05 Kasım 2016 13:32

Ohal’de de bu halde de yaşamak istemiyoruz

Az çok demeden, ayrıştırmalara yenilmeden, küçük birliklerin büyük etkileri olacağını bilerek daha çok kadınla buluşmanın olanaklarını zorlayalım.

Paylaş

Ekmek ve Gül

Biz kadınlar bu ülkenin korkularının da acılarının da bilirkişileriyiz. Olağan durumda da olağan üstü durumda da şiddet, susturma, bastırma, yok sayma, sözüne değer vermeme hep önce bize uğrar çünkü. Tam da bu yüzden korkunun dozu arttığında önce biz anlarız neler olup bittiğini, bu olup bitenin daha kötü ne getirebileceğini.

Bugün, geleceğe dair endişemizin katlanması bundan.

Son 10 yıldır haklarımızın giderek daha geriye çekildiği uygulamalarla karşı karşıya kaldık. En güdük yasal haklar bile tartışmaya açılır oldu. Üstelik bunların hepsi sanki kadınlar için “iyi” bir şeyler yapılıyormuş gibi sunuldu. Devletin bütün aygıtları, medyası ve yarattığı “kadın örgütleri” olan bitenin aslında ne kadar da aleyhimize olduğunun üstünü örtmek için el birliğiyle çalıştı.

Son 1 sene ise yıllardır yeniden inşa edilmeye çalışılan toplumsal yaşamın daha da baskıcı ve yıkıcı hale gelebilmesi için çok kanlı ve korkutucu politikaların hayatımıza etkisini bir çırpıda görebildiğimiz bir sene oldu. Barış isteyenlerin başkent Ankara’nın ortasında katledilmesi... Şırnak’ta, Hakkari’de, Diyarbakır’da binlerce insanın hayatını kaybedişine, on binlerce evin yerle bir edilişine, faili meçhul cinayetlere, canlı bomba katliamlarına seyirci kılınışımız... 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından olağanüstü hal koşullarının olağan hale getirilmesi girişimleri... Her gün bir yenisi açıklanan KHK’lar ile on binlerce kamu görevlisinin işinden edilmesi, kapatılan yayın kuruluşları, en temel yasalarda bir gecede yapılan değişikliklerle en temel hakların askıya alınışı... Kadınların haklarına dönük tehditler çoğalırken mücadele araçlarımızın da sınırlandırıldığını, kadınların “olağan halde” devam eden sorunlarının “olağan üstü halde” iyiden iyiye görünmezleştirilmesi... Şiddetin, tacizin, tecavüzün, yoksulluğun, gelecek endişesinin arttığı günlerde bu konuların en az konuşulan, üzerine en az söz söylenen konular haline geldiğini görüyoruz.

GÜCÜNÜ KORKUDAN ALAN ‘MEŞRUİYET’

Daha önceleri kadın hareketinin dayanışması ve gücüyle kadınların seslerini dinlemek zorunda olan iktidar, kendi kadın örgütleriyle al takke ver külah yaparak yeniden belirliyor haklarımızın sınırlarını. Bu hakların sınırları öyle gerilere çekilmiş durumda ki “adam gibi ölmek”ten daha geniş bir hak tanımı yapmaz duruma geldi iktidar sözcüleri! İktidardakilerin bırakın demokrasiyi, demokrasi vaadinde bulunmak gibi bir mecburiyet hissi bile kalmadığını görüyoruz. Artık bırakalım demokrasi vaadini, savaştan muzaffer çıkma sözleri motive ediyor toplumun kahir ekseriyetini. “Barış” diyenlere karşı keskin bir savaş ilanı çoktan, sözümona meşruiyet zeminine oturtuldu. Ama bu “meşruiyet” gücünü doğruluğundan değil, yaydığı korkudan alıyor.

Korkular evlerin içinden ruhların karanlık köşelerine sindi. Artık kapılar daha kapalı, pencereler daha sıkı sıkıya örtülü... Sokak, hiçbir zaman kadınların kendilerini özgürce var ettiği bir alan değildi ama şimdi daha bir korku dolu; canlı bomba tehditleri, tacizciler, polisler, tomalar, eli namluda askerler... Hepsi birer korku anıtı gibi sokağın başını tutmuş durumda.

