiyor. Kapitalist düzende, neo-liberal olanında bile, üniversiteye dışarıdan müdahale sağlıklı sonuçlar yaratmıyor.
Nasıl sonuçlar yaratıyor?
Dışarıdan müdahalelerin olmadığı Boğaziçi Üniversitesi’nde kurul ve komisyonlardan geçmeden öğretim görevlisi olarak atanmış kimse yoktur. Herkes liyakat doğrultusunda seçilir. Özgürlükçü ve demokratik bir ortamdan mezun olan insanlar aynı zamnda rekabetçiliği de içeren kaliteli bir eğitim aldıkları için çalışma hayatında iyi işler bulurlar. Boğaziçi mezunu olmak onlar için artı bir özelliktir. Çünkü piyasa da bilir ki, işe aldığı genç mühendisin bir yerlerden atanmış, tepeden getirilmiş, dolayısıyla liyakat sorunu olan hocası olmamıştır. Her görüşten, farklı yaşam biçimlerinden hocası olmuştur. Ama bunlar her zaman öğrencinin öğrenme sürecini geliştirmeyi ve en iyi şekilde mezun olmasını hedeflemiştir. Şimdi hem müdahaleci hem piyasacı bir sistem getirilmeye çalışılıyor. Üniversite bir kurumdur ama kâr amaçlı bir şirket değildir. Bugün dünyada kâr amaçlı üniversiteler var, bunların sertifika ve lisans diploması dağıtmaktan öte bir başarıları yok. İnsanlığa ve ülkelerine bir katkıları yok. Sadece kolay yoldan, kâr amacıyla diploma dağıtıyorlar. Dolayısıyla işin oraya gelmesi olumlu sonuçlara yol açmayacaktır. Denetlenmesi de buna yol açmayacaktır. Çünkü tepeden yönetilme ve atama sistemiyle olumlu sonuçların ortaya çıkmadığını, bünyenin her zaman kendisine zorlanan yabancı unsurları dışladığını biliyoruz.
DOĞRU BİLDİĞİMİ SÖYLEMEKLE YÜKÜMLÜYÜM
Bugün Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri ses çıkardı ama diğer pek çok üniversiteden ses çıkmış değil...
Politik olarak bir konjonktür var, dolayısıyla insanlar çekiniyorlar. OHAL var, 15 Temmuz sonrası durum söz konusu… Biz de elbette son derece dikkatli davranıyoruz. Herhangi bir olumsuz sonuca yol açmaması için 3 baremlik özen gerekiyorsa, biz 8 baremlik bir özen gösteriyoruz. Ama bundan öte biz tamamıyla oyunun kuralları içerisinde, bir vatandaşın topluma karşı sorumluluğu doğrultusunda bir şey söylüyoruz. Ben burada doğru bulduğum şeyi söylemekle yükümlüyüm. Dolayısıyla biz bir araya gelip yapmamız gereken müdahaleyi, söylememiz gereken sözü söylemeye çalışıyoruz. Demokrasinin özü budur. Bundan öte bir şey yoktur. Öncelik her zaman toplumsal sorumluluğumuzdadır. Ülke de gelecek de hepimizin birlikte oluşturacağı bir şey. Dolayısıyla yanlış gördüğümüz bir konuda yetkilileri uyarmak, toplumu uyarmaktan daha doğal bir şey yok. Bu görevimizi yerine getirdik.
İYİ SONUÇLARA YOL AÇMAYACAK
Liyakati kaldırmak ne için? AKP, Boğaziçi Üniversitesi’nde de kadrolaşmak için mi bu hamleleri yapıyor?
Ben bunu anlayamıyorum. Biz burada hangi siyasal görüşe yakın kaç hoca var konusunu düşünmeyiz bile. Elbette düşünce ve yaşam açısından birbirine yakın hocalar da var. Bunlar belli konuları belli biçimlerde kamusal ya da bireysel olarak tartışıyorlar. Ama bunun ötesinde insanların dünyaya nasıl baktığını veya kime oy verdiğini biz konuşmuyoruz. Bunu bir zorunluluk haline getirmiyoruz. Türkiye’de başörtüsü yasağının en katı uygulandığı zamanlarda bile Boğaziçi Üniversitesi, hocalarının ve yönetiminin çoğunluğuyla burayı özgür bir ortam olarak tutmaya özen göstermiştir. Ve bunu da duygusal nedenlerle yapmıyoruz. Çünkü en iyi öğrenmenin özgür bir ortamda, bireylerin kendilerini dışlanmış, yabancılaşmış, sıkıştırılmış hissetmedikleri yerde olduğunu biliyoruz. Buna inandığımız için de bunu yapıyoruz. O yüzden ben bunun nasıl bir mantığa dayandığını algılayamıyorum. İyi sonuçlara yol açmayacağını görüyorum ama! Çünkü Boğaziçi ortamında gerçekten ne yaptıysam, nereye ulaştıysam kendi emeğimle uğraşarak, çalışarak geldiğimi biliyorum. Diğer arkadaşlarımın da böyle olduğunu görüyorum. Ve bundan öte bir şey de beklemiyorum. Dolayısıyla kimseye karşı boynum eğik değil.