KHK’larla belirlenen olağanüstü hukuk, yeni bir toplumun kurgulanmasında bir inşa aracı. O toplum yarın başına ne geleceğini bilememenin, hakkın hukukun geçersizliğini kabul etmenin, başa geleni çekmenin, korkmanın, susmanın toplumu... Her yeni KHK’da acaba bizim ya da bir yakınımızın ismi var mı diye on binlerce isim tarıyoruz soluğumuzu tutarak. Birbirimizi arıyoruz “Bir şey var mı sende?” diyerek. İmkanı olan çocuklarını yurt dışına göndermenin peşinde, kalanların yarına dair endişesi ise gözlerinden okunuyor. İsimler, listeler, torbalar akıyor gözümüzün önünden... Hepimiz biliyoruz ki isimleri sanki birer insan hayatı değilmişcesine alt alta dizilen insanların önemli bir kısmı darbe girişimi soruşturması ile ilgisi olmayan, hayatında darbelere karşı olmuş insanlar; barış isteyen, düşüncelerini ifade etmekten imtina etmeyen, yanlışa yanlış demekten çekinmeyen insanlar. Eğitimin parasız, bilimsel ve laik olması gerektiğini savunan Eğitim Sen’li öğretmenler, sağlık hizmetlerinden herkesin eşit yararlanması için mücadele eden SES üyesi sağlık emekçileri, belediye hizmetlerinin rant için değil halk için sunulması gerektiğini söyleyen Tüm Bel-Sen üyesi yerel yönetim çalışanları...

Sesimiz kısık, itirazımız yutuk seyrediyoruz. Daha doğrusu bizden ses çıkarmadan, itiraz etmeden seyretmemiz bekleniyor olan biteni...

Oysa sesimizin hayatta bir yankısı olduğunu, itirazımızın bir kıymeti olduğunu biliyoruz. Kürtajın yasaklanması hamleleri sırasında onbinlerce kadının sokakta çıkardığı sesin attırdığı geri adımdan, herkesin sokağa çıkmaktan korktuğu bomba tehdidi altında kadınların 8 Mart’ta sokakları yeniden “insana” açan direnişinden, bunun sadece kadınlara değil, herkese verdiği umuttan biliyoruz.

Şu an umudu diri tutmaya çalışanlar kendilerini epey yalnız hissediyor olabilirler. Bu hissi ancak aynı duyguları yaşayan başka kadınlarla buluşarak, aynı kaygıları, korkuları, endişeleri hissedenlerin ne kadar da çok olduğunu görerek ve o esaslı soruya birlikte yanıt arayarak aşacağız: OHAL’de de bu halde de yaşamak istiyor muyuz? Soruyu birlikte sorduğumuz ve yanıtı çığ gibi büyüttüğümüz günler, yeni bir yaşamı kurmak için güçlendiğimiz günler olacak.

‘YENİ TÜRKİYE’Yİ ŞİDDETLE KURUYORLAR

Kadına yönelik şiddetin “politik” bir mesele olduğunu hep söyledik. Bugün bunun ne anlama geldiğinin daha anlaşılır olduğu günler yaşıyoruz. Boşanmak isteyen eşini öldürmeye çalışan adamın mahkemede yaptığı “Cumhurbaşkanına hakaret etti, ben de cezasını verdim” savunmasından iyi hal indirimi alması da, otobüste şortlu kadına saldıran adamın kendini şeriat hükümleriyle aklama çabasının salıverilmesine olanak tanımasına da, ülkenin başbakanının bu adamın yaptıkları ve açıklamaları karşısında benzer durumlarda tüm topluma “mırıldanma” yani kadınlar üzerinde dilediğince söz söyleme hakkı vermesi de, çocuk istismarında “rıza” yaşının 12’ye indirilmesi tartışması da, müftülere ve imamlara nikah yetkisi tanınması da bu “politik”liğin göstergeleri. Biz kadınlar iktidar aklının devletin her kademesinde inşa ettiği “kadınlık” kıstaslarının evlerimize, sokaklarımıza, işyerlerimize, okullarımıza yansıdığını, bu yansımanın bize daha fazla şiddet getirdiğini, daha fazla suskunluk getirdiğini, daha fazla korku getirdiğini biliyoruz, yaşıyoruz. 

Bize “Yeni Türkiye” diye sunduklarının kadını ezen, yok sayan eski geleneklerin, tüm gerici ve ataerkil değerlerin hortlatıldığı, toplumun insanlığın artık geride bırakması gereken nefretle, ayrıştırmayla, ötekileştirmeyle yeniden inşa edilmeye çalışıldığı bir ülke olduğunu görüyoruz. Her birimizin tek tek yaşadığı çeşit çeşit şiddetin, toplumun her katmanında ayyuka çıkan şiddetin bir parçası olarak ilmek ilmek boğazımızı sıktığını artık daha açık görüyoruz. O ilmeklerle bağlanıyoruz her birimiz bir diğerine. Bağımızın şiddet bağı değil, esenlikle yaşanacak bir hayatın neşesinin bağı olmasını istiyoruz. Çok mu? 

Olağan üstü halde bizim hayatlarımıza ne oluyor?

* Kadınların yaşadığı taciz, tecavüz, şiddet “olağanlaştırılıyor”, kadınların şiddetle mücadele için talepleri “gündem dışı” hale getiriliyor. Artan çocuk istismarı ve kadına yönelik şiddet vakalarına ilişkin mecliste verilen soru önergelerine yanıt bile verilmiyor. Hayati sonuçları olduğu için hızlı kararlar vermeleri gereken mahkemeler çalışmıyor, çocukların ve kadınların korunması için atılacak adımlar sekteye uğruyor.

* Kadınlar zaten çocuk bakım yükü ve güvenceli istihdam olanaklarının azaltılması nedeniyle güvencesiz, düşük ücretli işlere mahkum çalışırlarken, OHAL’i fırsat bilen hükümet kadınların kiralanabilecek bir mal haline getirildiği “kiralık işçilik ve özel istihdam büroları” yasasını yürürlüğe sokuyor.

* On binlerce kamu çalışanı görevden alındı, ihraç edildi. İhraç edilenlerin başka yerlerde iş bulma olanakları da ellerinden alınıyor. Kamu çalışanlarının yerlerine alınacak çalışanlar sözleşmeli, güvencesiz çalışanlar olacak. İktidar, yıllardır yapmak istediği dönüşümü bu hamleyle yapmış görünüyor; artık kamuda güvenceli çalışma ortadan kaldırılıyor. Kadınların en çok istihdam edildiği bu alan da kadınlar için artık “güvenceli” değil.

* Kadınların birbirinden haberdar oldukları, seslerini duyurdukları, “müjde” diye yansıtılan uygulamaların gerçekte nasıl sonuçları olacağını öğrendikleri basın yayın kuruluşları kapatıldı. Kadın ajanslarının kapatılması, kadınların sesini duyuran programların karartılması; kadınların kendilerini ilgilendiren konuları düşünüp tartışmasına, haber alma, habere ulaşma hakkına darbe vuruyor.

* Belediyelere atanan kayyımların ilk işi belediyelerin kadın birimlerinin kapatılması, kadın çalışanların sürgün edilmesi ya da görevden alınması, kadınların şiddet karşısında korunma, yoksulluğa karşı güçlendirilme gibi özgün ihtiyaçları için sunulan hizmetlerin durdurulması oldu.

PANZEHİR; KADINLARIN OLAĞANÜSTÜ DAYANIŞMA GÜCÜ

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Dayanışma ve Mücadele Günü bu sene olağan hale getirilmeye çalışılan olağan üstü durumlara karşı kadınların birlikte, yan yana, dayanışma içinde “Korkmuyoruz, susmuyoruz, OHAL’de de bu halde de yaşamak istemiyoruz” dediği bir gün olacak. Karşımızda “olağan üstü” bir korku imparatörluğu varsa, bizim de olağan dışı bir çalışma yapmamız, yapageldiklerimizin ötesine geçerek kadınlarla buluşmanın, tartışmanın, kadınların birbirine güç vermesinin olanaklarını daha çok zorlamamız gerektiği açık.

Sokakların herkese kapatıldığı, korkunun hakim kılındığı, kadınların yan yana gelmesinin zorlaştırıldığı bu günlerde ev ev, sokak sokak, işyeri işyeri yaptığımız küçücük etkinliklerin, üç kadınla, on kadınla yapılan buluşmaların, kadınların her alanda birbirine güç verdiği sohbetlerin kıymeti çok büyük. Az çok demeden, farklılıklara, ayrıştırmalara yenilmeden, küçük birliklerin büyük etkileri olacağını bilerek daha çok kadınla buluşmanın olanaklarını zorlayalım. Kadınların korkularını, endişelerini, mutsuzluklarını, umutsuzluklarını paylaşma, konuşma olanakları yaratmak için yapılan en küçük bir iş parlak bir cevher olacaktır. Yayın araçlarımızın elimizden alındığı, kadınların birbirinden haberdar olma olanaklarının gasp edildiği bu dönemde yaptığımız küçük büyük her şeyin haberini, duyurusunu yapmak için gösterdiğimiz gayret, yeniden yaratacağımız mecralar için gücümüz olacaktır. Bu 25 Kasım, içimize korku ekenlere inat, cesareti yeşerttiğimiz, kadınların olağanüstü dayanışma gücünü olağanüstü karanlığı delmek için her alanda yükselttiğimiz gün olsun!

 

 

ÖNCEKİ HABER

20 mülki idare amiri görevden uzaklaştırıldı

SONRAKİ HABER

Usta gazeteci Mete Akyol toprağa verildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa